Bir Vefa Hikâyesi: Tevfik İleri

Sadık Yalsızuçanlar’ın yazısı

31 Aralık 1961 gecesi Hakka göçen, memleket sevdalısı Tevfik İleri’yi rahmet ve minnetle anıyoruz

Tevfik İleri’yi en çok, Hakk’a vuslat edinceye değin büyük bir aşkla sevdiği eşi Vasfiye annenin o güzel gözlerinde görürdünüz. Vasfiye annenin çileyle yıkanmış olmasına rağmen, vakur, derin ve coşkulu bakan gözlerinde. “Onu ne çok özlüyor olmalısınız?” diye sorulduğunda, daima şöyle cevap verirdi: “Ben ondan hiç ayrı düşmedim ki özleyeyim!”

Vasfiye anne kendisiyle tanıştığımda 94 yaşında olmasına rağmen, beklentilerimin ötesinde dinç, memleket meseleleriyle oldukça ilgili, kanaat sahibi biriydi. Tevfik Bey’i sorduğumda, “Milletine, vatanına aşıktı…” diye cevap vermişti. Sanırım milletine âşık tâbiri en çok ona yakışıyor.

Elli yıllık ömrüne sayısız ve saygın hizmetler sığdırmış ve övgüye değer bir hayat yaşamış olan Tevfik İleri’nin yaşamı 1911 yılında Rize’nin Hemşin kazasında başlıyor. Babası Hemşinli Hâfız Celâl Efendi, annesi Fatma Hanım. Küçük yaşta kardeşleriyle birlikte İstanbul’a göç ederler, dedesinin Fatih’teki evine sığınırlar. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da Gelenbevî Mektebi’nde tamamladıktan sonra Yüksek Mühendis Okulu’na girer ve parasız yatılı olarak okur. Daha çocuk yaşta çalışmaya başlar, işportacılık yapar, tatillerde boynuna astığı bir kutunun içinde sigara kâğıdı satardı. Okulun senede bir verdiği kunduraları kardeşiyle bayram ve tatil günlerinde nöbetleşerek giyerlerdi. Talebelik yıllarından itibaren hareketli bir hayat sürmüştür Tevfik İleri. Yaşamının her dönemini vatanına ve milletine adamış olan örnek kişi, Yüksek Mühendislik Okulu’nda okuduğu yıllarda Millî Türk Talebe Birliği Başkanı olarak İstanbul’daki öğrencilerin milliyetçilik hareketlerine önderlik etmiştir. Türkçeyi oldukça nitelikli kullanışı daha öğrenciliğinde kendisini göstermiş, mükemmel hitabetiyle dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştır. Meşhur “Vagonli Hadisesi” bunun bir göstergesi olarak tarihe geçer.

Tarih 1933. Milli meselelerdeki hassasiyeti dolayısıyla Beynelmilel Vagonli Şirketi’nin Beyoğlu Şubesi’nde bir Fransız Müdürün telefonda Türkçe konuşan bir Türk memuruna, “Hangi dille havlıyorsun? Bilmiyor musun ki burada resmi dil Fransızca’dır” demesi üzerine, olayı şiddetle protesto etmiş, Vagonli ortaklığı memurlarının Türklerle iletişimlerinde yabancı dil kullanmalarını önlemek ve İstanbul’daki bazı mağaza adlarının Türkçeleştirilmesini sağlamak amacıyla kampanyalar düzenlemiştir. O yıllarda üniversite gençliği bütünüyle millî şuura sahiptir, bu olay üzerine gençler hemen harekete geçer ve toplanan muazzam kalabalık Beyoğlu’na çıkıp acentenin önüne gelir.

Aynı hassasiyetle Razgrad olayına da tepki göstermiştir. Bulgaristan’ın Razgrad şehrinde Bulgar gençleri, Müslüman Türk mezarlıklarını tahrip ederler. Bu yaralayıcı olay milleti galeyana getirir. Tevfik İleri ve arkadaşları ise İstanbul’daki Bulgar mezarlığına çiçek ve çelenk koyarak, mezar taşından öç alma duygusu taşıyanlara asil bir cevap verir. Dönemin Valisi bu harekete izin vermese de, polis barikatları aşar, mezarlığa çiçek ve çelenklerini bırakırlar. Bu hareket Belçika, Finlandiya ve İsviçre talebe Cemiyetleri tarafından yazdıkları bir mektupta şöyle yankı bulmuştur: “Siz dünyaya, ölüye nasıl hürmet edileceğini öğrettiniz tebrik ederiz!”

Artık evlenme çağı gelmiş olan Tevfik İleri 1933 yılında Vasfiye Hanım’la evlenir. Vasfiye Hanım daha küçükken yöredeki diğer kızlardan farklı olarak okumayı çok seven, hatta siyasî gelişmeleri tâkip eden, olaylar hakkında fikir yürütüp, fikir üreten bir kişiliğe sahiptir. Sultanahmet Çeşmesi’ndeki ilk görüşmelerinde birbirini seven bu iki insan, Tevfik İleri’nin Vasfiye Hanım’a söylediği “Biz önce vatanımızı seveceğiz, sonra birbirimizi!” ilkesiyle birbirine bağlanmış, iki candaş olmuşlardır.

Halkına faydalı olmayı aklına koymuş olan Tevfik İleri İstanbul Teknik Üniversitesi’nden İnşaat Mühendisi olarak mezun olduğunda, 1933 yılında Karayolları’nda kontrol mühendisi olarak çalışmayı tercih etmiş, bunun üzerine Erzurum’a tayin edilmiştir. Vasfiye Hanım eşini bu uğurda desteklemiştir. Tevfik İleri Vasfiye Hanım’a yazdığı bir mektupta şunları söylemişti: “…Her gittiğimiz yerde hürmet ve sevgi bulacağız. İyi insanlar olacağız. İyi işler yapmak için çalışacağız. Ben nasıl her fırsat bulduğum zaman ve yerde köy insanının hakkından, mahrumiyetlerinden bahsedeceksem, sende köy kızlarının, temiz tertemiz köy kızlarının konuşan dilleri olacaksın. İyi işler yapmaya çalışacağız. Her gittiğimiz yere sevgi ve şefkat götüreceğiz. Bütün Anadolu’yu dolaşacağız. Sen benim büyük dert ortağım ve en iyi arkadaşım olacaksın… Seninle birlikte, bildiğimiz köy türkülerini söyleyerek dolaşacağız…”

Böylece ilk vazife yeri olan Erzurum’a balayına gider gibi giderler. Fakr u zaruret yıllarıdır, damı akan kerpiç bir evde yaşarlar. Tevfik Bey üniversite yıllarından kalma takım elbisesini giyiyor, fakat şevkleri kırılmaz mutludurlar. Erzurum’da bir erkek çocukları dünyaya gelir. Daha kırkını görmeden toprağa verirler yavrularını. “32 günlük çocuğumu toprağa bırakırken ölmek ve gömülmenin hiç zor olmadığını anladım… Kalbimizle bağlı olduğumuz Erzurum’a şimdi canımızla da bağlanmış olduk.”

1937 senesinde Çanakkale’ye Nafia Müdürü olarak tayin edilir. Bu onun Çanakkale’ye ikinci gelişidir. Daha talebeyken geldiği Çanakkale’de şehitliği ziyaret etmiş ve çok acı intibalarla oradan ayrılmıştır. Nafia Müdürü olarak şehitleri anma ve ziyaret günü tertip eder, daha sonra gelişen 18 Mart Çanakkale Şehitleri anma günü gibi geleneklerin öncülüğünü yapmıştır. 1938 yılında birinci evlatlarının ızdırabından sonra, ikinci yavrularını da kaybederler. Bu durum özellikle Vasfiye Hanım’ı derinden yaralar, çektiği acının bir nişanesi olarak başındaki bir tutam saç boydan boya bir gecede bembeyaz olmuştur. 1941 yılında üçüncü çocuğu Cahide, dünyaya gelmiştir. 1943’de Ayşe ve 1945 senesinde oğulları Cahit dünyaya gelmiştir.

1942 senesinde Samsun’a tâyin edilen Tevfik İleri, burada 1942-1946 yılları arasında Nafia Müdürlüğü, 1946-1950 yılları arasında da 7. Bölge Müdürlüğü yapar. Samsun’da Bayındırlık Bakanlığı Bölge Müdürlüğünü kurunca evinden sandalye, koltuk, masa, kilim filan taşır. Bizzat kendileri taşıyarak ofisi kurar. Evlendiklerinden beri Erzurum’da, Çanakkale’de, Samsun’da misafirsiz sofraya oturmazlardı. Misafir yoksa Alvarlı Efe’yi hatırlatırmış. O da konuksuz sofraya oturmazmış. Bir gün misafir gelmeyince, “Yarabbi” dermiş, “Ne günah işledim de böyle oldu?” Vasfiye anne, “Gelen gidenden bize oturacak yer olmuyordu” diye anlatır. Sevenleri de çoktu. Erzurum’dan, Çanakkale’den, Samsun’dan ayrılırken bütün şehir yollara dökülüp uğurlar, uğurlama kilometrelerce uzarmış…

Bulunduğu her ortamda özellikleri ve liderlik vasfıyla dikkat çeken Tevfik İleri, siyasetçilerin ilgisini çekmiş, kendisine Cumhuriyet Halk Partisi’nden teklifler yapıldığı halde, o prensiplerine ve fikirlerine daha uygun bulduğu Demokrat Parti’yi tercih ederek, 1950 seçiminde Samsun’dan aday olarak katılır ve büyük bir ekseriyetle seçimi kazanır. Sevgili eşi ona siyasete katılmak konusunda destek olmuş, şöyle dua etmiştir: “Allah’ım eğer biz bunda kendimiz için bir menfaat düşünüyorsak, bize bunu nasip etme. Memlekete yararı olacaksa yolumuzu açık et.”

Tevfik İleri Menderes kabinesinde Ulaştırma Bakanı olarak görevlendirilir. Bakanlığı açıklanınca kendisi şöyle dua eder: “Allah’ım beni şaşırtma, yanıltma! Makamın cazibesine kapılıp kendimden geçirtme, milletime, memleketime hizmet etmeyi nasip et.” Seçimden iki gün sonra Ankara’ya gider ve Çelik Apartmanına taşınırlar. Evdeyken her sabah namazını kılıp kahvaltıya kadar Kur’an okurdu. Namazda Allah’ın huzurunda durduğunda haşyetten titrerdi. Evde her gün gelişi dört gözle beklenen bir babaydı. Eve daima güler yüzle girerdi. Güzel cümlelerle hanımının ve çocuklarının gönlünü alırdı. Kızı Cahide’ye göre babası akşam eve gelince sade kıyafetini giyer, abdest alıp namazını kıldıktan sonra kitap okumaya başlar, dedikodu ve şikâyeti sevmez, yanında birisi hakkında konuşulunca “Konuyu değiştir, duyduklarınıza inanmayın, iyi adamdır” diyerek konuyu kapatırdı. Tatil günleri fırsat buldukça çocuklarının ellerinden tutar çarşıya çıkar, kitapçının önünden geçerken onlara kitap alırdı. Çocuklarıyla yazlık sinemaya film seyretmeye giderdi. Samsun’da Bayındırlık Bölge Müdürüyken evlerinin bahçesinde çocuklarıyla kartopu oynardı. Çocuklara, küçüklere büyük muamelesi yapardı. Hiçbir zaman siz çocuksunuz, anlamazsınız, karışmayınız demezdi. Kızı Cahide Hanım’ın anlattıklarına göre, evde tam bir demokratik atmosfer hâkimdi.

10 yıl sürecek vekillik döneminde Ulaştırma Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, Devlet Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı yaptı.

Sabahleyin gazeteleri okurken, aleyhinde haber göremeyince eşi Vasfiye Hanım’a şöyle seslenirmiş Tevfik İleri: “Demek ki, dün milletimiz için hayırlı bir iş yapmamışız Vasfiye Hanım!”

Bakanlıkları döneminde gerçekleştirdiği icraatların bazıları şunlardır:

Din derslerini ilkokul programlarına soktu, din derslerinin okutulup okutulmama kararını velilerin seçimine bıraktı. 1930 yılında kapatılan İmam Hatip Mektepleri’nin yirmi yıl sonra yeniden açılmasına öncülük etti. İstanbul’da Yüksek İslam Enstitüsü’nü kurdu. Köy Enstitüleri’ni yeniden düzenleyerek öğretmen okullarına dönüştürdü. Atatürk ve Orta Doğu Teknik Üniversitelerinin açılışını gerçekleştirdi. Karadeniz Teknik Üniversitesinin hazırlık çalışmalarını gerçekleştirdi. İlk Boğaz Köprüsü projesi onun zamanında ihale aşamasına kadar geldi, ancak 1960 darbesi nedeniyle proje 10 yıl sonra gerçekleşebildi. Aralarında Hirfanlı’nın da olduğu pek çok baraja imza attı. Okullar yaptırdı, yollar açtı, eğitim, bayındırlık ve ulaştırma alanlarında sayısız esere imza attı.

Tevfik İleri’nin oturduğu ev üç oda bir salondur. Millete hizmet ve (milletin) sevgisini kazanmak için büyük evlere değil büyük yürek ve fedakârlığa ihtiyaç vardır. Çocukları babalarından hiç korkmaz ama onu gücendirmekten, saygısını yitirmekten çok korkarlar. Evlatları edep, saygı ve sevgiyi her güzel şeyi babalarından görerek öğrenirler.

Bakan Tevfik İleri’nin sözlüğünde ‘ben’ yoktur. Türkiye lehine ise kendisinin zarara uğramasının, tenkit edilmesinin hiç önemi yoktur. Makamı milletine hizmette vasıta görür, “Bakan olduğumu imza atarken hatırlıyorum” der.

27 Mayıs’a kadar çocukları okulda ve mahallede kim olduklarını gizlerler, kimseye söylemezler. Giyim kuşamları sadedir. Okul önlüklerini birkaç sene giyerler. Anneleri kızların eteğinin boyunu biraz uzun tutar, içine katlar, kızlar boy verdikçe söker uzatır. Ütülese de izi belli olur ama bunu dert etmez çocuklar. Bakan kızı olup üç yıl okulda aynı formayı giymek nasıl bir gönül dünyasını gerektirir? Ancak hapse atıldıktan sonra Tevfik İleri’nin evlatları göğüslerini gere gere babalarının kim olduğunu söylerler.

Ve sonun başlangıcı: 27 Mayıs 1960.

Yakın tarihimizin bu kanlı ve kirli darbesi, başta, milletine âşık Adnan Menderes olmak üzere, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu gibi kıymetlerin kanına girecektir. 27 Mayıs, Türkiye’nin demokratikleşme tecrübesine ket vurmakla kalmaz, siyasetin üzerine askerî ve sonrasında da yargısal vesayeti demoklesin kılıcı gibi asar, kara bir kâbus oluşturur. 27 Mayıs sabahı darbecilere ilk meydan okuyan mebus Tevfik İleri’dir. Askerler Demokrat Partili mebusları Harp Okulu’na götürüp tıkmışlar. Burası bombalanacak diye de bir şayia çıkarmışlar. Herkes paniklemiş. Ama o bir köşeye çekilip namaza durmuş. Bir albay gelip bağırmaya başlamış “Tevfik İleri nerede?” diye. Namazda yakalamış onu. Hem kıyamda hem rükûda hem secdede tekmelemiş. Selam verince yakasına yapışıp. “Ben senin belalınım, seni öldüreceğim” demiş. Ama aynı sertlikle cevabını almış, “Asıl bela, kendisini bela olarak gönderenin kim olduğunu bilmemektir.”

Yassıada uçağına bindirdiklerinde ‘Hepiniz imha olacaksınız’ gibisinden tehditler ile yüreklere korku salarlar. İndirirken tekme-tokatla, yüzlerine tükürülür, hakaret ve küfürler havada savrulur. Tevfik İleri küfredip tekme atan subaya dönüp: “Ayıptır beyler, önce üniformanıza bakın” diye bağırır. Daha sonra Tevfik İleri ailesine bir mektup yazar ve pantolonunu gönderir. “Pantolonumu saklayın, yıkamayın, orada tekme izleri var” der.

27 Mayıs felaketi olduğunda hiçbir maddî birikimi olmayan aile sıkıntıya düşmüştür. Daha genç yaşta ayakta durmayı öğrenmiş olan üç evladı da o zor şartlarda çalışmış, hem evlerini geçindirmenin hem de babalarına para göndermenin zevkini tatmışlardır. Yassıada mahkemelerinde idama mahkûm edilmiş, cezası ömür boyu hapse çevrilmiştir. Yargılamanın ardından Kayseri Cezaevine yollanan Tevfik İleri ağır hastadır. Doktor kapıdaki görevli askere, “Durumu ağır, üşüyor, kapıyı kapatın” der. Üstünde sadece bir battaniye vardır ve tir tir titrer. “Lütfen kapıyı kapatınız.” “Hayır efendim, emir böyle” derler. Merhametle kendisine battaniye veren hemşireye çıkışan askerî görevliye hemşire: “Ben size mesâimle bağlıyım, vicdanımla değil!” diyerek zulmü adeta tokatlar…

1960’ta sapasağlam 90 kilo olarak tutuklanan bakan Tevfik İleri çektiği sıkıntı ve azap sonu hastalanır. Kanser olmuştur. 1961 yılının son günü erimiş, tükenmiştir ve 40 kilo ile Ankara Hastanesi’nde dünyaya veda eder. 2 Ocak 1962’de cenazesinin kaldırılacağını haber alanlar, Hacı Bayram Camii’ne koşar. Mahşeri bir kalabalık… Sevenleri gizledikleri bayrakları bir bir tabutun üzerine sererler, Tevfik İleri’yi eller üzerinde önce Sıhhiye’deki kiralık evinin önüne getirirler, sonra yine eller üzerinde Cebeci Asri Mezarlığı’na kadar götürürler. Eniştesi Nazım Kurşunlu ona ‘Memleket aşkıyla büyülenmiş adam’ dermiş. Bizce o herkesi büyüleyen adamdı.

Yassıada’dan ‘Sevgili Vasfiyem’ diye hitap ettiği eşine şöyle yazmıştı: “...Saat beş. Dünya İblis cenneti, ahiret İsmail teslimiyetidir. Rahat uyudum. 4.30’da uyandım. Vasfiyem de ve belki kızlarım da bu saatte uyanıktır. Ve Allah’a niyaz etmektedirler. Hemen kalktım abdest aldım, namazımı kıldım. Ve Allahımızın lütfu olan bu güzel ve alacakaranlık sabahta muazzez memleketimiz, yuvalarımız, çocuklarımız ve kendimiz için dua ve niyazda bulundum…”

Hayatını memleketine ve milletine vakfetmiş bir insandı Tevfik İleri. Acısı hiçbir zaman şikâyete dönüşmedi. İsmiyle müsemma olunmuşlardandı. Allah her dem imdadına yetişmiş, gönlü hikmetle dolmuştu.

Nitekim Kayseri’den yazdığı son mektuplarından birinde şöyle buyurmuştur:

“Allah var. Büyük Allah var. Her şeyi görüyor, biliyor… Gerisi lâf u güzaf. Yapılacak tek şey tebessüm etmektir. Size mal mülk servet bırakmadım. Ama şerefli, namuslu, erkek bir ad bırakabildim. Hiçbir zaman başınız yere bakmayacaktır. Bununla müteselliyim, siz de bununla iftihar edeceksiniz.”

Tevfik İleri, bizim siyasî ve toplumsal tarihimizin en beyaz ve güzel sayfasıdır. Siyasete duygusal, insanî ve ahlakî olanı yerleştirmiş güzide bir şahsiyettir. Onun 49 yıla sığan bu bereketli ömründe yaptığı güzelim hizmetler, kuşkusuz gelecek kuşaklarca minnet ve şükranla anılmaya devam edecektir. Eğitimden bayındırlığa, ulaştırmadan kültüre, sanattan demokrasiye değin farklı alanlarda milletimize kazandırdığı kurumlar, değerler ve hizmetlerin sahibi olan Tevfik İleri’yi rahmet ve minnetle anıyorum.

TEVFİK İLERİ’DEN BİRKAÇ MEKTUP

Merhum Tevfik İleri’nin Yassıada zindanında tutsak iken eşi Vasfiye İleri hanımefendiye yazdığı mektuplardan birkaçı :

7.4.1961 (Eşine)

Sevgili Vasfiyem... Unutma ki Cenabı Hakkın lütfunda bir seneden beri çektiğin ızdırabın ve ona sessiz sedasız, sabırla tahammül edişimin büyük hissesi ve tesiri var. Nezihe Araz geçenlerdeki yazısında ‘sabır, Allah’tan başka herhangi bir şeyi şikâyetten ve talepten nefsi menetmektir. Nefsi Allah’tan başkasına şikâyetten bahsetmektir’ diyordu. Senin yaptığın da bu. Mesut bir gönülle seni, yavrularımı bağrına basıyor, öpüyorum. Canım...

9.5.1961 (Eşine)

Sevgili Vasfiyem... Günaydın canım. Benim kuşlarımı işitiyor musun? Herkes uyuyor. Ben ve kuşlarım uyanığız. Sen de şu anda penceremizin önünde kuşlarını görüyor ve dinliyorsun herhalde... Çok iyiyim. Sizleri hep beraber ve teker teker, ama büyük tadlar alarak düşünmekten başka mühim bir işim yok. Bir de duruşmalara girmek. Ve Allah’ın takdirini sabır ve güvenle beklemek...

29.5.1961 (Eşine)

Canım Vasfiyem, bu sabah ilk defa senin ‘benim yıldızım’ dediğin parlak yıldızı ve tek başına ışıldarken gördüm. Seni görmüş gibi oldum... Bayramın da, tatilin de bittiğine öyle seviniyorum ki. Tatil günleri sanki aramıza giren karakedi imiş gibi geliyor. Sizi benden uzaklaştırıyormuş gibi oluyor... Sevgili Vasfiyem, beni sıhhatli bulduğunu anlatmışsın, öyleyim, şükrolsun. Senin, beni soranlara tarif edişini gizlice dinlemeyi, seni öylesine seyretmeyi nasıl isterdim. Şimdilik kuşlarım henüz ötmüyor, dışarıdan bir erkek Anadolu sesi duyuyorum. Bir hasret ifadesi...

22.6.1961 (Eşine)

Sevgili canım Vasfiyem, hani A.N. Asya’nın bir şiiri vardı ‘kuşlarla beraber dönelim,’ diye. Onun gibi ‘kuşlarla beraber’ Tanrı’ya seslendikten sonra seninle ve yavrularımla başbaşayım. Şimdi beni alâkadar eden tek şey sizlerin varlığınız ve sağlığınızdır. Onun şükründen aciz olduğuma kaniim. Allah bana, bize, yavrularımızın acısını tattırmasın, onların ızdıraplarını görmeyelim. Gerisi, gerisi hiçtir ve takdiri ilâhîdir. Ne olacaksa, ne gelecekse O’ndan. Ve O’ndan başkasından bir şey istemek ve beklemek O’na şirk koşmaktan başka bir şey olamaz...

2.8.1961 (Eşine)

Sevgili canım Vasfiyem. Namazdan sonra, yıkanmış bir ruhla, seninle konuşuyorum. Zevk içinde. Dün akşam senin, 28 tarihli, sabahın 3’ünde Dolma Bahçeden perişan döndüğün haleti ruhiye içinde yazdığın mektupla, Cahidem’in, Ayşe’min, Münevverimin aynı tarihli mektuplarını aldım... İnan ki Vasfiyem, seni o kadar perişan eden hadiseyi öğrenince ben mesut oldum. Çünkü o günler, sizden birinizi salonda göremeyince, neler geldi aklıma. Giderken, gelirken Cahide’ye mi bir şeyler oldu. Denizde Cahit’in başına mı bir şey geldi? Veya başka bir hadise mi? Bütün bunların olmadığını öğrenince şükrettim. Canım benim, tıpkı benim yaptığım gibi hayal edebiliyorsunuz ya, o da yeter. Hepinizi sevgilerle kucaklıyorum.

14.8.1961 (Eşine)

Sevgili, canım Vasfiyem... Bu satırları sabah namazını beklerken yazıyorum. Nedense bu sabah biraz erken kalktım. Gecenin sessizliği ve karanlığında senin yıldızın öylesine parlak görünüyor ki, onu, seni, doya doya seyredercesine seyrediyorum. Vasfiyem, sen ne güzel hayal ederdin. Yıldızlarda ve beraberce yaşamak ne güzel şey. Canım benim, dün çocuklarıma, Münevver’lere, bir de Samsun’a yazdım. Gayet iyiyim. Ve Allah’ın hakkımızdaki takdirine, iyi veya kötü, tamamen kendimi hazırlamış vaziyetteyim. Görelim nasıl takdir etmiş, meraka değmez mi? Seni, yavrularımı, sevgilerle kucaklarım.

6.9.1961 (Eşine)

Sevgili canım Vasfiyem... Şu anda ne kadar güzel bir sabah oluyor. Ne güzel renkler var. Bu güzellikler ve sessizlik içinde sizlerle beraberim. Cahidim Ankara’ya döndükten sonra çalışamadığından bahsediyor. Üzülmesin. Sınıfını geçen bir çocuğun tatilde ders çalışma mecburiyeti yok ki. Tatil, sene içinde çalışmış, muvaffak olmuş çocukların hakkıdır. Ve hiçbir şeyin fazlasına da lüzum yoktur. İsim vermiyorum, kalp kırarım diye. Bütün akraba ve dostlara selâmlar, sevgiler, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. Ayşemin kedisini okşayın. Seni ve yavrularımı sevgilerle kucaklar, öperim.

20.9.1961 (Çocuklarına)

Sevgili Cahidem, Ayşem, Cahidim,

Dün annenize ve size yazmıştım. Mektuplar herhalde yarın gidecek. Size de bu mektubu yazıyorum... Sıhhatim çok iyidir. Rahatımız çok iyidir. Sizden maddeten uzak olmaktan başka hiçbir eksiğimiz yoktur. Eğer yatak göndermek güç olacaksa burada yaptırmak da mümkün olacaktır. Mühim değildir.

Yassıada’daki eşyalarımızı herhalde size gönderdiler. Onların içinden ilk planda kışlık eşyayı gönderin. Seccademi de yollayın. Çok Kur’anı Kerim var. Siz yollamayın. Güzel roman da yollayın... Sevgili yavrularım, hep yollayın, yollayın diye ihtiyaçlardan bahsettim. Bana ilk fırsatta fotoğraf gönderin. Yengem ve dayım da bulunsun. Akrabalar da yazacakları mektuplara fotoğraf eklesinler.

Havamız, manzaramız çok güzel. İç rahatlığımızdan hiçbir şey kaybetmiş değiliz. Allah’a inanmış olmanın faydasını her an gördük ve görmekteyiz. Başka bir dayanak düşünmedik. Şimdi amca koğuşumuza geldi.

İşte böyle sevgili yavrularım. Bana bol bol yazarsınız. Muhabere bir başlarsa artık devam eder, gider.

Bütün soranlara sevgilerimi, selâmlarımı söyleyin, İnci’mi benim yerime öpün, resim göndersin... Size sevgilerimi, her zaman ve her hususta muvaffakiyet temennilerimi yolluyorum. Hepinizden sükûnet (ve bilhassa erkeğimden) istiyorum. Hadi Allah’a emanet olun, canım yavrularım.

24.9.1961 Kayseri (eşi, Çocuklarına)

Sevgili Vasfiyem, yavrularım,

Şimdi saat 22. Bu mektubu yarın sabah postaya atacağım. Size iyi olduğumu bildirmek ihtiyacı içinde yazıyorum. Daha ziyade perhiz için, bir de, biraz kilo almak için Revirde bir müddet kalmak ihtiyacındayım. Sakın endişe etmeyin. Başka bir şeyciklerim yok. 6 kişi bir odadayız. Atıf da var.

Sevgililerim, bu hapishaneye yatak sokmuyorlar. Yalnız battaniyeye izin var. İmralı’ya gönderdiğiniz eşya arasında yatak var idiyse ve buraya gelirse, battaniyeyi alıp diğerlerini iade edeceğim... Burada İngilizce çalışmak imkânı bulamadım. Bir müddet de bulamayacağım. Fakat istediğim kitapları siz gönderin.

Yassıada’dan bavullarım geldi mi? 7-8 tane defterim vardı. Ve sonra sizlerden gelen mektuplarla davalara ait evrak ve müdafaa müsveddeleri vardı. Onlar da gelebildi mi? Benden sonra bavulları açıp almış olmaları muhtemel olduğu için soruyorum. Fazla çamaşır göndermeyin. Yalnız kışlık, lüzumlu olan şeyleri gönderin. Şimdilik sizden mektup bekliyorum, o kadar. Yassıada’da iken aldığım 11 tarihli mektubunuzdan sonra sizden haber alamadım.

Karar gününü tasavvur edemezsiniz. Avukatlarımız o kadar perişan durumda idiler ki onları bakışlarımızla biz teselli etmek mecburiyetinde kaldık. Hele benim müebbet hapse mahkûmiyetim üzerine birçok avukatların tebrik işareti yapmaları görülecek şeydi.

Allah var. Büyük Allah var. Her şeyi görüyor, biliyor. Gördüğüne ve bildiğine inanıyoruz. Gerisi laf-u güzaf.

Yapılacak tek şey tebessüm etmektir. Kızmaya, asabileşmeğe bile değer tarafı yoktur. Sizlerden ve sevenlerimizden, dostlarımızdan tek arzum, sıhhatim için duadır. Başka bir şey istemiyorum. Kendinizi alıştırınız. Henüz müsaade yok bizim için. Fakat olsa da, bulunduğum şartlar içinde sizinle görüşmek istemiyorum. Bol bol mektup yazarsınız. Ben de yazarım. Resim gönderirsiniz bana. Böylece görüşmüş oluruz.

Sevgili Vasfiyem, aziz yavrularım,

Size mal-mülk, servet bırakmadım. Bütün hayatım boyunca bir tekaüdiye maaşı bırakmaya çalıştım. Tecelli eden Adalet onu da kuşa çevirdi. Ne yapayım. Kader böyle imiş. Yalnız, size şerefli, namuslu, erkek bir ad bırakabildim. Hiçbir zaman başınız yere bakmayacaktır. Bununla müteselliyim. Siz de bununla iftihar edeceksiniz.

Bu satırları burada kesiyorum. Celal Bayar da bizim odada. Herkes uyuyor. Ben de yatacağım. Yarın birkaç satır daha ilave eder, postaya atarım. Allah rahatlık versin. Allah’a emanet olalım.

25.10 1961 (Çocuklarına)

Sevgili Cahidem, Ayşem, Cahidim, aziz yavrularım,

Hastaneye yattığım günden beri, yani 9.10.1961’den beri, ilk defa size mektup yazabiliyorum. Sabahın saat 6.15’i. Kendimi çok iyi ve hafif hissediyorum. Gece 8’de yattım. 5’e kadar rahat bir uyku uyudum. Cahidem, senin geldiğin sabah, kötü bir sabahımdı. Derecem 38’di. Uyuyamamış, terlemiştim. O günden beri sabah derecelerim de hep 37’nin üstünde oldu. Henüz derece koymadım. Ama 37’nin aşağısındadır, diye bir hissim var. Birazdan koyacağım ve size de bildireceğim.

Kimselere mektup yazamadım. Affetsinler. Mesela Gaye, Enginler, Cemil, sonra Samiha hanım hep aklımda. İnşallah biraz daha iyileşeyim onlara da yazacağım.

Cahidem, bu mektubu senin gönderdiğin kalemle yazıyorum. Benimkinin mürekkebi tükenmiş.

Sevgili yavrularım, canlarım, yıldönümümüzde hediye ettiğiniz radyo ne kadar makbule geçti bilemezsiniz. Cahidem’in müsaade almak için o gün döktüğü gözyaşlarının mânâsını ve kıymetini radyoyu dinlerken daha iyi anladım. Bütün hasta arkadaşlar teşekkür ediyorlar.

Pazartesi günü Necip, Vecihe, Cahit ve Vasfiyem rüzgâr gibi girdiler, şaşkına döndüm. Cahitciğim, tatlı oğlum, sizden sonra çavuş geldi. Senin Ankara’dan geldiğini öğrenince çok üzüldü. Söyleseydiniz ya, hanım bana bağırdı, dedi. Anlaşılan vicdan azabı duymuş.

Çocuklar, dün sabah da anneniz 5 dakikalığına geldi, görüştük. Beni kötü düşünerek gece, sabaha kadar, uyumamış. Hâlbuki ben çok iyi idim. Biraz da ağladı. Galiba onun da mukavemeti azaldı. Her şeye dayandı ama hastalığa dayanamıyor. Bu hastalık, böyle müz’iç ve uzun süren bir hastalık. Ben de biraz zayıf düştüm, kolay yenemedim. Ama iyiye döndüm inşallah.

Sizlere bu satırları yazarken öyle hoşlanıyorum ki. Yeniden kavuşmuş gibiyim. Ve mühimi, yazabiliyorum. Gazete bile okuyamıyordum, tiksiniyordum. Dün 20 sayfa kadar roman bile okudum. Vasfiyem sabahları uğruyor. Durumumu bir pusula ile ona bildiriyorum. Bu mektubu da postaya versin diye ona vereceğim.

Sevgili yengemin ellerinden öperim. Aylacığıma bir şey yazamadım, benim yerime yavrusunu, kendini öpün. İnci’mi, Halide’mi kucaklar, Engin ve Nazif’in gözlerinden öperim. Sevgili Türkan ve İdrisim’in, Saadetimin, Nâzımımın, yavruların gözlerinden öperim. Sabahat’ı unutmayın. Hülasa cümleye selâm ve sevgi, hadi Allah’a emanet olunuz, canlarım benim.

(Yassıada’dan Mektup Var, Hazırlayan : Câhide (İleri) Aksoy, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum