Ben de Mustafa İslamoğlu olsam, Bediüzzaman'ı sevmezdim

Olanlara şaşırmamak gerek aslında. Eğer uçların insanıysanız Bediüzzaman'ı sevmemeniz normal. Nihayetinde zikrettiğiniz kişi, bu topraklarda, ehl-i sünnetin ortasında, bir gemi direği gibi denge unsuru olan; onu ifrattan-tefritten, her yönde aşırı gidişlerden korumaya çalışmış ve metinleriyle hâlâ çalışan birisi. O nedenle bu ülkede uçlara yönelik her ne yapsanız ona çarpıyor, normal. Örneğin: Şiddete meyyal, anarşiyi de ardından getirecek bir eylem düşünceniz var. Hoppala, 'müsbet hareket' kaya gibi önünüzde! Masumların canını, hak namına bile olsa, tehlikeye atmanıza izin vermiyor. Sevmezsiniz elbette.

Yahut da Türk veya Kürt milliyetçisisiniz, yine Bediüzzaman sizi mutlu edemez. Çünkü Risale metinlerinde Türk milliyetçilerini rahatsız edecek kadar Kürtlerden, Kürt milliyetçilerini rahatsız edecek kadar da Türklerden bahis var. Yahut Arap düşmanısınız diyelim. Gözünüze soka soka kırk yerde 'Muhammed-i Arabî aleyhissalatu vesselam' diyor, onun Arabî olduğunu size hatırlatıyor. Yahut, biraz daha detay, İbn-i Arabî düşmanısınız. Tam kılıcınızı kaldırıp vuracakken, hop, Bediüzzaman giriyor araya. Diyor ki: Kendisi mübarektir, ama öğretisi herkesin anlayabileceği bir öğreti değil. Şahsını ve her fikrini tezyif etmeyin.

Kılıcınız havada, hevesiniz kursağınızda kalıyor. Yahut da geriniyor geriniyorsunuz, tam tasavvufun alnının ortasına nişan alıyorsunuz kendinizce, atacaksını oku; hop, yine Bediüzzaman. Kendisi de kimi konularda tasavvuf eleştirisi yapıyor, ama onların Kur'an'a hizmetlerinin de haklarını yemiyor. Her meselede hatalı olduklarını, hele hele 'dalalette' olduklarını asla düşünmüyor. Faziletleriyle iftihar ediyor. Okunuz, ayağınızın önüne; kollarınız çaresizce iki yanınıza düşüyor.

Tam Avrupa'ya saldıracaksınız "Avrupa ikidir" diyor. Şiiliğe saldıracaksınız, Şiiliği ikiye ayırıyor. Alevilere vuracaksınız, Alevilerin hakikilerine din namına sahip çıkıyor. Ermenilere sıkacaksınız, haklı oldukları yerler olduğunu beyan ediyor. Bir kusurunu/hatasını nümayişle şişirip din namına hükümeti devireceksiniz, darbe niyetindesiniz, "Seyyiesiz hükümet muhal-i âdidir" diyor.

II. Abdülhamid'i 'kızıl sultan' yapanlar da memnun değil ondan, 'ulu hakan' yapanlar da. Çünkü hem 'veli' diyor hem de istibdadını eleştiriyor. İmam-ı Rabbanî'ye bir meselede muhalif bir görüşünü beyan etse, aynı satırda birkaç iltifatla anıp şahsına olan hürmetini (ve duyulması gereken hürmetin de) altını çiziyor. Hz. Ali ve dönemi ihtilafları hakkında bile şöyle göğsünüz gerile gerile karşı tarafı yerin dibine batıramıyorsunuz. Çünkü metinlerini okuduğunuz insan temkinli. Her adımını teenni ile basıyor. Sünuhat'ında mesleğini 'musavvibe' olarak tarif etmiş. Ehl-i sünnetin 'karşındaki insanı kurtarabilmek mümkünse kurtarmaya çalış' hassasiyeti gençliğinden beri hayatına sinmiş. Tahtieciler gibi değil, insanı bir açığını yakalamakla yerin dibine batırmaya çalışmıyor. 'Mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır...' diyor.

"Bence, Tahtîeci, hubb-u nefisten neşet eden inhisar zihniyeti illetiyle malûldür. Ve Kur'ân'ın câmiiyetinden ve umum tabakat-ı beşere şümul-ü hitabından gafletle mes'uldür. Hem Tahtîecilik fikri, sû-i zan ve tarafgirlik hissinin menbaı olduğundan, İslâm'da lâzım olan tesanüd-ü ervah, tevhid-i kulûb, tehâbbüb ve teâvüne büyük rahneler açmıştır. Halbuki hüsn-ü zanla, muhabbet ve vahdetle memuruz."

Sadece bu da değil, bir de hak ve bâtıl kavramlarını, husumette rahat ettiğiniz bir şekilde, teşmil edici kullanmıyor. Parçanın bütüne galip kılınmasını engelliyor her adımında. Parçaya ancak bütünün hakkını yemeyecek bir şekilde yorum yapabilme şansı veriyor. Mevlana'nın körlerin fil tarifi örneğinden gidersem: Filin dişine dokunmakla şunu söylemenize izin vermiyor Bediüzzaman; "Bu parça taş gibi olduğuna göre, fil dediğimiz şey kocaman bir taştan ibarettir." Onun bizden Kur'an'ın muvazenesi ve istikameti namına en az beklediği şu: "Ben şu an taş gibi birşeye dokunuyorum ve kanaatimce bu taştır. Ama filin tamamına dokunamadım. Başka bir parçasının daha farklı bir özelliğe sahip olma ihtimali var." Yani özünde "Hak yalnız benim mesleğimdir..." demeye izni yok. Eh, kanınızda, meşrebinizde; hırs, öfke, aşırıya gitme varsa; böyle bir fren sistemiyle fazla uzağa gitmeniz mümkün değil. O yüzden dedim işte: Uçları sevenlerin Bediüzzaman'ı sevmemesi normal.

"Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san'atı içindir. Öyleyse herbir Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san'atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san'atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden câiz olmasın?"

Karşınızda kafiri bile parçalara ayıran ve onun içinde bile müslüman parçalar olabileceğini söyleyen birisi var. Ve diyelim siz de Mustafa İslamoğlu'sunuz. Her dersinizde, değil bir kafiri veya münafıkı, meşhur bir İslam âlimini yerin dibine batırıyorsunuz. İmam-ı Rabbanî'yi anıyorsunuz öyle, İbn-i Arabî'yi anıyorsunuz öyle, İbn-i Hacer denk geliyor bir bahiste onu öyle, İmam-ı Gazalî'den bir nakil söylüyorlar onu öyle, İmam-ı Âzam'dan bahsediyorlar onu öyle... Böyle, önünüze kim gelirse biçe biçe, onları alçaltmayı kendinizi yükseltmek sanarak yolunuza devam ediyorsunuz.

Derken Bediüzzaman diye birinden bahsediyorlar. O da bazı bazı muhalif görüşler söylüyor ancak harika bir denge ile, makamlarını tenzil etmeden ve haklarına girmeden. Bu duruş elbette içinize oturur ve vicdanınızı rahatsız eder. Doğruyu yapan birilerinin varlığı yapmayana vicdan sancısıdır. Doğru adamın adı bile doğrunun şeairidir, hep doğruyu hatırlattığından sevilmez. Münkir bu yüzden minareyi, camiyi, tesettürü, namazı, türlü şeair-i İslamiyeyi beğenmez; çünkü içindeki vicdanın düğmesine basar bu karşılaşma. Bediüzzaman'la karşılaşmak da bu insanların yapageldikleri veya yapmayı planladıklarına dokunuyor. İki şekilde yapıyor bunu: 1) Gitmemenin, eleştirirken bile, mümkün olduğunu gösteriyor. 2) Gitmenin, haklı olunduğunda bile, yanlış olduğunu belirtiyor.

O yüzden tekrar tekrar altını çiziyorum: 'Parçalarda boğulup' aşırıya gitmeye müsaadesi olmayan bir âlimi, bütün hayatının ve metinlerinin şahidi olduğu bir tevazudan; yalnız bir lakabını kaldırıp göstermekle azletmeye kalkmak, onu 'parçada boğmaya' çalışmaktır. Biz de İslamoğlu Hoca'nın iddiasını bu nedenle kendisine iade ediyoruz. O 'mahviyet ayağı' kendisine aittir. Her cümlesine 'bu fakir' diye başlayıp sonra hangi âlimi ansa 'bu benden de fakir' diyene (ima edene) sorarlar: "Böyle yapınca doğal olarak sen yine en zenginim demiş olmuyor musun? Öyle ya, herkes daha fakirse, en az fakirimiz aslında en zengimizdir."

Yazıyı, Bediüzzaman'ın sahabeler dair bir Risalesinin son kısmıyla bitirmek istiyorum. Bence bu 'küçültme girişimlerinin' arkasındaki zihniyet kodlarına da ışık tutan bir yer:

"Dördüncü suâl: Sahabilere karşı iddiâ-i rüçhan nereden çıkıyor, kim çıkarıyor? Şu zamanda, bu meseleyi medâr-ı bahsetmek nedendir? Hem, müçtehidîn-i izâma karşı müsâvât dâvâ etmek neden ileri geliyor?

Elcevap: Şu meseleyi söyleyen iki kısımdır. Bir kısmı, sâfî ehl-i diyânet ve ehl-i ilimdir ki, bâzı ehâdisi görmüşler; şu zamanda ehl-i takvâ ve salâhatı teşvik ve terğib için öyle mebhaslar açıyorlar. Bu kısma karşı sözümüz yok. Zâten onlar azdırlar, çabuk da intibâha gelirler. Diğer kısım ise, gayet müthiş mağrur insanlardır ki, mezhebsizliklerini müçtehidîn-i izâma müsâvât dâvâsı altında neşretmek istiyorlar..."

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
28 Yorum
  • mahmut erşen / 05 Ocak 2016 Salı 19:58

    elmayı seviyorum diye kurdunuda sevemem

    Yanıtla (0) (0)
  • behzat kahveci / 08 Aralık 2015 Salı 10:06

    saidi nursi bir beşerdir ve büyük bir alimdir. islamoğlunun eleştirisi şu: o bir insandı hataları da olabilir ki ; bir dönem büyük hakan abdulhamite bile karşı oldu.kutsamayalım. allah ümmet için çalışan herkesten razı olsun.

    Yanıtla (0) (0)
  • senol / 02 Aralık 2014 Salı 10:29

    Maşallah, tebrik ederim. Üstadın muvazene yönü güzel misallerle anlatılmış. Belkide bu misallere, dinsizliğe karşı Hristiyanların dindar ruhanileri ile ittifak etmekte eklenebilir.
    Hem bu muvazenedir ki, Risale-i Nuru 1 sene anlayarak ve kabul ederek okuyan birisini zamanın hakikatlı bir alimi yapan sırdır fehmime göre...

    Yanıtla (1) (1)
  • İhsan Okyay / 02 Aralık 2014 Salı 11:44

    "Diğer kısım ise, gayet müthiş mağrur insanlardır ki, mezhebsizliklerini müçtehidîn-i izâma müsâvât dâvâsı altında neşretmek istiyorlar..."

    İşte Mustafa İslamoğlu ve benzerlerini anlatan en veciz ifade...

    Yanıtla (0) (0)
  • ugur s. / 02 Aralık 2014 Salı 13:04

    Tebrikler kardeş. Allah sizin gibi kardeşleri hakikate bir daha ayrılmamak üzere raptetsin. Allah hepimize istikamet, ihlas, iffet ve takva nasip etsin...

    Yanıtla (0) (0)
  • Said N. / 02 Aralık 2014 Salı 15:25

    "Fakat cepheyi değiştirip, din perdesi altında bazı safdil hocaları veya bid’a taraftarları veya enaniyetli sofî meşreblileri, bazı kurnazlıklarla Risale-i Nur’a karşı iki sene evvel İstanbul’da ve Denizli civarında olduğu gibi istimal etmeye münafıklar belki çabalayacaklar. İnşaallah muvaffak olamazlar.”

    Yanıtla (0) (0)
  • ömer uzun / 02 Aralık 2014 Salı 15:42

    Bu Adamlar ve onlara tabi olan safdiller bir gün hakikati anlayacaklar. Fakat inşaallah bunu anlamakta geç kalmazlar.

    Yanıtla (0) (1)
  • ÜNAL DOĞAN / 02 Aralık 2014 Salı 16:02

    Bu yazı bir ser-levhadır.Allah razı olsun.Hakikaten İnsan biraz tefekkür eder ise bu yazının hakikat olduğu görünecektir.Tarihçe-i Hayat eserinde bunlar geçiyor.Hele hele daha çocuk yaşta iken kıskanç talebelerin bile saldırması gibi...Kıskançlık insanı böyle tepe takla götürür..Vesselam.

    Yanıtla (0) (0)
  • fethi / 02 Aralık 2014 Salı 16:20

    çok güzel olmuş

    Yanıtla (0) (0)
  • Murat De / 02 Aralık 2014 Salı 17:51

    Tebrik ederim, takdir ederim, teşekkür ederim...

    Yanıtla (0) (0)
  • abdullah / 02 Aralık 2014 Salı 19:49

    işte bu hakikatın tercumanı. sizin yazinızı okudum içim ferahladı iftihar ettim devam ediniz biz dualarımızla size yardim edeceğiz

    Yanıtla (0) (0)
  • Ahmet Özçelik / 02 Aralık 2014 Salı 21:11

    Çok güzel bir çalışma, tebrik ederiz.

    Yanıtla (0) (0)
  • rbu ubeyde / 02 Aralık 2014 Salı 22:10

    tebrik ederim boyle seviyeli, kaliteli, nezihane ve nazikane had bildiren yazilar bazen iyi geliyor masaallah

    Yanıtla (0) (0)
  • enver yüksel / 02 Aralık 2014 Salı 22:48

    En kalbi teşekkür ve tebriklerimi arz ederim. Demek ki insan dikkat edince risale-i nur'dan neleri istihraç edebiliyormuş. Yüzbin kere Maaşallah. Allah razı olsun.

    Yanıtla (0) (0)
  • Zahir E. / 02 Aralık 2014 Salı 23:24

    Kur'an'ın bu asrın fehmine uygun bir dersi olan Risale-i Nur işte böyle muvazeneli insan yetiştiriyor. Mutabık-ı mukteza-yı hâl belağatın tarifidir. Kur'an'ın terbiyesiyle zihni ve lisanı terbiye olanların adedini Rabbim kat kat ziyade eylesin.

    Yanıtla (0) (0)
  • Kasım / 02 Aralık 2014 Salı 23:53

    Maşallah böyle nur müdafacılarının varlığından dolayı Allah a şükrediyoruz. Bence Risale-i Nura karşı yapılan tüm tenkidlere bu tarz belki daha da akademik; yani Kuran ve hadis mercekli mudafalar hazırlanmalı.

    Yanıtla (0) (0)
  • semih ünsal / 03 Aralık 2014 Çarşamba 01:18

    çok beğendim Allah razı olsun

    Yanıtla (0) (0)
  • osman akar / 03 Aralık 2014 Çarşamba 02:20

    Böyle tesbitler manzumesi güzel bir yazı durduk yerde yazılsaydı -malumu ilam kabilinden olup- tam kıymete haiz olmayabilirdi.. muterizlerin taşları -la yeş'uruun hükmünde- düşen meyvelerden istifadeye sebeb oluyor. Tebrikler..

    Yanıtla (0) (0)
  • Bilal Bilgin / 03 Aralık 2014 Çarşamba 09:16

    Üstadı anlamak gerçekten önemli. Yıllardır ona niye saldırıldığının kısa bir özeti bu yazı. Sizin gibi üstadı anlama istidadında olanları tebrik , savuma cesareti gösterenlere de teşekkür ediyorum.

    Yanıtla (0) (0)
  • Adem MURTEZA / 03 Aralık 2014 Çarşamba 10:21

    Ustad bu sözü OSMANLI DİNDAR HÜKÜMETİ İÇİN SÖYLİYOR" Bir kusurunu/hatasını nümayişle şişirip din namına hükümeti devireceksiniz, darbe niyetindesiniz, "Seyyiesiz hükümet muhal-i âdidir" diyor." Genel itibariyle çok güzel bir yazı TEBRİK ederim

    Yanıtla (0) (0)
  • osman / 03 Aralık 2014 Çarşamba 10:34

    allah razı olsun tam isabetle konuyu izah etmişsiniz. Bu şahsiyette birinin neresinde benlik ,ego sormak lazım.Ama yinede ... İnsanlığı Cennette görse cehennem de yanmaya razı olacak kadar şevkatli ve cömert olana bu hatsizlik hafif kalır.

    Yanıtla (0) (0)
  • hüseyin DEMİR / 03 Aralık 2014 Çarşamba 11:01

    Allah razı olsun gerçekten çok güzel bir yazı

    Yanıtla (0) (0)
  • ASLAN BEG / 03 Aralık 2014 Çarşamba 14:56

    Allah razı olsun gerçekten güzel ve kapsamlı bir yazı olmuş, okurken sanki Külliyat'ı bir nefeste gözden geçirmiş gibi hissettim kendimi. Yüce Rabb'imden böyle külli okumaları bizlere nasip etmesini niyaz ediyorum.

    Bir de hani Üstad Hzleri hep diyor ya "Yazdırıldı." diye, gerçekten de öyle. Baksanıza, yazarımızın en sona aldığı parçada nasıl da günümüze cevap verilmiş.

    Yanıtla (0) (0)
  • necmettin gündoğan / 04 Aralık 2014 Perşembe 13:14

    ahmet ay kardeşimi uzun süreden beri takip eden biri olarak geldiği noktayı tebrik etmemek mümkün değil.risalelerin bir insanı getirdiği ilmi kemalatın mücessem bir timsali benim gözümde.risalelerle nasıl bir muhatabiyet ve nasıl bir okuma usulü elde etmiş ki bu seviyeye gelebilmiş,bunun anlaşılması lazım..bu yazısı sadece mustafa islamoğluna verilmiş bir cevap değil;tüm zamanlarda ve bundan sonra yapılacak itirazlarada cevap hükmünde.bu külli nazarla yazılmış yazı için ahmet kardeşimden allah razı olsun diyorum.

    Yanıtla (0) (0)
  • murat / 04 Aralık 2014 Perşembe 17:43

    maşallah bin barekallah. çok güzel bir tarif ve had bildirme olmuş. zira risale nur un muhit bir kale olduğunu kaleye girmek ve saldırmak isteyenlerin surlarınının ne kadar muhkem rasin olduğunu gayet veciz ve külli fakat kavli leyin ile ibraz edilen sille i tedib olduğunu ibraz etmişsiniz . bizede istifade teşşekkür ve dua etmek kalıyor...

    Yanıtla (0) (0)
  • bedriye cırık / 04 Aralık 2014 Perşembe 21:05

    Kaleminize ,yüreğinize sağlık...Yazılarınızı uzun bir süredir okuyorum.Bir sonraki yazınızı merakla bekliyorum.Merak uyandırıcı yazı başlıkları ayrı güzel.Her hafta yazıdan çok yazı başlığını merak ediyorum...Allah razı olsun...

    Yanıtla (0) (0)
  • ahmet sert / 06 Aralık 2014 Cumartesi 00:55

    Yiğidi öldür ama hakkını ver.Üstad Önceki şahıs veya fikirleri eleştirirken müsbet ve menfilikleri ortaya koyarak bir yol izliyor.Üstad da eleştirilecek.O nun hizmet tarzı gerek ebced-cifr gerek se şevkat tokatlarındaki yorumları,risalelerin yazılışı esnasındaki bazı tevafuklar, gördüğü rüyalar veya yakaza anları bunları ifade tarzı ilerleyen zaman içinde bazıları tarafından(art niyetli veya samimi) tenkid edilecek, eleştirilecek.Bu kaçınılmaz.Ancak yalan-yanlış bilgi-beyan üzerine eleştiri yapılmaz.İFTİRA olur.Ne yazik ki yüz merkep yükü kitap okuyoruz ama usül ve adaptan bihaber konuşuyoruz.Sırat köprüsünde ilk soracakları sual buymuş gibi AĞZI olan konuşuyor.Bir kişinin İmanına vesile olmak öyle büyük saadet ki.İman öyle büyük saadetki.Bu tarz lakırdıları okudukça İMANIN Sidretül Müntehaya uzanan o lahuti Lütufun anlaşılmadığını görüyorum.Yazık yazık hem de Çok yazık.

    Yanıtla (0) (1)
  • Adnan Arslan / 08 Aralık 2014 Pazartesi 16:27

    Allah'ın kendini "Karib" ismiyle takdim ediyor. Öyle ise bu ismi başka hiçbir şeyde kullanamayız. Allah "Kerim" ise masivasına kerim denemez hükmi ile Bediüzzamana bu isim verilemez hükmü aynı çocuklukta, aynı şımarıklıkta buluşuyor. Sakalların var olması sakallı çocuk olmaya, ona buna sataşarak büyük olma zavallılığına mani değilmiş görmüş oluyoruz.

    Yanıtla (0) (0)