Mustafa ULUSOY
Aşk-bekanın gölgesine yapışmak-2
Parmaklarının ucunda atıyor hayatın nabzı.
Gözlerinde ışıyor yaşam.
Güneş senin içinde doğup batıyor. Kar hislerinin üzerine yağıp eriyor.
Karla birlikte sen de eriyorsun, güneşle birlikte her gün battığın gibi.
Ağaçların dallarının ucunda patlayan tomurcuklar kalbinin içinde çiçekleniyor. Yine kalbinde sararıp soluyor çiçekler.
Bulutlar kalbinin üzerinde süzülüyor. Kuşlar ruhunda cıvıldaşıyor.
Kuşlar ruhunda sus pus oluyor.
Her şey sana şöyle bir uğruyor.
Bir uğrak yerisin.
Hangi gölge kalıcıdır, söylesene?
Kalmaya, dizlerinde derman kalmıyor varlıkların.
Gidiyorlar.
Gitmeyin, kalın, diyorsun.
Sanki sağırlar.
Yalvarıyorsun. Israrcı bir ev sahibi misali. Biraz daha kalın, diye.
Bir hoşçakala bile lüzum görmüyorlar.
Kederle kızgınlık çarpışıyor içinde.
Yalnızlık kaygısıyla yüzüstü bırakılmanın öfkesi sarmaş dolaş, sana arkadaşlık ediyor.
Yine kedere kaldın işte.
Varlıklar bir gölge.
Hatta belki de gölgelerin gölgeleri.
Onlar kucağında tutmak, nafile bir çaba.
Bir damlanın içinde yansıyan ışığı, güneş sanıyorsun.
Sevincin adı veda olmuş bu dünyada. Buluşmanın adı ayrılık. Sevmenin adı gitmek.
Yok hayır, kaçırma bakışlarını.
Gözlerini, varlıkların üzerindeki fanilik damgasına dik. Başka çare yok. Başka bir yolu yok şifanın.
Öyle diyor ya Zamanın Bedii: ''Hüsün ve cemalleri üstünde fânilik damgasını görür, alâka-i kalbi keser. Eğer kesmezse, mahbupları adedince mânevî cerihalar (yaralar) oluyor.''
Kaçırma gözlerini faniliğin üzerinden.
Bir kere daha bak, bin kere daha bak.
İçin sızım sızım sızlayana dek bak.
''Fanilik damgası'' kalbinin şifası.
Sonra da şöyle de: "Madem o hadsiz mahbubat fânidirler, beni bırakıp gidiyorlar. Onlar beni bırakmadan evvel ben onları Yâ Bâkî Ente'l-Bâkî demekle bırakıyorum. Yalnız Sen bâkisin ve Senin ibkân ile mevcudat beka bulabildiğini bilip itikad ederim. Öyleyse, Senin muhabbetinle onlar sevilir. Yoksa alâka-i kalbe lâyık değiller."
''Bütün firaklardan gelen feryatlar, aşk-ı bekadan gelen ağlamaların tercümanlarıdır.''
Yaratılır yaratılmaz, tutuşmuştun bekaya.
Hep sonsuzluk için ağladın. Hep ebediyet için kederlendin.
Şair'in (Pedro Salinas) dediği gibi, ''Bir gece gölgeye kapılmış, tutuluvermiştin.''
Tutulduğun kendi bekan değildi.
''Bendeki aşk-ı beka, bendeki bekaya değil, belki sebebsiz ve bizzât mahbub olan kemal-i mutlak sahibi, Zât-ı Zülkemal'in ve Zülcemal'in bir isminin bir cilvesinin mahiyetimde bir gölgesi bulunduğundan, fıtratımda o Kâmil-i Mutlak'ın varlığına ve kemaline ve bekasına müteveccih olan muhabbet-i fıtriye, gaflet yüzünden yolunu şaşırmış, gölgeye yapışmış, âyinenin bekasına âşık olmuştu.''
Baki olan Mutlak Varlık, isminin tecellisini koymuş içine. Kendi bekanı, kendi sonsuzluğunu iste diye değil, O'nun sonsuzluğunu talep et diye. O'nun Baki ismini talep et diye. O'nun Baki ismine ayna ol diye.
Ne yapmalı peki? Ne etmeli?
Nedir bizim en mühim işimiz, bu fanilerin arasında bir fani olarak?
''Elbette insana en lâzım iş, en mühim vazife, o Bâkîye karşı alâka peydâ etmektir ve esmâsına yapışmaktır. Çünkü Bâkî yoluna sarf olunan her şey bir nevi bekaya mazhar olur.''
Gün gelir, devran döner.
Sen de gidersin. Ardında bıraktığın gözler senin için yaş döker bu sefer.
Aklına geldikçe, için titriyor.
Kim bilir, her an gidiyorsun.
Varsın olsun. Gitmeyen birine bağlı ya kalbin.
Bu da kalbinin esintisi olsun.
Zaman
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.