Çocukluğum ve Ramazan

Büyüklerimizin yeri geldiğinde ifade ettikleri bir söz var. “Kendimi bildim bileli oruç tutarım.” Bizimki de biraz öyle… Yaş da ilerlemiş… Bugünlerde ikinci defa yaz aylarında oruç tutma bahtiyarlığına da erişmiş oluyoruz.

Neden bahtiyarlık? Çünkü, nimetin nimetiyet derecesini daha iyi anlatıyor.

Birinci yaz döneminden kalma bazı hatıralarım var. Onları sizlerle paylaşmak isterim. O dönemde çocuktum veya gençlik yıllarını yaşıyordum. Şöyle ki;

Teravihe büyüklerle bir bayram neşesi içinde şevkle giderdik. Namaz kılarken arada çekilen salavatlara iştirak etmek büyük haz verirdi.

Yöremize ait teravih öncesi ve sonrası okunan dualar ve ilahiler vardı onları hatırlıyorum. Hala devam ediyor mu, uzun zamandır memleketten uzak yaşadığım için bilemiyorum..

Ramazanın ilk onbeş günü, “Merhaba… Merhaba…” diye başlayan ilahiler son onbeş günde “Elveda… Elveda…” diye biterdi. İlk onbeş gün neşe ile söylendiği halde, son onbeş gün bu ilahiler hüzünle söylenirdi. Abdullah ismindeki amcam (Allah rahmet etsin) bu ilahileri çok güzel söylerdi, uzun hava okur gibi okurdu.

Bir de iftar vaktini beklememizi hatırlıyorum. Şehrimiz dağlar arasında bir şehir olduğundan her mahalle farklı bir dağın eteğinde kurulmuştu. Ramazan topu karşı mahallenin yukarısında her tarafın duyacağı bir noktada atılırdı. Pencereye oturur top atışını beklerdik. Akşama doğru biraz karanlık çöktüğü için topun ateşini bile görürdük ışık erken yayıldığı için ses bir iki saniye gecikerek gelirdi.

Bir de çocukluğumda akşama yakın iyice acıkmış olduğumuzdan teselli babından ablamız bizi sırtına alır evin içinde gezdirirdi. Halbuki o da oruçluydu ama işte çocuk olunca… Gündüz hazırladığımız, arasına yaydığımız lokumlu ikili bisküvi de elimizde hazır beklerdi. Top attığında ilk onu yemek için.

Bu anlattığım yıllar 60’li, 70’li yıllar o günlerde bugünkü gibi her köşe başında satılan tatlılardan bulmak mümkün değildi. Sadece bir kadayıfçı dükkanı vardı. Bayrama yakın bir iki gün önce gider oradan pişirilmemiş kadayıfı alır getirirdik. Annemiz onu pişirir, şerbetini döker bayrama hazırlardı. Bayramda hem misafirlere ikram ederdik hem de bayram sabahı sünnete uygun olsun diye onunla iftar ederdik.

Bir defasında bayramdan iki gün önce sabah erkenden sıraya girmiştim mevsim kış idi yerlerde kar da vardı. Akşama kadar beklemiştim, ancak iki kilo kadayıf alabilmiştim. Annem zorlamamıştı ama o tatlıyı ben de çok istiyordum. O nedenle o bekleyiş bana hiç de zor gelmemişti.

Ramazan orucunu en çok hissettiğim günlerden birini askere gittiğim ilk günde yaşamıştım. Perşembe günü teslim olmuştum. Bayrama üç gün vardı.  Ertesi gün bizi eğitime çıkardılar. “Yanaşık düzen” eğitimi almıştık, askerlik yapanlar bilir. Öğleye kadar beş saat bedenen eğitime devam etmiştik. Öğle arası için içtimadan sonra yemekhaneye gelmiştik. Oruç tutmayanlar yemek yiyecekti. Orada güzel bir haberle karşılaştık.

Cumartesi-Pazar Bayram tatili ile birleştirilmiş on gün izin çıkmıştı. Askere geldiğimizin ikinci günü izne ayrılmak herkese nasip olmaz hem bayramı ailemizle geçirme fırsatımız olacaktı.

Öğle yemeğini yedikten sonra izin belgeleri dağıtılacağı için eğitime götürmediler. Yemekhanede bekliyorduk. Üstü açık bir sinemayı yemekhaneye dönüştürmüşlerdi. O nedenle tepemizde güneş boza pişiriyordu. Bir iki saat içinde belgelerimiz dağıtıldı, oradan elbiselerimizi almaya gittik, arkasından yürüyerek otogara gitmemiz gerekiyordu.

Uzatmayalım, ikindi olduğunda eve ulaşmıştım. Tarih 08 Temmuz 1983 yani en sıcak günlerden… Eve geldiğimde vücudum suyunu tamamen kaybetmişti. İkindi namazını müteakip yatak odasına çekilip kafayı yere koymuştum. Daha uyumaya başlamamıştım ki, baktım biri beni hızla sarsarak çağırıyor. “Kalk… Kalk… Ezan okunuyor. Yemek hazır…”

O üç saat nasıl geçmişti hiç anlamamıştım ama kalktığımda hayli toparlandığımı da fark etmiştim. O gün tatlı bir hatıra olarak belleğimizin bir köşesinde özel yerini koruyor.

Yine yaz aylarında tuttuğum ramazanlardan birini hiç unutamıyorum. O da üniversite talebesi olduğum dönemdir. Akşamları abiler sıraya koymuştu, otuz gün her akşam bir evde iftar yapmıştık. Bazen sofrada o kadar çeşit oluyordu ki, ilk iki-üç yemekten sonra gelenleri yiyememenin sakıntısını yaşıyorduk, usul bilmediğimizden ilk gelen çorbaya dershane usulü dalıyorduk birlikte büyük bir parça ekmek de yeyince mide doluyordu, ardından güzel ve leziz yemekler geri gidiyordu. Acemilik ettiğimizden yeme şansını kaybediyorduk. Neyse ki, daha sonra öğrenince bir nebze olsun düzene girdi. Ama yine de o kadar çok çeşit vardı ki, hepsinden yemek imkansızdı.

En güzel tarafı her akşam farklı bir mekanda ve başka bir abinin evinde teravih kılıyorduk ve arkasından ders oluyordu. Harika bir durumdu… Şimdi o abilerin bir kısmı ebedi istirahatgahlarına gitmişler. Allah orada karşılarına çıkarsın, ecirlerini bol bol versin Amin… Bir kısmı hayatta Allah onlara da selamet versin Amin..

Yıl 1978 Mersin otogarındayım aylardan sanırım Eylül… Sıcaklar henüz yerini serin havaya bırakmamış, nemli bunaltıcı bir hava var. Dolmuşa binmiş Adana’ya gitmek için hareket etmesini bekliyordum. Aşağıda hayli şişman bir yolcu da çocuğunun elinden tutmuş gideceği aracı bekliyor. Elinde kocaman bir buz parçası saçının büyük kısmı döküldüğü için kafası kel kalan saçları da kendi tıraş etmiş… O buz parçasını bir sabun gibi kafasında dolaştırıyor. Ter ile buzun eriyen suyu biribirine karışarak kafasının her tarafından şarıl şarıl aşağı iniyor. Kayda değer bir manzara. Hiç şikayetçi bir hali yok, gayet neşeli de bir görüntüsü var.

Ramazan orucunun manevi hazzı ona susuzluğun verdiği çaresizliği unutturmuştu anlaşılan. Vazifeyi ifa etmenin verdiği rahatlık her halinden belliydi. Müthiş bir manzara idi. Bu da o günün hatırası olarak belleğimde duruyor.

Evet eski ramazanlar deyince herkes bir şeyler hatırlar mutlaka, dağarcığında yaşadığı bunlara benzer güzel kesitler vardır.

Ramazanın orucu sadece bir ibadet değil aynı zamanda insanın hayatında yaşadığı ve yaşayacağı, sonrasında da unutamayacağı en güzel kesitleri oluşturabiliyor.

Nice Ramazanlara…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum