
Habibi Nacar YILMAZ
Ahmet Kavlak Hocamız Ateistleri Fena Dağıtıyor
Cenab-ı Allah, Enfal Suresinde, "Canlıların en kötüsü, düşünmeyen, sağır ve dilsizlerdir" buyuruyor. Burada sağır ve dilsiz sıfatları, düşünmeyenler için kullanılan mecazî ifadeler. Düşünmek de insana has olduğuna göre, hakikatleri işitmek ve onları ifade etmek de insana düşüyor elbette. Düşünmeyen, kulağını hakikate kapattığı gibi, hâliyle uzağına düştüğü hakikati de dile getiremiyor. Bırak dile getirmeyi, onu dinlemek bile ağır geliyor bazılarına.
Düşünmeyi daha iyi nasıl anlarız? Bir insan Dünya'ya Ay'dan gelse mesela. Kendisini birden Dünya'nın ortasında bulsa, ne düşünür, ne sorar? Daha doğrusu, ne düşünmesi ve sorması beklenir ondan? Ne güzel, Güneş soba ve lamba görevini görüyor. Ay ve yıldızlar, gecemizi aydınlatıp süslüyor. Topraktan çıkan ve uzayan meyve ağaçları, her şeyiyle tam bize göre tasarlanmış meyveleri, elleriyle adeta bize uzatıyor. Yine topraktan çıkan basit otu yiyen hayvanlar, eti ve sütü, derisi ve yünü ile hayatın devamına hizmet ediyor. Yerden kaynayan sular, bize hayat oluyor. Okyanus ve deniz kazanları, balık köftelerini pişirip bizim adeta kucağımıza atıyor. Hiçbir kanala sığmayacak miktarda sular, bulutlara bindirilip muhtaç yerlere ulaştırılıyor; yoksa bizim buna gücümüz yetmeyecekti. Atmosferimiz, Güneş'ten gelen zararlı ışıkların bize ve diğer canlılara zarar vermemesi için koruyuculuk vazifesini yapıyor. Dünya bizi sarsmadan, sanki haberimiz yokmuşçasına hızlı bir şekilde evirip çeviriyor. Bir duvar var mesela, topraktan yapılmış. Tam vaktinde yarılıyor ve bize göre duvardan taamlar çıkıyor. Bunlar tebessümleriyle kendilerini bize takdim ediyor.
Düşünen insan bunları görünce, önce, "Kim bu kâinatı bir hane gibi bize göre tasarlamış, hazırlamış?" diye sorması gerekmez mi? Sorması, bir insanlık gereği değil midir? Eğer bir insan, bunlardan ve kendi üstün, harika ve benzersiz mahiyetinden habersiz gibi yaşasa; buna gerçek insan denir mi? Gerçek insan, bu sualleri sormadan ve düşünmeden yaşayabilir mi? Bunların cevabı bulunmadan insanın başka hiçbir düşüncesinin bir temeli ve anlamı olur mu? Çünkü varlık esrarını bulamamış, kendini çözememiş, iliği baştan yanlış iliklemiş bir insanın diğer adımlarının bir esası ve anlamı olamaz. Başta, kâinatın ve kendinin mahiyetini çözecek; sahibini tanıyacak, dünyaya gönderiliş sırrını çözecek ki eşya üzerine ve diğer konularda da düşünmesinin bir anlamı olsun. Dünyadaki adaletsizlikler, haksızlıklar, görünüşteki yaratılış kusurları gibi konuların temellendirilmesi ve bu konudaki suallerin esaslı bir şekilde cevaplandırılması, önce yukarıda bir nebze işaret ettiğimiz suallerin cevapları üzerine düşünmemize bağlı. Yoksa hep havanda su dövmüş ve bütün düşünce mahsullerini çöp yapmış oluruz.
"Hayatın anlamı nedir? gibi hayatî konularda bile düşünmemek için, anlamsız önermeler öneren bir insanın düşünmesinin bir esası, anlamı olabilir mi? İşte, düşünce adına bir şey üretemeyen birileri, Ahmet Kavlak Hocamızın düşünce adına ortaya koyduğu ve dinlendirmeye çalıştığı bazı hakikatleri, dinsizlik adına güya dillerine dolayıp cevap yetiştirmeye çalışıyorlar. Fakat hazırlanıp cevap verirken bile, içine düştükleri açmaz ve çıkmazları sonradan kendileri de biraz seyredebilseler, az dikkatle baksalar hemen görecekler.
Dillerine dolayıp hatta küçümsemeye çalıştıkları, aksi mümkün olmayan hakikatleri ifade eden bazı cümleler var ki sonradan ellerine dillerine dolanıyor, akıllarını kilitliyor ve bocalamaya başlıyorlar. Değerli Ahmet Kavlak Hocamız, konuşmasının bir yerinde, Nurlardan naklen, "Her sanat eseri, sanatkârı icab eder. Bunun aksi mümkün değil" diyor. Şimdi buna karşı ne diyebilirsin? Bu nurcular da tutturmuşlar "Sanat, sanatkârı icap eder, bir harf kâtipsiz olamaz" diyorlar. Bu, basit bir argüman. Bununla neyi ispat edebilirsiniz ki? Bu sözler, Said Nursi'nin bir anolojisi. Bilim, zaten her şeyi izah etmiş. Hâlâ bu sözlerle mi mukabele edeceksiniz. Dediklerinin özeti bu.
Böyle konuşuyorlar ama bu sözler, kimyalarını fena halde bozmuş. Evet, bu cümleler basit görünen cümleler. Ama aksi mümkün olmayan ve aksi ispatlanamamış bir hakikati ifade ediyorlar. Said Nursi bu sözleri söylememiş olsaydı, sanat eseri sanatkârsız mı olacaktı yani? Said Nursi'nin "Bir harf kâtipsiz olmaz. Sanat eseri, sanatkârı icab eder" gibi cümleleri, bilimin bütün izahlarıyla insanı getirdiği son noktayı avamî bir şekilde ortaya koyan, akla kapı açan cümleler. Evet avamî ama aksi ispat edilemediği için, bir o kadar da parlak.
Bilim her şeyi izah edecek deyip ortaya koydukları izahlar da bir şeyin yapılış safhalarının izahı. Yani bir yemek yapılırken hangi safhalardan geçiyor; hangi malzeme ne şekilde ve hangi oranda kullanılıyorun izahı. Bu izah, yemeği yapanı ortadan kaldırır mı? Yemeği, aşçı olmadan nasıl izah edeceksiniz? Malzemeler mi bir araya gelip yemeği yaptılar; veyahut yemeğin yapılış izahlarının olduğu kitap mı bu yemeği yaptı; yahut da yemekhane mi yemeği yaptı diyeceksiniz?
Ahmet Kavlak Hocamız, "evrim diye bize hem yalan söylüyorlar hem de hikâye anlatıyorlar" diyor. Piltdown Adamıyla 50 sene oyalanıp kandırılan bilimi de yalanlarına örnek veriyor. Piltdown Adamı yalanını kabul eden dinsizler, Ahmet Hocaya laf yetiştirmek adına az sonra kendilerini yalanlayarak "Bilim adamı yalan söylemez" tezini dinlendiriyorlar. Evet, bilim yalan söylemez. Çünkü bilim, sanatı inceler. Belki eksikleri veya yanlış tespitleri olabilir bilimin. Ama bilim adamı, bilimin ortaya koyduğu bu sanatın sanatkârını inkâr ederek düpedüz yalan söyleyebilir. Bunun örnekleri çok.
Ateistlerin kendi dünyalarında meşhur Evrim Ağacı diye bir siteleri var. Ahmet Kavlak Hocamızı tenkit videolarında oraya göndermeler yapıyorlar, okunmasını isteyip onunla iftihar ediyorlar. Bu fakir, zihnim yorulduğunda veya biraz eğlenmek istediğim zaman oradan yazılar okur, gülüp neşelenmeye çalışırım. Ahmet Kavlak'a da orayı okumasını salık veriyorlar. Evet, bunların okuyunuz dedikleri yazıları okudum. Ahmet Bey'in dediği gibi tam bir hikâye dizisi gerçekten.
Eskiden "Gözü, ihtiyaç ortaya çıkardı, gezmek istediğimiz için ayak ortaya çıktı" gibi absürt şeyler söylerlerdi dinsizler. Şimdi ise, bunların gerçekten yanlış olduğunu kabul edip "biz geliştik, bu argümanlar eskide kaldı" demeye başladılar. Bunu dediklerini de bu videodaki dinsizlerden daha yeni öğrenmiş oldum. Peki, bu anlamsız şeyler eskide kaldı, kalmış olsun, diyelim. Yeni olarak ne diyorlarmış mesela.
Evrim ağacında gözü anlatan arkadaş göz için "256 milyon sene önce oluşmaya başladı" hikayesini öne sürüyor. Peki, gözün bu kadar milyon sene önce oluşmaya başladığını ne biliyorsun? Bir gözlemin ya da sahih bir haberin mi var? Hikâye bu ya, her rakamı atmak mümkün. Ya kardeşim o kadar milyon seneye gitmeye ne lüzum var? Şu anda dünyaya gelmeden önce, ihtiyaç olmamasına rağmen, anne rahimlerinde sonsuz sayıda göz yapılıyor. Bunları niçin görmüyorsun? DNA'da gözün bilgisi varmış, zerreler o bilgiye göre gözü oluşturuyorlarmış. DNA'nın içindeki bilgileri atomlara okutan akıl, böylece her bir atoma, bütün gözleri ihata edecek bir akıl ve şuur verdiğinin farkında bile değil herhalde. Güya bir Allah'ı kabul etmiyorlar ama zerrat adedince ilâh edinmiş oluyorlar. Girişte, canlıların en kötüsü düşünmeyen, sağır ve dilsizlerdir, âyetini vermiştik ya. Tam ispatı böyle oluyor işte.
Ahmet Kavlak Hocamız dinsizlere "Kocaman bir ağaç, çekirdeğin içerisine nasıl yerleştirildi? Bir karpuz, çekirdeğin içine nasıl yazıldı?" sorularını da soruyor. Yine sorularına "Sayısız yıldızların arasında bir bilgisayarın kendiliğinden olabileceğini kabul etmeyen akıl, aynı bilgisayarı yapan insanın kendiliğinden ortaya çıktığını nasıl izah edecek?" diye de ekliyor. Bu suallerin cevaplarını her nasılsa olmuş, deyip geçiştirmek mümkün mü? Hele, hayatın cansızların milyonlarca yıl boyunca çarpışmaları, vuruşmaları, bir araya gelip ayrılıp karışmaları sonucu ortaya çıktığını iddia etmek için, herhalde sadece akılsız bir dinsiz olmak yetiyor.
Evet dostlar, şuursuz tabiatı; serseri tesadüfü; başıboş sebepleri yaratıcı yerine koyan ateistler, bilimsellik maskesi altında, kripto metotlarla durumu idare etmeye, akıllarını uyuşturmaya devam ediyorlar. Sığındıkları ve dinsizliklerine medar yaptıkları bir iki âyet mealleri de ellerinde patlıyor birer birer. Kısa bir meale bile doğru dürüst bakamıyor, mecazî ifadeleri bile anlamıyorlar. Çünkü niyet anlamak, öğrenmek değil. Ayna kirli ve bulanık olunca, oraya yansıyan parlaklıklar da aynaya tabi olup kirleniyor. Böylece, kendilerine yazık ediyorlar. Ama zarara rızaları ile gittiklerinden merhameti hak etmiyorlar.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.