Şahin DOĞAN
Ateist İle Müslüman Tartışması -6
Ateist: Siz Müslümanlar Kuran’ın eşsiz bir ifade ve edebiyat harikası olduğuna inanıyorsunuz. Hatta her fırsatta sadece kendi döneminde değil gelecek bütün zamanlar için de edebi bir şaheser olduğunu söylüyorsunuz. Fideist (İmancı) bir bağlam içerisinde düşündüğümüzde bu inanışa diyecek sözümüz olamaz. Zaten her inanç mensubu kendi kutsal kitabına veya metinlerine böyle bir ön-inanç ile yaklaşıyor. Ama bunu iman gibi sübjektif bir alandan çıkararak bilimsel olan objektif alana taşıyınca durum çok farklılaşıyor. Sözgelimi bilimsel bir gözle Kuran’a baktığımızda hem içerik hem metin açısından birçok sorunla karşılaşıyoruz. İçerik açısından, bazı zaman insana bıkkınlık duygusu veren, sonu gelmeyen gereksiz denebilecek uzun tekrarlar var. Bazı Kur’an yorumcularının (müfessir) ifadesine göre sadece Musa’nın başından geçenler 30’dan fazla yerde geçiyor. İnsan yapımı normal ve sıradan bir kompozisyonda bile gördüğümüz konu bütünlüğü, giriş-gelişme-sonuç gibi zorunlu mantık örgüsünü Kuran da bulamıyoruz. Konudan konuya atlama, konular arası keskin ve alakasız geçişler yapma onun ayırt edici özelliği gibi. Bu kadar dağınıklık, kopukluk ve uyumsuzluk Tanrı eseri olduğu varsayılan bir metne hiç mi hiç yakışmıyor. Böyle olduğu halde onun eşsiz bir edebi harika olduğunu söylemek bizce rasyonel değil, irrasyonel bir tutum.
Müslüman: Şunu peşinen kabul ediyorum; Kuran-ı Kerim’in hem içerik hem metin açısından eşsiz bir edebi harika olmasının birincil nedeni dediğiniz gibi ona olan imanımızdır. Evet “imancı” bir gözle baktığımız için Kuran, içerisinde lüzumsuz hiçbir sözün olmadığı, bütünüyle Allah’ın yüce katından nazil olmuş eşi benzeri olmayan, kalplere şifa kaynağı ilahi bir kelamdır. Ancak bizim bu imanımız Fideizm ile karıştırılmamalı. Çünkü bizce Kuran’a dayalı her söylem, meşruiyetini, sadece kendisine inananların kabullerinde bulmamalı, karşıtlarınca yöneltilen itirazları geri çevirebilmelidir. Bu ise söylemin dayandığı kavramların ve bu kavramlardan hareketle elde edilen esasların hesabını vermesiyle mümkün olur. Kuran’ı anlamanın nesnel koşullarından söz etmekten kaçınan her teori, işte bu yüzden fideisttir. Fideizm ise içine kapanmayı, iddialarını açıkça seslendirmemeyi öngördüğünden, karanlığı sever, iddiasızdır, tutuktur, başkaldırmaz, meydan okumaz, eleştirmez, eleştiriye açık olmadığından eleştirel tutumları hoş görmez. Oysa İslam her şeyden önce bir “başkaldırı”, bir “meydan okuma” şeklinde ortaya çıktı, eleştirdi, karşı çıktı, eleştirilmeyi, karşılık görmeyi göze aldı, esaslarını açıkça ve herkesçe kabul edilebilir koşullarının olduğunu söyledi, hatta kendisine yöneltilen eleştirilere kutsal metninde yer vermekten çekinmedi. Tartışmamızın başında da bir parça değinmeye çalıştığım gibi O’na objektif olarak bakmayı önermeniz ikinci şık olan yani Kuran-ı Kerim’i Allah kelamı değil de normal bir insan sözü olarak değerlendirmeye gizli bir çağrıdır ve bu çağrı bizce aynı zamanda sinsi bir tuzaktır. Kaldı ki iman alanı, sübjektif olmakla birlikte bütün bütün gerçeklikten kopuk bir alan değil. Anladığım kadarıyla açıklamaya çalıştığınız husus Kuran’ın menşei ile alakalı bir sorun değil Kuran’ın üslubuyla alakalı bir sorun. Bahsini ettiğiniz noktalar Kuran’ın tarihini ve bilhassa metin düzenini bilmemekten kaynaklanıyor. Kuran, bilindiği üzere yazılı bir hitap değil sözlü bir hitaptır. Masa başında kompoze edilmiş yazılı bir metnin beklentileriyle ona yaklaşmak büyük bir hatadır.
Ateist: Bunu sadece biz ateistler değil bazı Batılı düşünürler de söylüyor. Reinhart Dozy ve Thomas Carlyle bunlardan yalnızca ikisi. İsterseniz önce Dozy’i dinleyelim: “Pek ziyade muhtelif tarihlerde varid olan vahiyler şimdi bil-nizam yekdiğerine karışık bulunur ve böyle bir karışıklık başka hiçbir kitapta hükümran değildir. Ve ezcümle bu keyfiyettir ki Kuran’ın kıraatini bu kadar çetin, bu kadar sıkıntılı kılar. Eğer kitap devirlere göre tanzim edilmiş olsaydı, şüphesiz daha ziyade lezzetle okunurdu. Fakat benim fikrim sorulursa ben şuna kailim ki az maruf kütüb-i kadime-i Arabiye içinde Kuran kadar az hüsn-i zevk gösteren, Kuran kadar az asli olan, Kuran kadar ifrat derecede mutnap ve usandırıcı bir kitap tanımıyorum. (R.Dozy, Tarih-i İslamiyet, çev. Dr. Abdullah Cevdet, s. 153-156, Mısır 1908) Şimdi sıra Carlyle de: “Şunu belirtmek zorundayım ki benim en zahmet çekerek okuduğum kitaplardan biri de Kurandır. Karışık, usanç verici bir düzensizlik, anlaşılması güç bitmez tükenmez tekrarlar, karmakarışık ifadeler; kısacası çekilmez bir saçmalık! Bir Avrupalı Kuran’ı ancak bir vazife hissinin baskısı altında okuyabilir; tıpkı devlet arşivlerinde okunması güç evrak yığınları gibi. (Thomas Carlyle, Kahramanlar, s. 108-109. Çev. Behzat Tanç, İstanbul 1976)
Müslüman: Reinhart Dozy ve Thomas Carlyle ‘nin ifadelerinin bir önyargının hatta bir düşmanlığın eseri olduğu çok açıktır. Kuran-ı Kerim’i, Hz. Muhammed’in (s.a) söylemiş ve yazmış olduğu inancından kaynaklanmaktadır. Bu Ancak bu ifadeleri sadece İslam’ı inkar eden birinin psikolojisiyle izah etmek yeterli olmaz. Çünkü; Kuran-ı Kerim’in nuzulü, bilindiği gibi yirmi küsur yıllık bir süreç içerisinde parça parça (müneccemen) nazil olmak suretiyle tamamlanmış ve bu sebeple Kuran-ı Kerim, bir defada nazil olmadığı gibi yazılı metinlerin düzeniyle giriş-gelişme-sonuç şeklinde de kompoze edilmemiştir. Metnin kurgusu, birbiriyle irtibatlı ve fakat müstakil parçalar halinde ve farklı topluluklara hitaben nazil olmuştur. Bu keyfiyet Kuran metnine hem dili hem de kompozisyonu açısından nev-i şahsına münhasır bir özellik kazandırmıştır. Kuran-ı Kerim özü itibariyle yazılı bir metin değil, tam tersi onun hakim vasfı meşfuh (ağızdan çıkan) ve mesmu (işitilen) bir hitap olmasıdır. Batılıların ve Kuran-ı Kerimle çeviriler yoluyla tanışan hemen herkesin Kuran’ı okurken müşkilata düşmelerinin en önemli nedeni budur. Çünkü bu kimseler Kuranda bir yazılı metnin tertibini, dilini ve üslubunu aramakta, bulamadıklarında da şaşırıp kalmaktadırlar. Yazılı metnin kompozisyonuna, diline, üslup ve zevkine alışmış bir kimsenin bu perspektiften hareketle yazısız kültüre ait bir metnin kompozisyonunu, üslup ve zevkini sağlıklı olarak değerlendirmesi mümkün değildir. Calib-i dikkat olan husus, Kuran’ı ve Hz. Resulullah’ı (s.a) tezyif etmekte hiçbir fırsatı kaçırmamış olan müşriklerin ve Ehl-i Kitab’ın Kuran-ı Kerim’in üslubuyla alakalı olarak bu tür bir tezyifatta bulunmamış olmalarıdır. Onların inkarları genellikle ya Kuran’ın ilahi menşei ya da mesajı ile alakalıydı. Kuran’ın üslubuna gelince bunu eleştiri konusu yapmak şöyle dursun müşrikler mesajına karşı çıktıkları halde Kuran’ın üslubu karşısında hayranlıklarını gizleyememişlerdir. Dozy ve Carlyle’in “sıkıcı” ve “çetin” bularak okudukları “karışık, usanç verici bir düzensizlik, anlaşılması güç, bitmez-tükenmez tekrarlar, insanın soluğunu kesen uzunluklar, karmakarışık ifadeler” olarak nitelendirdikleri Kurani üslup, sözlü metinlere ait bir üsluptur. Yazılı bir metinde okunduğunda sıkıcı ve çetin bulunan bu üslup, dinlenildiği takdirde kelimenin tam anlamıyla büyüleyicidir. Sanırım buradaki asıl mesele değişik zaman ve mekanlarda irad edilmiş müstakil hitapların bir defada ve yazılı metinde- hem de yazılı metnin hususiyetlerini görmek beklentisiyle- okunmasıdır. Tekrarlar, hitabet sırasında dinleyiciyi sıkan ve bunaltan bir unsur değil, sözlü kültür mensubunun hafızasını tazeleyen, konuşmaya canlılık katan, hatta hitabı başarılı kılan bir özelliktir. Bu sözlü dile (konuşmaya) mahsus bir özelliktir. “Karışık ve usanç verici düzensizlik” şeklinde nitelenen kompozisyon şekli, yine hitaba özgüdür; hitabın, hitabetin bir özelliğidir. Dinleyicinin mesajı algılamasını, dikkatle dinlemesini sağlayan, hitabın dinlenmesini zorlaştıran değil kolaylaştıran, ilgiyi azaltan değil artıran bir özelliktir. Kısacası, sözlü metinleri başarılı kılan kıstaslarla, yazılı metinleri başarılı kılan kıstaslar birbirinden oldukça farklıdır. Bundan dolayı, Kuran-ı Kerim’i yazılı metinlerin ölçüleriyle değerlendirmek ve bu farklı ölçülerden hareketle bir hükme varmak tek kelimeyle cehalet eseridir. (Daha geniş bilgi için bkz: D.Cündioğlu, Kuran Çevirilerinin Dünyası, Kaknüs yay, 2. Baskı, Eylül 2005)
Ateist: Açıklamalarınız gerçekten de ikna edici ama sorunu ortadan kaldırması bakımından yetersiz gibi duruyor. Çünkü sözünü ettiğiniz gibi Kuran’ın edebiliği sözlü kültür mensubu insanlar için bir anlam ifade ediyorsa yazılı kültür mensubu insanlar için herhangi bir anlam ifade etmemesi lazım. Yani dolaylı olarak bizim itirazımızı haklı görüyorsunuz. Durum bu minvalde olunca başta da dediğim üzere Kuran’ın hitabı gerek içerik gerekse metin açısından (sözlü kültür mensubu olmalarından dolayı) o dönem insanları için sahici bir anlam ifade eder. Kuran, şifahi kültür ortamı içerisinde anlam kazandığına, şifahi kültür ortamının ise 1400 yıldır bittiğine göre, bu süre içerisinde Kuran mesajına muhatap olan insanların ondaki edebi değeri görmeleri ve layıkıyla anlamaları mümkün gözükmemektedir. Kısacası “meşfuh (ağızdan çıkan) ve mesmu (işitilen) bir hitap olmasıdır” gibi anlatımlarınıza göre Kuran’ın edebi değerini o dönemde onun indirilişine tanık olan insanlar dışında bir kimsenin anlaması mümkün değil.
Müslüman: Kuran-ı Kerim’in tarihin bütün dönemlerinde yaşayan insanlara aynı ölçüde hitap eden ilahi bir kelam olduğu kuşkusuzdur. Aynı şeklide Kurandaki edebi güzelliği en iyi anlayan ve takdir edenlerin ilk dönem muhatapları olduğu da kuşkusuzdur. Sonraki muhataplar onun nazil olduğu ortamı bizzat yaşamadıklarından ilk dönem muhatapları gibi tam manasıyla onu zevk edememeleri tabiidir. Katade, Mukatil Bin Süleyman gibi bazı ilk dönem müfessirleri bu zamansal-zeminsel mesafeyi kısmen kapatmak için ayetlerin nazil olduğu ortamı, kişileri, olayları kısacası sözün söylendiği zamanki bütün unsurları (esbab-ı nüzul) hesaba katarak ayetleri tefsir etmeye çalışırlardı. Bu kıymetli faaliyet Fahrettin Razi’nin Mefatih-ül Gayb isimli anıt tefsiriyle zirveye ulaşmıştır. Böylece yazılı kültür ortamı mensupları olan sonraki muhataplara ilk dönem muhataplarıyla bir parça duygudaşlık ve empati kurma imkanı sağlayarak ortadaki güçlüğü telafi etmeye çalışırlardı. Merhum Muhammed İkbal’in “Kuran’ı sanki sana nazil oluyormuş gibi okuyun” deyişindeki ince mana budur. Her şeye rağmen Kuran’ın yazılı bir metin haline gelmiş olması onun edebi bir şaheser olma vasfına bir halel getirmez. Sanırım, Kuran-ı Kerim’i bir çeviriden okuduğunuz için böyle bir yargıya varıyorsunuz. Kuran’ın Arapça orijinalini okuyabilme şansınız olsaydı ondaki edebi lezzeti, olağanüstülüğü, eminim siz de tecrübe ederek görebilirdiniz. Çünkü özellikle ‘edebi vasıf’ her şeyden önce Kuran’ın elimizdeki yazılı metninde mündemiçtir. Hasılı, Kuran-ı Kerim yüzyıllar içerisinde, Müslüman alimler tarafından büyük emekler sonucu şifahi (sözlü) kültür ortamının bütün malzemeleri korunarak ve hesaba katılarak tefsir edildiği için varsayılan sorun bu sayede kendiliğinden ortadan kalkmış oluyor.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.