Yavuz BAHADIROĞLU
Araplar bize ihanet etti mi?
Ah, bir de vurguları süreklilik kazansa… Hele bir de gerekeni yapsa… Tadına doyulmayacak…
Fakat sanırım yoğun işlerinden, ya da Türkiye gündeminin baş döndürücü bir hızla değişmesinden dolayı Sayın Başbakan söylediklerinin arkasını getiremiyor…
Zaman içinde de unutulup gidiyor. Ve her şey “Eski hamam, eski tas” haline dönüyor.
Türk-Arap ilişkileri konusunda söyledikleri de umarım aynı akıbete uğramaz! Zira konu önemli: Konu ezber bozucu mahiyette…
Önce ezberimize bakalım…
Beyinlerimize tâ ilkokuldan beri işlenen temaya göre, “Araplar bizi arkadan hançerledi”…
Araplara söylenenler ise bunun tam tersi: “Türkler sizi yüzyıllar boyu sömürdü”!..
Hâlbuki ikisi de doğru değil: Ne Araplar Türkleri arkadan vurdu, ne Türkler Arapları sömürdü. Bu sadece bir İngiliz propagandasıdır.
İngilizler petrol yataklarına hâkim olmak için hazırladıkları plânın gereği olarak Osmanlı Devleti’ni parçalamak istiyorlardı. Bunun için de Arapları ayaklandırmaları gerekiyordu. Şerif Hüseyin’i plânlarının piyonu olarak kullandılar.
Sultan II. Abdülhamid, Şerif Hüseyin’in “kullanılmaya müsait” mizacını iyi bildiği için ailesiyle birlikte İstanbul’a getirdi, “Mir-i miran” (“Beylerbeyi” anlamına gelen bu farsça terkip son padişahlar için de kullanılırdı) rütbesi verdi ve hatırı sayılır bir maaş bağladı. Amaç Hüseyin’i kontrol altında tutmaktı.
Lakin iktidar İttihad-Terakki’nin eline geçince, II. Abdülhamid’in bütün tedbirleri gibi bunu da rafa kaldırdılar. Şerif Hüseyin’i milletvekili seçtirip Meclis-i Meb’usan’a (Osmanlı parlamentosu) aldılar. Çocuklarını da Hicaz’a gönderdiler.
Böylece Şerif Hüseyin, Osmanlı Parlamentosu’ndaki itibarını da kullanarak el altından İngilizlerle temas fırsatı buldu. Birinci Dünya Savaşı’nda yenileceğimiz anlaşılınca da Arabistan’a döndü ve İngilizlerin safına geçti…
İngiliz casusu meşhur Lawrence, İngiliz hükümetine dayanarak Şerif Hüseyin’e “Halifelik” ile “Arabistan İmparatorluğu” vaat etmişti. Hüseyin bunun cazibesiyle isyan etti. Topladığı ipten-kazıktan kurtulmuş 5.000 adamıyla bizim bazı birlikleri arkadan vurdu.
İttihad-Terakki önderlerinden Cemal Paşa’nın Arabistan’daki bazı hataları en çok ayaklanmacıların işine yaradı. Bu uygulamaları “Türkler bizi arkadan vuruyor” biçiminde değerlendirip İngilizlerin propaganda gücü sayesinde tüm Arabistan’a yaydılar.
Gerçekten de Cemal Paşa (Araplar ona “Seffah Cemal” diyordu) kabul edilemez birtakım işler çeviriyordu. En küçük suça en büyük cezayı veriyor, sehpalarda insanlar sallanıyor, meşhur Arap kabileler kafileler halinde Anadolu’ya gönderiliyordu (tehcir).
Birinci Dünya Savaşı sırasında Filistin ve Çanakkale cephesinde bizimle birlikte İngilizlere karşı savaşa katılan Arapları bizden soğutan olayların başında, işte bu Cemal Paşa’nın “tehcir” siyaseti ile keyfi idamları geliyor…
Gerçekten bu siyasetin kabul edilebilir bir tarafı yoktu. Cemal Paşa, “Arap milliyetçisi” olarak tanımladığı aydınları ya Şam’da idam ettiriyor, ya da sürüyordu.
Bu süreçte binlerce Arap zorunlu olarak Anadolu’ya göç ettirildi. Türk-Arap birlikteliğine en büyük darbe ise yine Cemal Paşa’nın 6 Mayıs 1916’da Şam’da 21 Arap aydınını idam ettirmesi oldu.
Sözün burasında bir ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum: Araplar arasında ayrılıkçı milliyetçiliği Müslüman Araplar değil, Hıristiyan Araplar başlatmıştır.
Müslüman Arapların çoğu “Osmanlı hükümdarlarını yabancı bir sömürgeci güç olarak değil, sadece Arap kökeninden olmayan, iktidarda bir hanedan olarak görüyorlardı ve Osmanlı Devleti ve hanedanı Müslüman kaldıkça ve Arapların hayat tarzına saygılı oldukça, özlemlerini yerine getirmeye söz verdikçe ve onları Avrupa işgaline karşı korudukça, itaat etmekten geri kalmıyorlardı.” (Prof. Dr. Kemal Karpat).
Gerçek bu merkezde olmasına rağmen, Avrupa'nın büyük emperyalist ülkeleri, Papalık ve enternasyonal Siyonizm’in çabalarıyla etkili bir karalama kampanyası açıldı ve maalesef başarıya ulaştı.
Araplar hafızamızda “hain” olarak, biz Arapların hafızasında “emperyalist” olarak damgalandık. Bu kara damga zamanla etkisini artırdı: İngiliz siyasetinin kendilerine “ikram” ettiği bölgelerde, kimi “kral”, kimi “emir”, kimi “sultan”, kimi de “başkan” unvanlarıyla hüküm süren diktatörlerle buna paralel olarak Türkiye’de hüküm süren “Şeflik rejimi”, kendi menfaatleri ekseninde Türk-Arap düşmanlığını körüklediler…
Sonunda iş Tayyip Bey’in yakındığı noktaya geldi: Kimi bilinçli, kimi bilinçsiz, köpeklerine “Arap” ismi veren Türkler türedi…
“Ne Arab’ın yüzü ne Şam’ın şekeri”, “Arap saçı gibi karışık”, “Yalanım varsa Arap olayım”, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” şeklindeki sözler de aynı düşüncenin mirasıdır.
Daha da ileri gidilip Türk-Arap düşmanlığı karşılıklı olarak ders kitaplarına işlendi.
Afet İnan’ın Atatürk’ün emriyle kaleme aldığını söylediği, “Vatandaş için Medeni Bilgiler” isimli kitaptaki ifadeler, Arap nefretinin nereye kadar vardığını gösteriyor:
“Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra bu din (…) Türk milletinin milli rabıtalarını (bağlarını) gevşetti”.
Sonuç: Türklere “ihanet” eden bütün Araplar değil, sadece Şerif Hüseyin’in kabilesidir. Toplamı 5.000 kişi kadardır ve savaşın gidişatını değiştirecek bir etkisi olmamıştır…
Ayrıca bu isyan büyük Arap kabilelerinde nefretle karşılanmış, Şerif Hüseyin dışlanmış, Arapların çoğu bizimle birlikteliğini sürdürmüştür.
Sözlerimizi konunun uzmanlarından biri olan Dr. Zekeriya Kurşun’un tespitiyle bitirelim: “I. Dünya Savaşı’nda Türk Ordusu ile beraber çeşitli cephelerde Türklerle omuz omuza çarpışan Arapların büyük yararlılıklar gösterdikleri bir hakikattir.”
Yani “Arapların bizi arkadan hançerlediği” propagandası koskoca bir yalandan ibarettir.
Vakit
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.