Ahmet AY
Bir ayet, iki yedi
Bu yazının nihayetinde birşey soracağım. Aslında yazıyı yazmaya başladığımda o soru ilk paragrafı oluşturuyordu. Fakat anlaşamadık. Bu yazma işi de Bediüzzaman'ın hava, su, nur benzetmesinde olduğu gibidir biraz. Tutmaya çalışsanız tutamazsınız. "O nur elinizi mesken ittihaz etmez." Muntazır beklemektir tek deva. Oturarak beklemeniz hoşuna gitmezse, ayağa kalkarsınız. İlk cümlenizi beğenmezse, yerine yenisini denersiniz. Bazen komple bir yazı, adımınızdaki inadınız yüzünden boşuna olur. Bazen de böyle ilk paragrafınız, oraya yakışmaz, sona gelir.
Bugün sizinle Bediüzzaman'ın, Kur'an'da sıklıkla geçen 'yedi gök ve yer' ifadesini tefsir edişini konuşmak istiyorum. Külliyat içinden iki referans metin kullanacağım bu yolculuk sırasında. Yolun iki yanındaki manzaralar diyelim bunlara isterseniz. Onlardan birisi, 12. Lem'a. Ki bana göre 'yedi gök ve yer' ifadesinin afakî tefekkürünü içerir bir metindir. Bediüzzaman orada 'yedi yer' ifadesini pekçok farklı şekilde tevil ettikten sonra, yedi gök ifadesinin de bunlara teşbih olduğunu söyler. "Kur'ân-ı Hakîmin hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti bırakıp, hadd-i vasatı ihtiyar edip der ki: Sâni-i Zülcelâl yedi kat semâvâtı halk etmiştir (...)" dedikten sonra 'yedi kaide' sayarak, o kaideler ışığında eşyayı 'aynı malzemeden yaratılsa da (esir) farklı aşamaları olan bir hilkate maruz' olarak anlatır. Yani yaratılış aynı Zat'ın tasarrufudur. Fakat Zat'ın aynılığı eşyanın bitamam aynı olmasını gerektirmez. Aksine, araya esmanın çok renkliliği girer ve 'aşamalar' veya 'derinlikler' veya 'mertebeler' oluşur. Uzaydaki farklı galaksi yapıları da o kısımda verilen örneklerdendir.
"Hadsen ve hissen ve istikrâen ve tecrübeten sabit olmuştur ki, bir maddede tanzim ve teşkil düşse ve o maddeden başka masnuat yapılsa, elbette muhtelif tabaka ve şekillerde olur (...)"
Toparlarsam: 12. Lem'a boyunca farkedersiniz ki; Bediüzzaman, 'yed gök ve yer' ifadesini Kur'an'ın bize öğrettiği bir 'eşyaya bakış açısı' olarak yorumlar: Madde bir çeşit değildir. Onda aşamalar, derinlikler, mertebeler vardır. Kur'an'ın da bu ifade ile dikkatimizi çekmek istediği şey; bu çoklu yapıya çoklu bakılabilmesidir. Varlık, lahana gibi görülmelidir tabir-i caizse. Her bildim sandığınız yaprak, kaldırıldığında yeni bir bilinecek şey karşınıza çıkacaktır. Katmanlar bitmeyecektir. Belki 'yedi gök ve yer' ifadesinin dikkatimizi çekmek istediği şey biraz da Lee Strobel'ın, Hani Tanrı Ölmüştü kitabında, Gulliermo Gonzales ve Jay Wesley Richards ikilisine sorduğu sorunun aldığı cevaptır:
“Uzayda bu kadar çok boş mekan var. Bu müsrifçe ve gereksiz değil mi?”
“Çünkü evren keşif için tasarlandı. Bizlerin keşfedecek birşeylere ihtiyacımız var.”
Bunu, burada bırakalım. Şimdi yolculuğumuz 33. Söz'ün 19. Penceresine. (Biraz enfüsî bir yolculuk olduğunu düşünüyorum yapacağımızın.) 19 Pencere şu ayet-i kerime ile başlıyor: "Yedi gök ve yer; ve onların içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp, Onu tesbih etmesin." İsrâ sûresinde geçen bu ayet, başta geçmesinden anlıyoruz ki, 19. Pencere boyunca tefsir edilecek. Fakat durun! Hani 12. Lem'a'daki izahlar? Nereye gitti göğün ve yerin katmanları, farklı galaksiler, hayata menşe olabilecek başka küreler falan? Nerede kozmik âleme dönük tefekkürlerimiz? Bu pencere boyunca hiçbirini bulamıyoruz. Aksine; Bediüzzaman, bu pencere boyunca aynı 'yedi gök ve yer' ifadesini tamamen başka bir düzlemde anlıyor. Melekutî bir düzlemde. Enine değil, boyuna bir tefekkürle. Esmaya doğru uzanıyor oradan. Bakalım:
"Çünkü, herbir çiçeğin güzel ağzı ile ve muntazam sümbülün lisâniyle ve mevzun tohumların ve muntazam habbelerin kelimâtıyla hikmeti gösteren o nizam, bilmüşâhede, ilmi gösteren bir mîzan içindedir. Ve o mîzan ise, maharet-i san'atı gösteren bir nakş-ı san'at içindedir. Ve o nakş-ı san'at, lûtuf ve keremi gösteren bir zînet içindedir. Ve o zînet dahi, rahmet ve ihsanı gösteren latîf kokular içindedir. Ve birbiri içinde bulunan şu mânidar keyfiyetler, öyle bir lisân-ı şehâdettir ki, hem Sâni-i Zülcemâlini esmâsıyla tarif eder, hem evsafıyla tavsif eder, hem cilve-i esmâsını tefsir eder, hem teveddüd ve taarrüfünü, yani sevdirilmesini ve tanıttırılmasını ifade eder."
Hani bizim yedi gök ve yer? Nerede? Şaşırmayın dostlar, aslında Üstad Hazretleri bu sefer yedi gök ve yeri daha farklı yorumlayacağının sinyalini vermişti: "Evet, herbir nebat, herbir ağaç pekçok lisân ile Sâni'lerini öyle gösteriyorlar ki..." Bana öyle geliyor ki; Bediüzzaman burada 12. Lem'a'nın aksine, yedi gök ve yer'i bir çok dillilik ve çok renkliliğin uyarısı olarak algılıyor. 12. Lem'a'da eşyanın çok mertebeliliğine dikkat çekmişti. Burada ise aynı yedi kelimesi üzerinden eşyanın derinliğine dikkat çekti. 12. Lem'a bir enine yolculuktu. 19. Pencere bir boyuna/derinliğine yolculuk oldu. Tesbih=nizam, içre ilim, içre mizan, içre dikkat, içre sanat, içre maharet, içre nakış, içre lütuf ve kerem, içre zinet, içre rahmet, içre ihsan. Ve onlardan yürünen esma-yı İlahî. Hatta 'yani sevdirilmesini ve tanıttırılmasını'naya gidersek, şuunat-ı İlahî.
Gördüğünüz gibi burada da Bediüzzaman Hazretleri 'yedi'yi kozmik düşünmedi. Aynı nesnede aşılacak, Allah'ı gösterecek katmanlar olarak tefsir etti. 18 Pencerede de bize melekut tefekkürünü böyle öğretmemiş miydi: Eşya, fiil, fail, isim, sıfat, şuunat, zat. Bakınız, bu da yedi ediyor.
Şimdi başta vadettiğim soruya geleyim: Afakî tefekkür ve enfüsî tefekküre dair bir sürü bilgi var kafanızda mutlaka. Tarifini de çoktan öğrenmişsinizdir. Fakat ben yine de 'yedi gök ve yer' ifadesinin iki tefekkür şeklini gözlerinizin önüne sererek sormak istedim: Acaba enfüsî ve afakî tefekkür arasındaki fark böyle birşey olabilir mi? Yani birisinde hüner genişlik, diğerinde hüner derinlik? Enfüs içindeki nefs'ten kastedilen 'melekutî derinlik' sayılabilir mi? Yukarıdaki gevezeliğim bu soruyu sormak içindi.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.