Bediüzzaman, olayları büyük resme bakarak değerlendiriyordu

Emirdağ Lahikası Müzakerelerinin On Yedincisinden Notlar

Bu haftaki müzakerelerde üzerinde durulan bazı noktalar ve bana düşündürdükleri:

  • Risale-i Nur Talebelerinin, Risalelerden bu suallerin cevaplarını bulmaları ve fiiliyata geçirmeleri elzemdir:

1. Risale-i Nur’un istikametli ve ihlaslı hizmeti için Risale-i Nur Talebelerinin siyasetle ilişkileri ne olmalı, mesafeleri ne olmalı?

2. Risale-i Nur Talebelerinin medya ile ilişkileri ve mesafeleri ne olmalı? Kirli bilgilerden muhafaza için neler yapılmalı?

3. Fiiliyat noktasında Risale-i Nur’daki şefkatin neresindeyiz? Risale-i Nur’un ders verdiği şefkat nedir ve nasıl tatbik edeceğiz? Üstadın bu konudaki uygulamalarının tetkik edilmesi ve mevcut halin değerlendirilmesi[i].

  • Bediüzzaman, Mekke-i Mükerreme’ye gönderilmesi düşünülen Risalelerin hacca gidecek zât tarafından götürülememesinin birkaç noktadan isabetli olduğunu söylemektedir. Bu noktalardan birini böyle ifade eder :”.. beraber götürememiş. Çok da isabetli olmuş. Çünki, benim ve Nur Şakirtlerinin namına şimdi bu mecmuaları göndermek, her halde inkişafa başlayan İslam birlik fikri ve ittihad-ı İslam siyaseti, Risale-i Nur’u kendine bir kuvvet, bir alet yapmaya çalışacaktı ve bizleri siyaset-i İslamiye’ye bakmaya mecbur edecekti. Halbuki Risale-i Nur’un mesleğindeki sırr-ı ihlas; iman, Kur’an hakikatlerinden başka hiçbir şeye âlet ve tâbi olamadığı…[ii]
  • , Risalelerin gönderilmemesinin isabetli olduğu ikinci nokta için Risalelerin müşteri aramadığını ve hakiki ihtiyacını hissedenlerin Risale-i Nur’u yarasının tedavisi için aramasının lüzumunu belirtiyor. O mübarek merkezler ise şimdilik Risale-i Nur’a hakiki ihtiyacını hissetmekten ziyade âlem-i İslam’ın hayat-ı dünyeviyesine ait cihetleri düşünmeye mecburdurlar diyor.

Üçüncü bir nokta da kader-i İlahi’nin, Nur Şakirtlerinin tam ihlasının muhafazası için şimdilik müsaade etmemesidir ki Bediüzzaman konu hakkında diyor: “Hem Nur mesleğinde benlik ve gösteriş bir nevi şöhretperestlik, merdud olduğundan, bu enaniyet zamanında insanlara kendini satmaya çalışmak ve beğendirmek, bir anda Nur Şakirtleri böyle büyük bir imtiyaz gibi bu eserlerle meşhur mevkilere kendilerini göstermek bir nevi gösteriş olması cihetiyle, Kader-i İlâhî, Nur şakirtlerini tam ihlasın muhafazası için şimdilik müsaade etmiyor.”

  • ’ın bu yorumlarından bir kez daha anlıyoruz ki olayları büyük resme bakarak değerlendiriyor. Her şeyden önce “ne olursa olsun yeter ki Risale-i Nur her yere derhal ulaşıp tamirat yapsın” gibi bir bakış açısı yok. Sırr-ı ihlasa halel verecek bir tarz ile Risalelerin intişarını muvaffakiyyet olarak değerlendirmiyor. Bir girişimin dünyaya bakan veçhi ile akîm kalmasını muvaffakiyetsizlik olarak da değerlendirmiyor. Kadere bakan veçhini ve Risale-i Nur ve Şakirtlerinin ihlasının muhafazasına bakan cihetini değerlendiriyor. Hakiki ihtiyacını hissetmeyenlerin ve nazarları başka meseleler, özellikle de geniş daire meseleleri ile ziyade alakadar olanların eline Risale-i Nur’ların geçmesiyle başka şeylere ve dünyaya alet edilebileceği tehlikesine dikkat çekiyor. Münasib vaktin beklenmesini önemsiyor. Sırran tenevveret esasına muvafık hareket ediyor.
  • ’ın Bedir Harbi için bile “en büyük bir hadise-i dünyeviye[iii]” tabirini kullanmış olması; ittihad-ı İslam için İslamın şimdi benim ve Nur talebelerinin bakmaması gereken İslam Siyaseti… gibi ifadeleri onun Ehl-i Beyt’in yolu olan dünya saltanatını öncelememek ve ahiret sultanlarına arkadaş olmak yolunu tuttuğunu da gösteriyor. Hal böyle iken, dünyaya hasr-ı nazar ederek ve muvafakiyeti ve yenilgiyi de dünya menşeli algılayarak Bediüzzaman’ın anlaşılması mümkün müdür?
  • Medreset-üz-Zehra’nın üç şakirdinin bir ay hapis cezası almasını ve pek haksız çok manasız ve soğuk hâkimin hiddetine maruz kalmalarını Bediüzzaman “sinek kanadı kadar ehemmiyeti olmayan tâzic va tâzib” olarak nitelendirerek kat’i kanaat ve emareler ile onlara müjde veriyor ki; bu manasız hiddete bedel ruhaniler, melekler ve gelecek nesiller milyonlar alkışlamaları ile o şakirtleri ve yardımcılarını tebrik ediyorlar[iv] diyor. Ve bunun bu gibi tâciz ve tâzibleri hiçe indirdiğini, iftiharla sevdirdiğini haber veriyor. Yine hadisenin dünyadaki zahiri yüzünü değil hakikate bakan yüzünü nazara veriyor. Aynı mektubda[v] ehl-i dalaletin hücumunun ehl-i hakikatin yanında ruhanîleri ve melekleri ve arz ve semayı da hiddete getirdiğinden bahsediyor.
  • Bediüzzaman üç berber için “Nurun birer kıymetli kahramanlarıdır. Allah onları çoluk ve çocuklarıyla dünyada ve ahirette mes’ud etsin. Âmin” diyerek dua ediyor. Bu Nur kahramanı berberler Isparta’dan berber Burhan, Safranbolu’dan berber Hıfzı ve İnebolu’dan berber Ali Osman’dır. O zamanda hususen berberler ve terzilerden bazıları ticarethanelerini Nur Medresesi yapmışlar. Bugün de en ziyade sohbetlerin merkezleri olan yerler olarak Nurlara hizmet etmeleri mümkündür ve vâkidir. Nur talebeleri bulundukları her mekanda usul-ü münasib ile Nurun hakikatlerini anlatabilirler.
  • Mü’minler arasındaki bağ bir sedd-i zülkayneyn gibidir, muhafaza eder. Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın mü’minleri bir binanın birbirine destek olan taşlarına benzetmesi önemlidir. Bediüzzaman Uhuvvet Risalesi’nde bu âli düsturun hayat düsturu yapılmasını tavsiye etmektedir. On Üçüncü Şua’da “Aziz kardeşlerim! Evvel ahir tavsiyemiz: tesanüdünüzü muhafaza; enaniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattır.” demektedir. Risale-i Nur, şahs-ı manevi ile ilke merkezli, sistem esaslı ve şahısları öne çıkartmayan; bu zamanki en büyük tehlikelerden olan enaniyete karşı korunaklı bir hizmet mecraı açmıştır. Her Nur Şakirdi bu şahs-ı manevinin bir azası, işlevsel küçük bir parçası olmakla iftihar eder ve kendi hissiyat-ı nefsaniyesinden ziyade kardeşlerinin meziyetleri ile fikren yaşar. İmanımız bir ise kalblerimiz de birdir.
  • İhtiyat ve itidal-i dem ve ihlas, hizmet içindeki faaliyette ortaya çıkarlar. Bunlar hareketsizlik ya da korku damarının işlemesi ile hizmetten geri durmak anlamına gelmez. Ancak faaliyetin, sa’yin, çalışmanın olduğu yerde bunların varlığından bahsedebiliriz. Yapılan bir şey yok ise, onun ihtiyatı da ihlası da itidal-i dem’i de mevzu bahis değildir. Şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez düsturunca; bir olumsuzluk olmasın endişesi ile hizmetten geri durmak ihtiyat olabilir mi?
  • İnsan hatadan hâli olmaz. Şahıslar hata yapabilir. Bu zamanda istikameti koruyan ve insan-ı kâmil ismine lâyık olan ise “şahs-ı manevi”dir. Bir tek şahsın aklının karışması, istikametten sapması mümkün olabilir fakat mütesanid hey’et olan şahs-ı manevî hakiki bir meşveretle hareket ederek istikamete halle verecek hâdisata karşı dayanır.
  • Ehl-i dalaletin planlarını bozmak için çalışıyor muyuz?
  • Hizmetin fütuhatı ile alakadar mıyız?
  • Başka şeylere nazar etmeye ne vaktimiz ne aklımız ne ilgimiz kalacak kadar iman ve Kur’an davası ile alakadar mıyız?
  • Risale-i Nur’a ilişenler, hakikatte Kur’an ve imandan başka hiçbir şey ile bağlı olmayan Risale-i Nur’u bir şahıs veya kurum ile bağlı göstererek onlar üzerinden Risale-i Nur’a ilişiyorlar…
 

[i] Üstadımız Emirdağ Lahikası 41. Mektubunda Risale-i Nur’dan aldığı şefkat dersi cihetiyle ebedî hayatın makamları bile kendisine verilse terk edeceğini açıkça beyanı bunun misallerinden biridir. Bu mektub şefkat mesleğini anlamakta ciddi bir yol göstericidir.   

[ii] Emirdağ Lahikası 1, 197. Mektub (erisale)

[iii] Emirdağ Lahikası 2, son mektub

[iv] Bediüzzaman’ın mektublarında bu gibi tabirat çokça geçmektedir. İman ve Kur’an hizmetinde başa ne gelse o anki hadisenin zahirine ve menfi cihetine göre değerlendirmez. Kainat bu hadiseye nasıl tepki veriyor, melaike için bu ne anlama geliyor, kader cihetinde hadisenin anlamı nedir bunları nazara verir. Ruhaniyâtın takdirât ve tebrikâtından da sık sık bahseder ki bu ruhanîyatın başında iman ve Kur’an hizmeti ile en ziyade alakadar olan Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam, İmam-ı Ali Radiyallahu anh, Abdülkadir-i Geylanî kıddıse sırrehu gibi zâtlar vardır desek hata etmemiş oluruz her halde. Sikke-i Tasdik-i Gaybî mecmuasında bu zâtların ihbaratına çokça yer verilmiştir. Bundan bir hodfuruşluk manası çıkmayacağı çünkü Kur’an’ın manevi mucizesi olan Risale-i Nur’a ait olduğu ve Kur’an şakirtlerine bir ikram olduğu izah edilmiştir. Özellikle Barla Lahikasında saff-ı evvel talebelerin bu zâtları gördükleri sâdık (Efendimizin görüldüğü rü’yalar) çoktur. Bütün bunlar bu hizmette sadece Rızay-ı İlahî’nin esas tutulduğunu ve nazarların yalnız Rızay-ı İlahî’ye odaklandığının da göstergeleridir. Gaybî tasdikler, İlahî rızanın sikkeleri olmakla anlamlıdırlar.

[v] Emirdağ Lahikası 1, 209. Mektub (erisale)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.