Nurettin HUYUT
Geçmişte Suriye'yi neden yazmadık?
“Suriye ve zalime meyil” başlıklı yazım üzerine Suriye asıllı bir okuyucu soruyor. Daha önce Esad o kadar zulmediyordu da siz neredeydiniz? Neden o zaman yazmadınız?
Doğruya doğru, yazmadık, bigane kaldık, seyirci durduk, bundan dolayı bir mesuliyet söz konusu olur mu? Bilemiyorum.
Bildiğim bir şey var ki, o da şudur; Dünyada 57 İslam ülkesi var. Bunların içinde demokrasi ile, insan haklarını kabul ederek yönetilen ülke sayısı bir elin parmakları kadar azdır.
Hemen hepsi diktatörlerin zulmü altında, insan haklarından mahrum seçme seçilme hakkını elde edememiş krallıklarla yönetilmektedir.
Bunların çoğunda Suriye’deki dram yaşanmaktadır. Türkiye bile çok kısa zaman öncesine kadar onlardan farkı olmayan bir ülke durumundaydı.
Bu durumda sormak gerekiyor. Hangi birini yazalım? Hem birini yazmak ile hepsini yazmak arasında pek bir fark yok gibi. Zira hepsi aynı kaderi paylaşıyor. Birini yazmak yetiyor. Yazıyı al içindeki isimleri değiştir yayınla hepsine uyar.
Bu kabil olaylarda bilinmelidir ki, şu altı habis damar mutlaka işletilir. Birinin ahmaklığından yararlanılır ve asabiyet damarından (ırkçılığından) faydalınılır, bir diğerinin salabet-i diniyesinden (bilinçsiz körü körüne dini bağlılığından), bir başkasının intikam hissinden, farklı birinin ise makam mevki düşkünlüğünden, bir başka kişinin ise tamahkarlığndan, hatta bir başkasının korkaklığından faydalanılır.
Mesela PKK ve onun uzantılarına destek olanlardan bir kısmında para ve çıkar ilişkisi yok mu? Veya o sayede makam mevki kazanma hırsını tatmin etmeye çalışan yok mu? Dini salabetinden körü körüne “dine hizmet ediyorum” zannıyla destek veren yok mu? Irkçılık zaten var. Korkudan destek olan yok mu? Peki, intikam duygusu olup da bu vesile ile intikam peşine düşmüş insan yok mu? Var elbette bunların hepsi var. İç içedir. Kimin gerçek anlamda ne istediğini bilemezsiniz. Hepsi de hamiyetten, vatanperverlikten dem vurur ama amaçlar farklı farklıdır.
O nedenle meydana gelen veya gelmiş iç çekişmelere hep bu zaviyeden bakmak lazımdır. Daha önce diğer ülkeler için mesela Afganistan için, Irak için birkaç yazı kaleme almıştık, işte belki o yazıları dikkate aldığımızda yazdık diyebiliriz. Ama yeterli mi? Elbette değil ne kadar yazılsa ne kadar anlatılsa yetmez. Zira dert büyük…
Arap Baharı adı altında meydana gelen gelişmeler bu kaderi değiştirir mi? Elbette değiştirir. Hiçbir gelişme bir öncekini devam ettirmez, zaten devam ettirse onun adına gelişme denmez, bahar denmez. Yani, her zaman “yeni hal” söz konusudur.
Üstadın aşiretlere verdiği örnekteki gibi, bir çadır yakılsa külü rüzgâra karşı savrulsa tekrar o külden yeni bir çadır yapılabilir mi? Yapılamaz. Aynen onun gibi bir sistem çöktüyse, yerine yeni bir rejim oturduysa artık eskiyi aramak abestir. Veya eskinin geri geleceğini düşünüp endişe ile bakmak gereksizdir.
Özellikle bu asırda demokratik anlayışın sel gibi akıp her tarafı istila ettiği bir zamanda diktatörlüklerin bir bir yıkılması durumunda yerine konan rejimler eskisinden farklı olacaktır. Eskinin kalıntıları elbette devam eder. Bir binayı dahi yıktığınızda enkazını kaldırmak için hayli zaman gerektiği gibi yüzlerce sene devam etmiş rejimleri yıkıp yerine yenisini inşa etmek elbette zaman ister. Eski rejimin yeni rejime dönüşmesi için en az “kırk sene lazım”
O nedenle daha çok yazılıp çizilecektir. Çok şey söylenecektir. Önemli olan yazıp çizmek sayıp dökmek değildir. Önemli olan yanlış basmamaktır. Allah’ın emirlerini her zaman birinci sırada tutmak ve o ölçülerle bakmaktır.
Zulme ve zalime meyletmeden emrolunduğu gibi davranmaktır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.