Hekimoğlu İSMAİL
Felaketlerin de bir rayı vardır!..
Allah'a iman, başa gelen her hadisede sabır kuvvetine dayanarak mukabele etmeyi gerektirir. Allah'a hakiki mânâda iman eden, başına gelen her hadisenin Allah'tan geldiğini bilir ve bu düşünceyle başına gelen hadiseler karşısında sarsılmaz.
İnsanın başına gelen musibetler, onun cennete layık hale gelmesi için, kemale ermesine sebeptir. Bu şekildeki bir düşünce ve inanış, hangi musibetten şekva ettirir?
İki adam, demiryolunun yanında duruyordu. Tünelden bir tren çıktı. Düdüğünü öttüre öttüre gelmeye başladı. Adamlardan biri öyle korktu ki, bağıra bağıra kaçmaya başladı. Diğeri hiç kıpırdamadı. Tren geldi, gitti...
İşte o bağırarak kaçan adam, treni, demiryolunu bilmiyor. Diğer bekleyen adam da biliyor ki, tren raydan çıkamaz ve kendisine zarar veremez!
Aynı şekilde her felaket bir tren gibi gelir. Onun da bir rayı vardır. Geldiği yer de gideceği yer de bellidir. Onun dışına çıkamaz. Öyleyse dertler gelsin ve gitsin. Bu şekilde iman, insana rahatlık verir. Böyle inanmayan insan, gökte bulut görse, "Asit mi yağacak, seller mi götürecek?" der. Hastalık gelse, "eyvah öleceğim!" der. İmanlı insan bilir ki, her şey bir nizam içindedir. Deprem olur, savaş olur, kıtlık olur, mü'min sebeplere riayet eder, tevekkül eder, telaşa düşmez.
1944 yılında, ekmek karneyle satılmaya başlamıştı. "Perişan olacağız." diyenler çoktu. Biz de yenebilecek yeşillikleri topladık yedik. Çayı üzümle içtik. Et alamadık ama işkembe aldık. Böylece o kıtlığı atlattık. Kıtlıkta çokları börek bulamadı ekmeğe muhtaç oldu diye üzüldü. Biz ekmek yedik şükrettik. Annem bir tasa su doldurur, içine bir kaşık pekmez atardı. İçine ekmek doğrayıp yerdik. Başkaları böyle yemek mi olur der, isyan ederdi. Biz ise Allah'ın izniyle bu felaketi atlatabileceğimize inanmıştık ve öyle de oldu.
Bir arkadaşım vardı. Evlenemiyor diye çok üzülüyordu. Üstüne bir de işten atıldı. Ona dedim ki, "evlenememende de, işten atılmanda da bir hayır var."
O arkadaş bir gün kahveye gitmiş, oturmuş. Yanındaki adam demiş ki, "senin işin yok mu?" "Yok." demiş. "Gel sana marangozluk öğreteyim." demiş. "Zaten boş boş geziyorsun." Bizim arkadaş da "Olur." demiş.
Arkadaş marangozluk öğrendi, işi öğreten kişinin de bir akrabasıyla evlendi! Şimdi hem hanımıyla çok mutlu hem de zengin oldu. Arabasıyla önümden geçerken bana selam verdi, dedi ki "Ağabey, iyi ki o zaman beni işten atmışlar."
Tabii ya... Sevk-i ilahi vardır. Sen evlenmek istemiyor muydun? Evlenmek isteyen arkadaşın işten atılması, o hanıma giden yolda sevk-i ilahinin bir kısmıydı.
Kendimden bir örnek vereyim. Ben yazarım. Hayal gücüm kuvvetlidir. Benim çok farklı, kendimce çok güzel hayallerim vardı. Fakat Allah o kapıları tek tek kapattı, beni, bulunduğum duruma getirdi. Halime şükrediyorum.
Yirmi yıl askerlik yaptım, türlü türlü dertler gördüm, hapse düştüm, hapiste çöp sırasını başkasına vermezdik ki çıkıp bir hava alalım diye... Sonra hastalandım, tek duam namazlarımı camide cemaatle kılmak. Allah nasip eder etmez, o ayrı... Her zaman halime şükrettim.
Derdine sabredene Allah çok büyük mükâfatlar verir. Ben bunu kendi hayatımda gördüm.
Zaman
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.