Vehbi KARAKAŞ
Bayram sabahı haşir vaazı ve şok bir itiraf!
Bir bayram vaazımda öldükten sonra dirilişin izah ve isbatını yapmaya çalışmıştım. Kullandığım materyallerden biri Üstad Bediüzzaman’a ait olan: “Çekirdeğin mevti, sümbülün mebde-i hayatıdır.”[1] cümlesi idi.
Bu cümlenin kısa izahı şu idi: Çekirdeğin ölümü meyvenin, tohumun ölümü de başağın hayatının başlangıcıdır. Çekirdek ölecek, toprağa gömülecek ki meyve olabilsin. Tohum ölecek, toprağın altına girecek ki başağa dönüşebilsin, bir iken yüz olsun. Ölmeyene ve toprağın altına girmeyene hayat yok. Allah’ın kanunu böyle. Ebedî hayata giden yol, ölümden ve toprağa girmekten geçiyor… Fani dünyaya gelenler de ölümden (yokluktan) ve topraktan gelmiyor mu? Toprak ne mübarek bir element. İçine ölü giren diri çıkıyor. Eski giren yeni çıkıyor. Yaşlı giren genç çıkıyor. Toprağa bu özellikleri veren Allah’a hamt olsun.
Bayram sabahında herkes, barıştan ve kardeşlikten bahsederken, ben Üstad Bediüzzaman’ın bu ve benzeri cümleleri ışığında ahirete imanı anlattım.
Çünkü inanıyordum ki Ahirete imanı tam olmayanın, “bir gün yaptıklarımdan ve konuştuklarımdan hesaba çekileceğim” endişesini taşımayanın kardeşliği, barışı, komşuluğu güven vermez. Ahirete imanı tam olmayanın ticaretine, siyasetine, sözlerine, işine, icraatına güvenilmez. Sevgisi samimi olmaz. Ahirete imanı tam olmayanın hırsı bitmez, hasedi bitmez, hiyaneti bitmez, cinayeti bitmez, kul hakkından korkmaz. Binlerce, on binlerce insan öldürür, kılı kıpırdamaz, vicdanı sızlamaz. Ahirete iman tam olmadığı için Müslümanlar namaz kılmıyor, kılanlar da lanetlik işlerden uzak duramıyor. Ahirete iman gündemden çıkarıldığı içindir ki dünya cehenneme döndü. Böyle bir dünyanın gündemine ben de ahirete iman meselesini sokmaya çalıştım.
Haşir, yani öldükten sonra diriliş hakkındaki konuşmam, sabah namazından sonra başladı, bayram namazına kadar devam etti.
Dinleyicilerin bir hayli memnun olduklarını, bilahare onların gelip tebrik etmelerinden ve takdirkâr ifadelerinden anladım.
Tebrik ve takdir için gelenlerden biri vardı ki, tesbiti çok enteresandı:
- Hocam, dedi, ben 50 küsur yaşlarında bir insanım. Bu sabahki konuşmanız, benim yarım asırlık düşüncemi yıktı, dünyamı alt-üst etti.
- Nasıl? dedim. Anlatmaya başladı:
-Şimdiye kadar ben zannediyordum ki ahiret-mahiret, cennet-cehennem diye bir şey yok. Hocalar, Cennetle müjdeleyip cehennemle korkutmakla dünya nizamını korumaya, insanların huzurunu sağlamaya çalışıyorlar. Hep böyle düşünürdüm. Fakat sizin bu sabah ahiret hakkındaki akılları teslim alan izahınızı dinledikten sonra, gerçekten ahiretin var olduğuna inandım!"
İşin ilginç yanı da, bu sözü söyleyen zatın, elli küsur yaşlarında, çok kere camide, namazda gördüğüm biri olması!
Ahirete imanı böyle olan bir insanın, diğer iman esaslarına imanı nasıl olur, namazı nasıl olur, sosyal hayatı nasıl olur, bir düşünün. Saf zihinler bulanmasın diye bu “nasıl olur”ları daha fazla açmıyorum.
Onun için Allah müminlere seslenerek:
-Ey iman edenler! İman edin.[2] buyuruyor. İman etmiş insanlardan yeniden iman istiyor.
Neydi acaba o Allah’ın yeniden istediği iman?
Allah’ın istediği iman, tahkiki imandı. Ahireti dünyadan daha parlak gören ve gösteren imandı. Her varlıkta Allah’ın imzasını gören, gösteren imandı.
Hz. Ali de galiba: “Gayp perdesi açılsa, yani görmeden inandıklarımı bir an karşımda görüversem imanım artmaz.” sözüyle bu imanı anlatıyordu.
Peygamberimiz de: “İmanınızı lailaheillallah ile yenileyiniz.”[3] derken sanki yukardaki ayeti açıklıyordu. Yani sadece diliniz lailaheillellah demesin; halinizle de ve ahlakınızla da lailaheillallah deyiniz. Ve bunu her zaman yapınız. Şeriatı ve İslamiyet’i bütünüyle yaşayınız. Som iman kesiliniz, imanınızın gereği olan salih ameller işleyiniz. Allah’ı her yerde hazır ve nazır görünüz, adımlarınızı ona göre atınız. Yani lailaheillellah’ı bütün mertebeleriyle söyleyiniz.[4]
Namaz kıldığı halde ahirete imanı tam oturmamış o adamın bu ifadelerinden anladım ki mü'minlerin, iman ve marifet dersleriyle devamlı beslenmesi, imanlarının takviye edilmesi lâzım. Bu işi de bu asırda Risale-i Nur yapıyor. Çünkü o insana bu itirafı yaptıran Bediüzzaman’ın eserlerinden aldığım ve vaazımda işlediğim bir-iki cümle oldu.
Bu sebepten dolayıdır ki diyanet ve ilahiyat camiasını da dahil ederek diyorum ki: “Risale-i Nur’u ve Risale-i Nurdaki Haşir Risalesini okumak, bütün insanlara, özellikle de bütün Müslümanlara farzdır. İmamlarımıza, vaizlerimize, hatiplerimize, öğretmenlerimize ve üniversite hocalarımıza ise farz-ı ayindir.” Hatta bu eserler okullarda, üniversitelerde ders olarak okutulmalıdır. Öğretmenler, imamlar, vaizler bu cümlelerle derslerini, vaazlarını, hutbelerini süslemeli ve etkili hale getirmeli, bu milletin imanını kurtarmalıdırlar. İmanlar kurtulursa insanlar yanmaz, ormanlar yanmaz, darbeler, katliamlar olmaz, teröre ve şiddete tenezzül edilmez. Bütün insanlar kardeş olur, yurdumuz cennet olur, cennet hepimize yurt olur.
[1] Nursî, Said, Mektubat, 1. Mektup, 2. Süal.
[2] Nisa, 4/136
[3] Müsned , 2/359; et-Terğib ve’t- Terhib, 2/415
[4] Sözler, 19. Söz, 6. Reşha
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.