Muhammed Numan ÖZEL
Gavvas dalgıçlar ve Cemaatler-1
“Risale-i Nur bir kenz-i mahfî ve bir sandukça-i cevher ve menba-i envârdır.”[1] Kenz-i mahfi ise; gizli hazinedir. Amma bu hazineyi keşfetmek ise okumaktan fazla bir çaba ister. Çünkü “nakd-i ömrü verenlere verilecektir” mana ve kemâlat. Yani okumaktan fazla bir gayret gerektirir. Her insanın mizacı muhtelif olduğu gibi istifade edeceği metodlar da farklılık arz eder. Bu farklılıklar ise aynı fıtrat/tarz/metodu benimsemiş insanların bir araya gelmesiyle dar dairede meşreblerin geniş dairede ise mezheblerin teşekkülüne sebep olmaktadır.
Kenz-i Mahfi olan Risale-i Nur Külliyatı ise gavvas dalgıçların keşfettikleri hazineler gibidir. “Gavvas dalgıçlar, o definenin cevâhirini aramak için dalıyorlar. Gözleri kapalı olduğundan el yordamıyla anlarlar. Bir kısmının eline uzunca bir elmas geçer.
O gavvas hükmeder ki; bütün hazine, uzun direk gibi bir elmastan ibarettir.
Arkadaşlarından başka cevahiri işittiği vakit hayal eder ki; o cevherler, bulduğu elmasın tâbileridir, fusus ve nukuşlarıdır.
Bir kısmının da kürevî bir yakut eline geçer; başkası, murabba bir kehribar bulur ve hâkeza... Herbiri eliyle gördüğü cevheri, o hazinenin aslı ve mu'zamı itikad edip, işittiklerini o hazinenin zevaid ve teferruatı zanneder.
O vakit hakâikın müvâzenesi bozulur. Tenâsüb de gider. Çok hakikatın rengi değişir. Hakikatın hakikî rengini görmek için tevilâta ve tekellüfâta muztar kalır.”[2]
Misaldeki teşbihi anladığım hakikata tatbik edecek olursak karşımıza çok ehemmiyetli bir şey çıkacaktır.
Bu misaldeki muhtelif cevherleri taharri için yapılan gayretler ise metod/usul/tarz manasına gelmektedir.
O gavvas dalgıçlar Risale-i Nur Külliyatını tetebbuatıyla iştigal eden muhtelif eşhastır.
Gözler ise ahirzaman’ın Duhan’ı ve lehviyatıdır ki neticesinde gaflet hasıl olmuştur. Ve gözler gaflet ile bezenmiştir. Bu sebeple elimize kitap alıp mana alemine dalmak gerektir ki duhan perdesi aralansın ve ahiretin üzerine tenteneli perde olan dünyanın arkasına tâ ötelerine geçebilelim.
Keşfedilen muhtelif cevahir ise her anlaşılan manaların muhtelife olmalarından mütevellid olmasındandır.
Başka cevahirin kendi cevherinin nakış ve teferruatı zannetmek ise anlaşılan manalardan en doğrusu “tek mana benim anladığım manadan ibarettir ötesi füruattır” düşüncesidir.
Hakikatin müvâzenesi ve aradaki tenasübün bozulması ise sâri bir illet gibi her yerde karşımıza çıkan “Hem de keşf-i hakikata mani olan iltizam ve taassub ve taraftarlığın müdahaleleri..[3]” neticesidir.
Müvazene ve tenasübün bozulması neticesinde tesanüd bozulur ve “tesanüd bozulsa cemaatın tadı kaçar.[4]” bundan korunmanın ve cemaatin keyfiyetinin ve mihanikiyetinin ve tesanüd ve tenasübünün bozulmamasının yolu ise hamiyet-i milliyyenin dar daire manası olan meşrebcilikten uzak durup, kucaklayıcı ve bütünselci olan hamiyet-i diniye yani meslekiyeye teveccüh etmekten geçmektedir. Bu olmadığı taktirde okunan ama pratiğe geçirilmeyen malumat yığınları tezahür eder. Zaten bir insanın sıkıntı çekmesi bildiği şeyleri tatbik etmemekten geçer.
Hülasa: “Fazileti takdir edebilmek, fazileti bilmekle mümkündür.” [5]
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.