Himmet UÇ
Eleştirmen Bediüzzaman
Batı büyük eleştirmenler yetiştirmiş çünkü onlarda din ile dünyevi hayatın, kültürün ve sanatın arasındaki mesafeler çok karışmış olduğundan dolayı eleştirmenler bu karışıklığı, karışan öğeleri ayıklamak için büyük eleştiri faaliyetine girmişlerdir. Özellikle Hristiyanlık dininin akıl ile çelişen bir yapısının olması aydınlar ile din arasında sürtüşmelere neden olmuş. Eleştirmenler din ile edebiyat ve sanat arasındaki mesafenin ayarlanması için büyük çaba sarfetmişlerdir. Voltaire, Ansiklopedistler, Montesquieu daha birçok filozof-edebiyatçı-sanatçı eleştiri yüzünden büyük sıkıntılar çekmişler ama sonunda ülkelerinin realiteleri doğrultusunda bir kültürel ve dini yapı meydana koymuşlardır denebilir.
Doğu dünyasında eleştiri iyi karşılanmamıştır. Tenkid veya eleştiri çok zaman nifak ve yıkım olarak görülmüş, eleştirmenler susturulmuştur. Eleştirinin yerinde yapıldığı bir dönem Asr-ı Saadettir. Sırtındaki cübbe ile minbere çıkan Hz. Ömer’e “Ya Ömer senin bize dağıttığın kumaşlardan cübbe olmazdı, nasıl cübbe yaptın” diye sorarlar. Hz. Ömer, oğlu Abdullah’a “Konuş oğul” der. Abdullah, “Bana verilen parçayı babama verdim, o yüzden” der.
Herşeyin hak ve adalet üzere olduğu dönemlerden biri de Osmanlı’nın ilk dönemidir. Molla Fenari, Yıldırım Beyazıt’ın şahitliğini kabul etmez, onu mahkemeden çıkarır.
Bediüzzaman, İslam dünyasının felaket ve helaket asrında gelmiş büyük bir eleştirmenidir. Çok yönlü bir eleştirmendir. Akaid, sanat, felsefe, estetik, tarih, astronomi, fizik, tıp, jeoloji ve daha birçok ilimin gözüyle dine ve dünyaya eleştirel bakar. Onun en büyük eleştirici faaliyeti seçici ve ayıklayıcı olmasıdır. Bir kere başlangıçta bütün şark ilimlerine taalluk eden eserleri kısa bir sürede okumuş, seçmiş ve ayıklamış asrın idrakine uygun bir seçim yapmıştır. Daha sonra laboratuara dayanan ilimlerin akaid açısından zarar veren tutumlarını eleştirmek için onları okumuş ve onların saldırdığı noktalardan itikadı yeni bir mantıkla dizayn etmiştir. Kur’an ile ilgili yazdığı eserinde seçtiği ayetlerin fen, felsefe, ilim ve ilhad, dalalet erbabından gelen eleştiriler olduğunu ve onlara cevap verdiğini belirtir.
Onuncu Söz, felsefenin ve ulema-i İslamın içinden çıkamadığı, nakil ile yetindiği bir hakikatin gözle görülür şekilde, gözlemlere dayalı bir biçimde ispatını yapmıştır. Orada kullanılan unsurlar, şüphe, tereddüd, gözlem, tabiat, akıl, dalalet, muhakeme, mantık, Kur’an, Hadis gibi unsurların mantıklı bir şekilde terkibinden doğmuştur. İbni Sina’nın içinden çıkamadığı bir hakikati gözle görür gibi otuz üç vecihle bir tiyatro netliğinde anlatmıştır. Gelenek, Mirac’ı sadece olayların hikayesi şeklinde anlarken, o hikmetini, hakikatini, gereğini farklı muhataplara anlatmıştır. Peygamberin (asm) mucizelerinin aklen zorunluluklarını mantıklı örneklerle anlatmıştır. O neyin kendisine kadar yapılmadığını gördüğü için yapılması gerekeni ortaya büyük bir netlikle ortaya koymuştur.
Ayet’ül Kübra isimli eseri tevhid vadisinde, Lailaheillallah beyanında “emsalsiz eser” diye ifade edilir. Çünkü bu hakikati ilim, fen, tasavvuf, gözlem, mantık, muhakeme, yorum, ayet ve hadislere dayalı anlatmıştır.
İslam dünyasının büyük alimleri, mutasavvıfları, muhaddisleri, müellifleri, müfessirleri konusunda yaptığı eleştiriler eserlerinin farklı yerlerine dağılmıştır. Muhiddin-i Arabi ya yere vurulmuş ya göğe çıkarılmıştır. Bediüzzaman, büyük veliyi yerine koyar, kusurları ile birlikte değerini anlatır. Tanzimat’tan günümüze Türk edebiyatının büyük devlerini, felsefelerini, eleştirirken yine küçük cümlelerle eleştirel tavrını ortaya koyar. Namık Kemal’in Sultan Abdülhamid için eleştirel tutumunu yerinde bulmamakla birlikte, onun “Ne mümkün zulm ile bidad ile imhayı hürriyet/Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetten” ifadelerini kendi düşmanlarına kullanır. Fikret’in bir beytini alır ve onu “fena ve fani bir adam” görmekle birlikte, sözünü “güzel ve baki” bulur.
“Zulmün topu var güllesi var kalası varsa – Hakkın da bükülmez kolu dönmez yüzü vardır” diyen Ziya Paşa’nın beytini kullanır. O fikir tarihimizin her şeyini ayıklamış ve değerli olanı almıştır.
Bediüzzaman’ın Cumhuriyet’in ilk meclisinde tenkid ettiği şey namazsızlıktır. O sistem münakaşalarına girmez, insanın Allah ile olan ilişkilerinin sistemleri tıkadığını söylemek ister, bu yüzden namazı olması gereken yere koyar. Onsuz hüküm verenlerin hükmünün sakatlığını anlatır. Namaz konusundaki bu tavrı selefin tavrıdır.
Onun batı felsefesi karşısındaki tutumu en büyük eleştirmenlik yanıdır. Eski Yunan’dan kendisine gelinceye kadarki bütün felsefi geleneği gözden geçirmiştir. Eski Yunan felsefesini esatir ve mantıksızlık olduğu için eleştirir. Yeni hikmeti beğenir, çünkü yeniçağ felsefesi mantık ve bilim ile ortak çalışır. Felsefeyi kelam, dil şeklinde sınıflara ayırır. Kendisi kelam felsefesi yapar ama kelamı genişletir. Felsefenin sanat, ahlak, içtimai hayat, estetiğe taalluk eden kısmını dost bilir. Kur’an ve Risale-i Nur’un onlarla barışık olduğunu söyler. Ama o Marks, Niçe, Holbrach gibi materyalist ve natüralist filozofları eleştirir, hatta onların Allah hakkındaki olumsuz yorumlarından dolayı eleştirir. Tabiat Risalesinin girişi onlar için ayrılmıştır.
Fizyoloji, biyoloji, zooloji, fizikten doğan itikadi sapmaları bu ilimlerin verilerini şahıslara giydirmek suretiyle diyaloglarla verir. 32 Söz’ün birinci mevkıfında bütün bunların temsil ettiği kurmaca bir şahsı zerreden yıldızlara kadar gezdirir ve eleştiri yaptırır. Bu çok bilimsel ve eleştirel bir eserdir.
Bediüzzaman’ın kişiliği etrafında oluşan değer ölçüleri ulaşılmaz eleştirel ölçülerdir. Özellikle Ayet-i Hasbiye isimli eserinde kişiliğine has olan değer ölçülerini verir. Orası bir eleştirel vitrindir, kendini orada sergileyen Bediüzzaman dostlarına da “bana tam tevafuk eden tam anlayabilir, yoksa tam zevk edemez” diyerek, dostluk, sevgi, akraba, hayat, Risale-i Nurlar, Peygamber ve arkadaşları, bütün ehli kemal, peygamberler gibi şahıslar hakkındaki ruhsal empatilerini anlatır. Eğer orada çizilen doğrultuda talebeleri birbiri ile dostane ilişkiler ve dava sevgisi ortaya koymuş olsaydı, uzaydakiler bile onun yörüngesine girerdi.
Mesela “takdir ve tahsin ile bağlı olduğum hadsiz dostlarım” der. Yani dostluğun ölçüsü biribirini takdir etmektir. Birbirini takdir eden ne kadar az insan vardır, nerede ise yoktur denebilir. İki insanın yakınlığını gören onları birbirine düşürür, her yerde böyledir bu. İçki iptilasından kurtulamayan bir ashabının aşağılandığını gören Nebiyyi Zişan (asm) “ama o sizin kadar Allah ve Resulüne bağlıdır, ben şahidim” der. Ya Resulullah sen neredesin biz neredeyiz. Taşlanan bir sahabeye taş atarken kinle davranan bir sahabeye “ama o ne kadar saf bir şekilde bu sonuca razı oldu bilir misin” der.
Bediüzzaman’ın bir eleştirisi de siyasi ve fikri eleştirisidir. Otuz yılı hapiste, zulümde geçmiş bir insanın bu dönemlerdeki adalet cihazının sakat işleyişini çok dik durarak eleştirdiği bir sinema olacak kadar zengin sahnelerle doludur. Mektupları, müdafaaları bu eleştirinin harika sahneleri ile doludur. Bediüzzaman’ın eleştirileri bir büyük çalışma olacak kadar geniş ve kapsamlıdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.