
Bahri YAĞMUR
Kosova Notları-I
Aslında bir önceki yazımın tarihi Kosova’nın kurtuluş gününe denk geliyordu, ancak Vahapzade’nin ölüm yıl dönümüyle çakıştığı için geçen hafta Vahapzade ile ilgili yazımızı yayınlamıştık. Şimdi aşağıya 2003 yılındaki Kosova izlenimlerimizi sunuyoruz.
Nerede olsam çıkıyor karşıma bir kanlı ova.
Sen misin, yoksa hayalin mi, vefâsız Kosova?
Hani binlerce mefâhirdi senin her adımın?
Hani sînende yarıp geçtiği yol Yıldırım’ın?
Hani asker? Hani kalbinde yatan şâh-ı şehîd?
Ah o kurbân-ı zafer nerede bugün? Nerede o ıyd?
Söyle Meşhed, öpeyim secde edip toprağını:
Yok mu sende Murâd’ın iki, üç damla kanı?
Mehmed Âkif ERSOY
Kosova’nın başkenti Priştine’nin üzerine gelip, aşağılara baktığınızda yanlışlıkla bir Anadolu şehrine geldiğiniz zannına kapılabilirsiniz. Yukarıdan avucunuza sığacak gibi gördüğünüz köylerin şahadet parmakları camiler selâmlar sizi, aşağılardan. Zemin dillenir, “ben İslam diyârıyım, ben özbeöz Türk diyarıyım” der toprak...
İşte bu duygularla indik, Kosova hava alanına. Her şey bizden burada: İnsanlar, konuşulan dil, isimler, gülen yüzler, sıcak ilgi. Ancak yabancı olan bir şeyler var, birileri var bizden olmayan buralarda. Hava alanında bir Alman polisi pasaportumuzu alıp bizi alıkoyuyor, Almanca bir şeyler geveliyor ağzında, yüzümüze neden geldiniz der gibi bakıyor. Uçakta tanıştığımız bir Arnavut araya giriyor, burada yakınlarımızın olduğunu, bizi bekleme salonunda beklediklerini söylüyor. Söylediği suç oluyor, o da alıkonuluyor, onun pasaportuna da el konuluyor. Lâf anlayan yok. Neden sonra Türk polisi geliyor, gavura anlatamadığımız derdimizi ona anlatıyoruz. Pasaportumuzun fotokopisi alındıktan sonra salıveriliyoruz.
Dostlarımızın yaşadığı Prizren’e giderken Murat Hüdavendigâr’ın türbesinin Priştine’ye üç kilometre mesafede bir mahalde olduğunu öğrenip Koca Şehit Murat Han’ın türbesine doğru ilerliyoruz.
Sultan Murat, Orhan Gazi’nin oğludur, Balkanlar’daki fetih hareketinin öncüsü olmuş, I. Kosova Savaşı’nı kazanarak Müslüman Türk’ün buralarda yurt edinmesini sağlamış, devrinde devşirme sistemini uygulayarak acemi ve yeniçeri ordularını kurmuş bir Osmanlı sultanıdır.
20 Haziran 1389’da teşekkül eden bir Haçlı Ordusu, Balkanlardaki Osmanlı direncini kırmak amacıyla büyük bir ordu tertip etmiş, Osmanlı Ordusuna büyük kayıplar vererek yenik düşmüştür. Savaş sonrası muharebe meydanını gezen büyük hükümdar Murat Hüdavendigâr, Miloç Obiliç adında bir Sırp tarafından şehit edilmiş, sultanın iç organları adı geçen yere defnedilmiş, naaşı ise Bursa’ya götürülmüştür. Sultan Murat’ın buradaki türbesine “Meşhed-i Hüdavendigâr” adı verilmiş, meşhede zamanla bu diyârlarda hizmet eden Osmanlı devlet adamları da defnedilmiştir. Rıfat Paşa, Hafız Mehmed Paşa, Türbedâr Buharalı Ali Hacı bunlardandır.
Osmanlı hükümdarları meşhede büyük önem vermişler. II. Abdülhamid, 1896 tarihinde burayı ziyarete gelen misafirlerin barınması amacıyla türbe yanına iki katlı bir misafirhane yaptırmış, Sultan Reşâd ise 1911 yılında türbenin hemen karşısına bir çeşme inşa ettirmiştir.
Türbenin avlu kapısından içeri girdiğimizde yedi yüz yıllık olduğunu öğrendiğimiz bir çınar ağacı ile Buharalı Ali Hacı torunlarından Nur yüzlü türbedâr teyze karşıladılar, bizleri. Zaman, çınar ağacının gövdesini ikiye ayırırken, teyzemizin alnına derin çizgiler resmetmiş.
Türbeyle Buhara’dan gelmiş “Türbedârlar Ailesi” mensubu bu teyzemiz ile ailesi ilgilenmekte ve aile Abdülhamid’in inşa ettirdiği misafirhanede ikamet etmekteler. Şikâyet hep aynı. “Buralarla ilgilenen yok” diyor türbedâr hanım teyze. Ve ekliyor “Türkiye’den gelen hemen her devlet adamı burayı ziyaret ediyor, burayla ilgileneceklerine dair bizlere söz veriyorlar. Ancak ne hikmetse Türkiye’ye gittiklerinde sözlerini unutuyorlar. En son İstanbul Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna burayı ziyaret etti ve gereken yardımı yapacağına dair söz verdi, başkanın yardımlarını bekliyoruz.”
Kim der ki burada cihanı titreten bir cihan devletinin koca hükümdarı yatıyor. O kadar mütevazi bir yer ki burası. Birkaç halı ve kilim, üç beş kitap, bir sarık ve yeşil bir örtü... Sırplar buraya geldiklerinde türbe içerisindeki Türkçe ve yabancı dillerde yazılmış kitabeleri tahrip etmiş, okunamaz hale getirmişler. Defalarca hırsız girmiş, bir defasında türbenin ihtiyaçları için ayrılan yardım paraları diğerinde ise türbenin halıları ve kıymetli eşyaları çalınmış. Türbedâr Teyzemiz derin bir iç geçirerek “Ah hiç sormayın, o gün benim için bir kabustu, türbemi böyle çıplak bırakamazdım, göz yaşlarım içerisinde derhal koşup çeyizimdeki halı ve kilimleri getirdim de serdim Sultanıma” diyor.
Hanım teyze, türbenin hemen bitişiğindeki misafirhaneyi gezdiriyor ve Kosova Türk Taburunun türbeyle ilgili hazırladığı kitapçığı hediye edip uğurluyor bizi.
Prizren‘e doğru hareket ediyoruz. Yol boyunca hemen hemen iç içe geçmiş Sırp, Arnavut ve Türk köylerinden geçiyoruz. Ve her on kilometrede bir karşımıza beşerli onarlı gruplar halinde defnedilmiş UÇK askerlerinin şehitlikleri çıkıyor. Şoförümüz Sabri Amca, “Allah, o günleri bir daha göstermesin, çok adam kesti burada Sırplar, çok... Askerler neyse de bre zalimler çoluk çocuklarımızdan ne istediniz...” diyor boğuk sesiyle.
Yaklaşık bir buçuk saat sonra Prizren’e ulaşıyoruz. Prizren, Müslüman Türklüğünü başkent Priştine‘den daha çok yansıtan şehir. Şehrin yüzde doksan beşi Türk ve Müslüman. Prizren, yirmi altı camisinde okunan ikindi ezanlarıyla selâmlıyor bizi.
Buralarda hala savaşın izlerini görmek mümkün. Hatta savaşın kendisini desek mübalağa etmiş olmayız. Bu görüşümüzü yol boyunca sıklıkla karşılaştığımız UN ve KFOR araçları destekler gibi.
Kosova’daki ikinci günümüzün gece yarısında beş-altı el silah sesinden sonra büyük bir patlama aralıyor uykumuzu. Patlamanın nedenini ancak ertesi günün akşamı öğrenebiliyoruz. Kaldığımız evin çok yakınındaki UN binalarından birine bombalı saldırıda bulunulmuş ve UN araçlarından ikisi havaya uçurulmuş. Kendi kendimize “Ölümün yakın olduğunu bilirdik ama ölüm, Kosova’da insanlara sanırız, bizimkinden daha yakın” diye geçiriyoruz.
Bir akşam “Şadırvan”a gezmeye gidiyoruz ancak evden çıktığımıza çıkacağımıza pişman oluyoruz. Hemen her köşe başını zırhlı araçlarıyla kesen Alman askerleri, küçük-büyük, kadın-kız demeden arama yapıyorlar. İnsanlar bundan tedirgin oluyor. Öfke birikiyor Kosova’da... Bizi güya Sırplardan kurtarmaya gelenlerin yaptıklarına bak, şerefsizler, namussuzlar... Küfrün bini bir para. Çok geçmeden bu sıkı aramaların sebebini öğreniyoruz. Şehir dışındaki bir köyde Arnavutların üç Sırp çocuğunu öldürdüğünü öğreniyoruz.
Prizren’deki Türklerle sohbetimiz sırasında bazıları “Buradaki karışıklığı asıl bu Birleşmiş Milletler askerleri bilhassa Almanlar çıkarıyorlar, aldıkları para korkunç miktarlarda. Buralardan giderlerse bu rantı nerede bulacaklar. Duyduğumuza göre bir Alman askeri ayda altı bin Euro maaş alıyormuş. Hal böyle olunca elin gavuru buraların olaysız olmasını ister mi hiç” diyorlar.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.