Prof. Dr. Şadi EREN
İslâm’ı anlamada üç büyük hatamız
Bediüzzaman İslam’ı anlamada üç yanlışımıza şöyle dikkat çeker:
…Biz İsrailiyâtı usûlüne ve hikâyâtı akaidine ve mecazâtı hakâikine karıştırarak kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada tedip için zillet ve sefalet içinde bıraktı.
Bunlar,
1-İsrailiyâtı dinin usûlüne karıştırmak.
2-Dinî hikâyelerden inanç hükümleri çıkarmak.
3-Âyet ve hadislerdeki mecazî ifadeleri hakikat olarak görmektir.
1-İsrailiyat
Bu kelime her ne kadar Yahudi kaynaklarından Kur’ân tefsirine karışan şeyleri çağrıştırsa da muhtevası daha geniş olup tefsire karışan ehl-i kitabın görüşlerini içine alır.
Kısa sürede büyük gelişmeler kaydeden İslâm fütuhatı, çok değişik din ve kültür muhitine mensup insanları ya hâkimiyeti altına almış ya da onlarla komşu olmuştur. Farklı dinlere mensup olup da sonradan İslâm’ı kabul etmiş insanların bir anda eski din ve kültürlerinin tesirinden ve o zamana kadarki hayat tarzlarını oluşturan esaslardan tamamen uzaklaşabildikleri düşünülemez.
İşte Yahudiler ve Hristiyanlardan İslâm’a girenler, eski malumatlarını da yanlarında getirdiklerinden, bu eski malumatları Kur’ân tefsirine karışmıştır. Bu bilgiler, özellikle Abdullah bin Selâm, Kâbu’l- Ahbâr ve Vehb Bin Münebbih’e dayanır.
Kur’ân, Tevrat ve İncil’le bazı meselelerde müttehittir. Fakat bu meseleler Kur’ân’da genelde veciz iken, muharref Tevrat ve İncil’de ise zaman zaman hayli ayrıntılıdır. Sahabiler Kur’ân’dan bir kıssa okuduklarında, Kur’ân’ın kapalı geçmiş olduğu noktalarda ehl-i kitaptan iman etmiş olanlara sormaya bir meyil duymaktaydı. İşte bu durum, İsrailiyatın kültürümüze karışmasına sebebiyet vermiştir. Mesela Hazreti Âdem’in kıssası Kur’ân’da veciz bir şekilde anlatılır. Tevrat’ta ise, Hazreti Âdem’in cennetin neresinde yaratıldığı, yasaklanan ağacın türü, şeytanın cennete yılan vasıtasıyla nasıl girdiği, Âdem ve eşinin dünyaya gönderildiği yer... gibi ayrıntılar söz konusudur.[1]
"Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Onun nimetlerinden bol bol yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz"[2] âyetinde geçen yasak ağaçla ilgili “buğday, incir, üzüm, hurma" gibi farklı rivayetler vardır.[3] Bunlardan birinin kabulü, aslında diğerlerinin reddini gerektirir. Ayrıca, bu ağacın ismen bilinmesinin din nokta-i nazarında bize kazandırdığı bir fayda da yoktur. Onun için, bu rivayetlere yer veren nice müfessir, "Evlâ olan belli bir ağaç türü olarak belirtmemektir" demişlerdir.[4]
Keza, Ashab-ı Kehf’in köpeklerinin rengi, Hazreti Musa’nın asasının hangi ağaçtan olduğu, Cenab-ı Hakk’ın hangi ağaçtan Hazreti Musa’ya konuştuğu... gibi şeyler de İsrailiyat yoluyla bazı tefsir kitaplarına girmişlerdir. Bunlar, bilinmesinde dini ilgilendiren bir fayda olmayan bilgilerdir.
Hazreti Musa’nın kendisiyle ölüye dokunmuş olduğu ineğin parçası, Hazreti Nuh’un gemisinin tahtalarının rengi, Hazreti Hızır’ın öldürdüğü çocuğun ismi gibi bazı tefsirlerde yer alan bilgiler özden uzaklaşmak, kabukla oyalanmaktır.
Osmanlının son zamanına yetişen âlimlerden ders almış gönül ehli bir hocamız bir gün bana sordu:
-İnsanın göbeği niye çukurmuş biliyor musun?
-Hayır, bilmiyorum, diye cevap verdim.
-Dedi: Allahu Teâlâ Hz. Âdemin heykelini yarattığında şeytan da Âdem’in etrafında hayretle “Bu mu bana üstün olacakmış?” diye dolanıyormuş. Derken kıskançlıktan gelen bir gayretle ona tükürmüş. Tükürük, tam da Âdemin göbeğinin olduğu yere gelmiş. Hz. Cebrail hemen semadan inip ilgili kısmı kazımış, işte o günden beri insanların göbeği çukur olmuş!
Bu türden anlatımlar genelde İsrailiyata dayanır. Bunların çoğu Hak Dinin esaslarıyla bir çatışma halinde olmadığından İslâm’ın ilk devrinden beri anlatanları ve dinleyenleri pek eksik olmamıştır.
Sahabe döneminde dar çerçevede görülen İsrailiyat, tâbiin döneminde hayli geniş bir çevreye yayılır. Böylece bu bilgiler günümüze kadar ulaşır. Günümüz Müslümanlarının zihinlerinde, İsrailiyatın hatırası olan pek çok gerçek dışı malumat yığınları vardır.
2-Dini hikâyeler
Tefsir kitaplarında veya dinî eserlerde anlatılan bazı hikâyeler, zamanla dinin öngördüğü bir inanç halini alabilmiştir. Mesela, Allah dostlarından İbrahim Bin Edhem’le alakalı şöyle anlatılır: Kendisi Mekke’ye gelmiştir. Kâbe’de şöyle dua eder: “Ya Rabbi, Senden gayrı her şeyi terk edip huzuruna geldim. Seni gördükten sonra, bakışlarım başka şey görmez oldu.”
O hac mevsiminde oğlu da hacca gelmiştir ve babasını aramaktadır. Derken baba oğul buluşur, hasretle birbirlerine sarılırlar. O esnada İbrahim Bin Edhem’in kalbine gayptan şöyle bir ses gelir: “Ey İbrahim, sevgimizi iddia ediyorsun, ama bizimle beraber başkasını da seviyorsun!” Bunun üzerine İbrahim Bin Edhem der: “Allahım! Bana yardım et. Ya onun canını al, ya da benim canımı al!” Bu dua üzerine, oğlu ayaklarının dibine cansız yığılıverir.[5]
Bu olay, bir Allah dostunun özel bir halini anlatır. Bazıları bu hikâyeden yola çıkarak benzeri durumlarda bu şekilde dua etmek gerektiğini zannedebilir. Hâlbuki dinin ölçüleri böyle hikâyelerden değil, âyet ve hadislerden istihraç edilir. Bu konuda dinde bize bildirilen nebevi ölçü şudur: “El-hubbu fillah ve’l-buğzu fillah” yani “Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek.”[6]
Böyle olunca evladını, malını, makamını ve benzeri şeyleri aşırı sevme durumunda yapılması gereken şey, bunların elden çıkması için dua etmek değil, bunları Allah namına sevmektir. Bu yapıldığında, sevdiğimiz şeyler muhabbetullaha perde olmaz, bilakis vesile olur.
3-Mecaz - Hakikat
Kur'an ve hadislerde bazı manaları zahirine göre anlamak, ciddi anlam kaymalarına sebep olur. “Bir aslan gördüm” dediğimizde gerçek bir aslan görmüş olabileceğimiz gibi, yiğit bir insanı böyle anlatıyor da olabiliriz. Hemen her dilin hakikat anlatımları yanında mecazi anlatımları vardır. Mecaz, bir sözün gerçek anlamından farklı kullanılmasıdır. Mesela, “Sobayı yak” cümlesi, sobanın içindeki odun veya kömürün yakılmasını ifade eder. “Bereket yağıyor” cümlesi, gökten yağmur yağdığını anlatır. Kur'an’da da pek çok mecaz örneği görmek mümkündür. Mesela, “Allah’ın iki eli de açıktır”[7] ayeti, Allah’ın sonsuz cömertliğini bildirir. Yoksa Cenab-ı Hak, bizim bildiğimiz tarzda elden münezzehtir.
“Hiçbir şey, O’nun misli gibi değildir”[8] ayeti bu noktada bize rehberlik eder. “Devletin eli, bütün muhtaçlara ulaştı” cümlesinde “devletin eli” cismanî bir el olmadığı gibi, “Allah’ın eli” ifadesinde kastedilen de maddî el değildir.
Anlatılır ki âmâ bir âlim, Kur'an’da mecaz olmadığını iddia ediyormuş. Kendisine “Kim bu dünyada âmâ ise, o ahirette de âmâdır, hatta daha da şaşkın bir hâldedir”[9] ayeti hatırlatılıp “Eğer Kur'an’da mecaz yoksa, bu ayetin hükmüne göre ahirette kör olacaksın” denilmiş. Bunun üzerine, “Evet, Kur'an’da mecaz var” demeye mecbur kalmış.[10]
Üstteki ayet, dünyada gerçekleri görmeyenlerin diğer âlemde ceza olarak kör kalacaklarını bildirir. Nitekim bir başka ayette gerçek körlüğün gözün kör olması değil, sadırlardaki kalplerin kör olması olduğu haber verilir.[11] Bu dünyada manen kör olanlar, diğer âlemde gerçekten kör olacaklardır. Kur'an bunu bize şöyle bir tabloyla sunar:
“Kim Beni zikirden (anmaktan, hatırlamaktan) yüz çevirirse, ona sıkıntılı bir hayat vardır ve Kıyamet Günü onu kör olarak haşrederiz.”
“Ya Rabbi, beni niçin kör olarak haşrettin, der. Hâlbuki ben dünyada görüyordum.”
“(Allah) der: Evet öyleydi. Sana ayetlerimiz geldi, fakat sen onları unuttun. Bugün de ceza olarak unutulacaksın.”[12]
Dikkat edilirse, ayetin son kısmındaki “Bugün de ceza olarak unutulacaksın” ifadesinde başka bir mecaz vardır. Çünkü “Rabbim şaşırmaz ve unutmaz”[13] ayetinin hükmünce, Cenab-ı Hak unutmaktan münezzehtir.
İşte Kur'an’ın bazı ayetleri, diğer bazı ayetlerini anlamamızda rehberlik etmektedir.[14] Çünkü Kur'an’ın tamamı bir tek kelâm hükmünde bir bütünlük arz eder.
[1] Tevrat, (Kitab-ı Mukaddes), Tekvin, 2-4. bablar.
[2] Bakara, 35
[3] Bkz. Mahmud Bin Ömer Zemahşeri, Keşşaf, Daru'l- Marife, Beyrut, I, 63
[4] Râzî, Mefatihu'l-Gayb, III, 5-6;
[5] Bkz. Feridüddin Attâr, Tezkiretü’l-Evliya, Ter. Orhan Yavuz, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1988, s. 121-122
[6] Buhâri, İman, 1
[7] Maide, 64.
[8] Şûra, 11.
[9] İsrâ, 72.
[10] Sabunî, Safvetu't-Tefasir, II, 174
[11] Hacc 46.
[12] Taha, 124-126.
[13] Taha, 52.
[14] Subhi Salih, Mebahis fî Ulûmi'l - Kur'an, Dâru'l-İlm, Beyrut, 1968, s. 299.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.