Erdem AKÇA
Din Felsefesi ve Peygamberlik
Bilimler Işığında Peygamberlik Müessesesi-8
Kelam ilminin en temel bir sahası peygamberlik müessesesidir. Kelam âlimleri Kur’anın ve vahiylerin “makasıd-ı Kur’an” adıyla 4 ana maksadı olduğunu belirtirler: Tevhid, Nübüvvet, Haşir ve Adalet…[1] Bu 4 esastan kilit rolde olanı “nübüvvet” tir. Çünkü Tevhid denilen Allah’ın varlığını, isim ve sıfatlarını, yarattıklarıyla münasebetlerini Hak ve Hakikat, ilim ve hikmet ile akıllara ders verecek, kalpleri mutmain edecek beyanatta bulunmakla nübüvvet mükelleftir. Ölümden sonra bir hayatın geleceğini, ölümün hakikatini ve sırlarını, insan ruhunun bekaya mazhariyetini, ruhun mahiyetini, dünya hayatının Ahiret için kurulmuş bir tarla, tezgah ve imtihan meydanı olduğu gibi sabit hakikatleri ders vererek Haşri ispat edecek yine nübüvvettir. İnsanların ifrat ve tefrite açık, fıtraten kendilerine bir kayıt konulmamış şehevî-gadabî-aklî kuvvetlerini ikna yöntemiyle ve zaruri durumlarda icbar metoduyla sırat-ı müstakime getirecek… bu şekilde kişisel hayatta “i’tidal” i, sosyal hayatta “adalet” i sağlayacak, bu tarz bir hayatın nasıl olduğunu ve nasıl elde edildiğini kişisel hayatında fiilen sergileyecek olan model kişiler yine nebiler ve nübüvvet sistemidir. Bu açıdan dinin temeli, peygamberlik müessesesidir, denilebilir.
Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şehadet’in 2 cümlesini bir terazinin 2 kefesi gibi düşünülürse nübüvvet ve risaletin İlâhî icraatlar ve yaratılış âlemi noktasındaki önemli mevkiini görebiliriz. Said Nursi bu konuyu şöyle ifade eder:
“Arkadaş! Kâinatın şu geçen (tevhide dair 55 şekilde) hakîkatların lîsaniyle söylediği delâiliyle (delilleriyle) ı isbat eder. Ve keza, hakîkatı ı istilzam ediyor. da, îmanın beş rüknünü tazammun ettiği gibi, sıfat-ı Rubûbiyete de mazhar ve mir’attır. Bu sırra binâendir ki, îmanın mîzan ve terazisinde ile karîn ve muvazi (eşit) olmuştur.” [2]
Kelam uleması peygamberleri Kur’anın yaptığı tasnif içinde 3 ana gruba ayırıyorlar: Nebi, resul ve ülü’l-azm (azim sahibi) resuller… Nebiler, gaybdan Hakikati getirip ilim ve iman hizmeti yaparlar. Halkta sağlam bir itikad, sağlıklı ve dengeli bir fikir dünyası tesis ederler. Resuller ise, maddi dünyayı Allah adına yaşamayı öğretici hikmetleri getiren elçilerdir. Onlar nebilerin ötesinde Allah’ın iradesini bildiren emir ve yasakları da getirirler. Onlar hem iman, hem amel hizmeti yaparlar. Ülü’l-azm resuller ise, Allah’a tam adanmış ve Onda fâni kılınmış bir yaşantıyı getirirler. Allah’ın sevdiği ve nefret ettiği her şeyi bildirir ve öğretirler. Onlar hem iman, hem amel, hem ahlak hizmeti yapıyorlar.
Dinin mahiyetini anlatan hadis-i şerifi[3] peygamberlik hizmetine tatbik edersek şunu görürüz: Nebiler, halka “iman” hizmeti yapmışlar. Onlar, “tevhid” i getirmişler. Onların sorumluluk alanı halkın iman ve inancıdır. Peygamberlerin olmadığı dönemlerde de hakikat âlimleri iman hizmetini bir vârisçi olarak yapıyorlar. Resuller ise, halka hem “iman” hem “İslam” hizmeti yapmışlar. Onlar, tevhid ve teslimiyeti getirmişler. Onların sorumluluk alanı halkın imanı, takva ve sâlih amelleridir. Resullerin olmadığı dönemlerde ise, onların varisleri olan mürşidler aynı vazifeyi devam ettirmişler. Ülü’l-azm resuller ise, halka hem “iman”, hem “islam”, hem “ihsan” hizmeti yapmışlar. Onlar tevhid, teslimiyet ve tevekkül hakikatlerini getirmişler. Onların sorumluluk alanı halkın imanı, amelleri ve ahlakıdır. Ahlak güzelliğini ise nefis tezkiyesi ile yapmışlardır.[4] Bu hakikatin ışığında din hizmetini tam teşekküllü olarak ülü’l-azm resuller yapmıştır, diyebiliriz. Kur’an-ı Hakîm bunu şöyle ifade ediyor:
“Allah Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyettik; İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da buyurduk ki: ‘ Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin. ’ Ortak koşanları çağırdığın şey onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.”[5]
İslam âlimleri Kur’an âyetlerinden yola çıkarak ortak bir kanaatle “Ülü’l-azm resuller, 5 kişidir: Hz. Muhammed (ASM), Hz. Nuh (AS), Hz. İbrahim (AS), Hz. Musa (AS) ve Hz. İsa (AS)” demişlerdir. Bir hadis şöyle der: “Resullerin sayısı ise, 315’tir. Nebilerin sayısı ise, 124.000’dir. İlk nebi, Hz. Âdem’dir(AS).”[6] Başka bir hadis ise: “Peygamberlerden 4 tanesi Arapça konuşarak Arap halkına tebliğ yaptılar. Bunlar Hûd (AS), Sâlih (AS), Şuayb (AS) ve senin peygamberin, ey Ebu Zerr” der.[7]
Evet din, kutsal hayattır. Bu hayatın temeli ise, hakikatlerdir. Nebiler, insanlığın hakikati ders veren üstadlarıdır. Resuller, hakikatlerle maddi dünyayı kutsallaştıran ve ruhanileştiren mürşidlerdir. Ülü’l-azm resuller ise, makam-ı Âdemiyet’te (AS) halife-i İlahi olan ahlak mimarları ve mürşid-i kâmillerdir. Peygamberlik sisteminin gayesi, insanı fani ve anlık bir hayattan alıp ölümsüz ve zaman-üstü hakikatlere bağlamaktır. Bu sayede ölümlü ve biçare insanı, Hayy-ı Kayyûm olan Zât-ı Akdes’in (CC) yüce bir muhatabı ve aynası seviyesine yükseltmektir. Tâ ki her insan kendisinin de İlâhî bir sır olduğunu keşfetsin. Üstad Bediüzzaman vahiylerin, yaşanmış vahiy olan sünnetlerin ve peygamberlik kurumunun değerini Kur’an modelinde şöyle açar:
“2 sünnet var: Sünnet-i Suğra ve Sünnet-i Kübrâ… Sünnet-i suğra, Hz. Muhammed’in (ASM), Kur’anı yaşaması ve tefsirinden ibarettir. Ki, kudsî hadislerle, fiilî, kavlî ve takrirî uygulamalarıyla Kur’anın nasıl anlaşılması gerektiğini göstermiştir.[8] Sünnet-i Kübra ise, büyük âlem olan kâinatta ve küçük âlem olan insanda cereyan eden sünnetullah ve Allah’ın kanunlarıdır. Kur’an ise, kâinattaki fıtrat kanunlarının ve sünnetullahın timsali ve haritasıdır. Kâinattaki sünnetullah değişmediği gibi, Kur’an da değiştirilemez. Kur’an değiştirilemediği gibi Onun yaşanmasından ibaret olan sünnet-i seniyye de değiştirilemez.”[9]
Bu manada peygamberlerin vazifesi, önce sırr-ı Tevhid ile kendi ruhunun Allah ile bağının farkına varmak ve onun “İlahî bir nefha” olduğunu keşfetmek… sonra sırr-ı Teslimiyet ile kâinattaki İlahi Emirler olan sünnetullahla kendindeki İlahi Emir olan ruhu barıştırmak ve bütünleştirmek… sonra sırr-ı Tevekkül ile kâinattaki İlahi İrade eseri olarak devam eden yaratılış düzeniyle kendi fıtratı ve cüz’î iradesini barıştırmak ve saadeti tam manasıyla elde etmek ve ettirmektir. Bu şekilde insanın varlık piramitinin tepe taşı olduğunu bütün âleme göstermek, fiilen ispat etmek ve insandaki potansiyel özelliklerin varlık sırrını yaşantısıyla ilan etmektir.
Bu makalede ontoloji, epistemoloji, biyoloji, psikoloji, sosyoloji, tarih ve din felsefesi gibi bilim dallarının peygamberlik müessesesinin varlığını hem istediğini ve hem varlığına şahit olduğunu birçok delillerle göstermeye çalıştık. Bütün bilim dalları eğer kuşatıcı bir nazarla ve namütenahi derinliğiyle incelenirse görülecektir ki, her bir bilim dalı Kâinat Kitabını “Hikmet Kalemi” ile muntazaman yazan İlâhî Kader’in muhakkik bir talebesi ve Onun elçisi olan peygamberlik müessesesinin müdakkik bir tilmizidir.
[1] Bediüzzaman Said Nursi, İşârâtü’l-İ’caz, Fatiha Suresi Tefsiri.
[2] Mesnevi-i Nuriye, Katre Risalesi, 1. Bâb.
[3] Hz. Cebrail’in (AS) bir yolcu kıyafetinde gelip yüzlerce belki binlerce sahabenin gözü önünde sorduğu “ İslam nedir? İman nedir? İhsan nedir? ” hadisidir. Ki, bu hadisi detaylıca aktaranlardan biri de Hz. Ömer’dir (R.Anh).
[4] Cuma suresi 2. âyet, Hz. Peygamber’in nefisleri tezkiye edici bir ülü’l-azm resul olduğunu bildiriyor.
[5] Şûra sûresi, 13.
[6] Müsned-i İbn-i Hanbel, Cilt 5, Hadis no: 265. İbn-i Hibban ise, “ Nebi sayısını 120.000, resul sayısını ise, 313 olarak veriyor. ”
[7] Sahih-i İbn-i Hibban, Cilt 1.
[8] Kavlî sünnet, Resulullah’ın (ASM) sözlü beyanına dayanır. Fiilî sünnet, Resulullah’ın (ASM) bizatihi uygulamasına dayanır. Takrirî sünnet ise, sahabelerce Resulullah’ın (ASM) huzurunda yapılan ve Allah’ın Elçisi tarafından tasdik edilen uygulamalardır.
[9] Bediüzzaman Said Nursî, Kızıl Îcaz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.