Gülay GÖKTÜRK
Barış çöktü mü?
PKK muradına erdi. Aylardır süren kışkırtmalardan, provokatif eylemlerden, vahşi cinayetlerden sonra nihayet, devletin bütün hışmıyla üzerine yürümesini sağlamayı başardı.
Hükümet, hükümet olmanın gereğini yaptı. Bir ayda 40 askerini şehit eden, ülkenin Güneydoğu bölgesini haraca kesen, halka nefes aldırmayan, devlet içinde devlet kurmaya kalkan terör örgütüne karşı saldırıya geçti.
Şimdiye kadar barış için çok uğraşmış kesimlerde büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor.
Barış çöktü, yeniden başa döndük diyorlar. Bense barışın çöktüğüne inanmıyorum. Hiçbir toplumun yaşadıklarını ve bu yaşanmışlıklardan oluşturduğu bilinci unutup başa dönebileceğine de... Hatta barış için yeni bir imkân doğabileceğine inanıyorum. Tabii belli koşullar yerine getirilirse...
Nedir bu yeni imkân?
Yaşadığımız süreç bize savaştan beslenen, varlığını savaşa borçlu olan iki mihrak etkisiz hale getirilmeden barışın imkânsız olduğunu öğretti. Bu mihraklardan biri ordu içindeki Ergenekon'du. Diğeri de barıştan ölüm gibi korkan PKK.
Siz ne kadar iyi niyetli olursanız olun, ne kadar demokratik açılım yaparsanız yapın, yüzyıllık bir yarayı kanatmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan bu iki mihrak (artık hepimizin çok iyi bildiği yöntemlerle) barış sürecini provoke etmeyi başarabilirdi ve nitekim de başardı.
Şimdi geldiğimiz noktada bunlardan birisi, yani Ergenekon çetesi büyük ölçüde etkisiz hale getirildi. Ama yine de, ordu içindeki kalıntılarının terörle mücadele içine sızma, bu mücadeleyi provoke etme çabaları olacaktır. Bunları önlemenin yolu da, terörle mücadelenin artık tamamen sivil iradenin inisiyatif ve kontrolünde yürümesini sağlamaktır. Hükümetin açıklamalarından, "terörle mücadelenin yeni stratejisi" denilen şeyin ana fikrinin de bu olduğunu anlıyoruz.
Şimdi sıra, ikinci mihrakın yani terör örgütünün de etkisiz hale getirilmesinde.
Son aylarda bize, Kürt sorunu ile PKK'nın ayrı şeyler olduğunu; amaçlarının da, çıkarlarının da, kaderlerinin de ayrı olduğunu bizzat PKK gösterdi. Atılan her demokratik reformda biraz daha telaşa kapılıp vahşileşerek, Anayasa değişecek diye ödü koparak, Kürt mücadelesinin siyaset alanına kaymaması için elinden gelen her şeyi yaparak, parlamento platformunun kullanılmasını engelleyerek, Kürt halkının büyük çoğunluğu ile arasında bir çıkar birliği olmadığını, tam tersine çıkarlarının zıt olduğunu kör olmayan herkese göstermiş oldu.
Aslında bu hiç de şaşırtıcı olmayan, dünyadaki bütün terör örgütlerinde ortaya çıkan bir gelişmeydi. Şiddet böyle bir şeydir. Kullananı esir alır; kendisine bağımlı kılar. Şiddet onlar için bir varlık-yokluk meselesi haline gelir. Şiddet yok olduğunda onlar da yok olmaktan korkar. Başlangıçta "yüce amaçlar" için silaha sarılanlar bile bir süre sonra var oluşsal bir refleksle barıştan ölümden korkar gibi korkmaya başlarlar.
PKK'nın başına gelen de budur. Ve bu niteliği ile bu örgüt barışın önündeki en büyük engeldir.
Bugün, Erdoğan hükümeti PKK'ya karşı büyük bir askeri harekât başlatabiliyorsa, sadece kendisinin değil, geniş kitlelerin de bu gerçeği gördüğüne inandığından başlatabiliyor. Böylesi bir askeri operasyon bütün toplum nezdinde meşru kabul edildiği için başlatabiliyor.
İçine girdiğimiz yeni dönemde barışın yeminli düşmanı olan bu ikinci mihrakın da etkisiz hale getirilmesi halinde, artık barışı tekrar konuşabilir hale geleceğiz.
Ama bir şartla: Özgürlük ve güvenlik politikaları bir arada ve aynı zamanda uygulanabildiği takdirde.
Yarın devam edeceğim.
Bugün
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.