Habibi Nacar YILMAZ
Mü'min Ne Söylemez?
Bir gün sınıfta öğrencilere, "En Büyük yalan nedir?" diye sormuştum. Söz alanların her biri, bir hususu dile getirdi. Ama maksadıma uygun cevap alamamıştım. Sonra, tahtaya bir cümle yazdım ve öğrencilere, "Siz sınıfa girdiğinizde, bu cümleyi tahtada görmüş olursanız, ne düşünürsünüz?" diye sordum. Onlar, "Hocam, biri bu cümleyi bizim okumamız için yazmış, diye düşünürüz herhalde" dediler.
Peki, birisi size, "Bu cümleyi kimse yazmamış, kendiliğinden ya da bir kalem tarafından,öylesine yazılmış dese, ne dersiniz?" diye sordum. Cevapların hepsi, "Olur mu, mutlaka yazmayı bilen birisi yazmıştır, yalan söylüyorsunuz, deriz." şeklinde oldu. "İşte çocuklar, basit bir cümlenin yazanını inkâr bir yalansa, o cümleyi yazanın sanatkârını yani yazanını inkâr etmek,en büyük yalandır. Basit bir cümlenin yazılması, nasıl bir ilmi, iradeyi ve kudretli bir zatı istiyorsa, aynen öyle de ciltlerle kitaplar dolusu cümlelerle anlatılabilecek insan ve diğer mevcudatın da bir yazanı ve yapanı vardır elbette.Basit bir cümle için düşündüğümüz bir yazarı, milyonlarca cümle ile ancak anlatılabilen bir sanat için düşünmemek olur mu? İşte en büyük yalan, başta insan diğer mevcudatın yapıcısını inkâr etmektir." dedim. Bununla gençlere, küfrün, Allah'ı inkârın, bütün çeşitleri ile bir yalancılık olduğunu anlatmak istiyordum. Hem yalan, üstelik hem de iftira.
Niçin? Çünkü inkârcı, sadece: "Bir cümlenin yazanı yoktur." gibi basit ve cüz'i bir inkâr içerisinde değil ki. Mevcudat adedince yalan söylüyor. Onların imana olan şehadetlerini inkâr ettiği gibi:"Onları ben yarattım." diyen Allah'a da: "Hayır, sen yaratmadın." diye iftira atıyor. Bunu da bunu da... ilâ nihaye ilk mahluktan başlanarak (eğer küfür üzerine ölmüşse) ebede kadar olan ve olacak, yaratılan ve yaratılacak mevcudat adedince, onların açık şehadetlerini inkâr ederek, belki onların zerreleri adedince, hatta zerrelerin gördükleri vazifeleri adedince yalan söylüyor. İftira da atıyor ayrıca. "Bunları yarattığım gibi, ahireti de yaratacağım." diye va'deden Cenab-ı Allah'ı: "Hayır, sen öyle vaat ediyorsun ama yaratmayacaksın." diyerek de iftirasına ayrı bir boyut ve derinlik kazandırıyor. Bu, basit bir cezayla geçiştirilecek bir cürüm değil.
Bütün bunları niye anlattım? "Hutbe-i Şamiye'nin Üçüncü Kelimesini" okuyunca, böyle bir giriş yapmak istedim. Yalanın en büyüğü, başta ulûhiyet, diğer iman hakikatlerini inkâr olunca; ancak küfre ve inkâr ehline yakışan böyle bir sıfatın küçüğü, büyüğü şahsisi şakası da olsa, bir mü'mine yakışmıyor. Onun için suistimale de çok açık olan bu sıfata, özellikle hiçbir şekilde cevaz yok. Çünkü mü'minle kâfiri ayıran en önemli husus olan yalanın yüksek de olsa istidat tohumlarını çürüten, bütün güven zeminlerini yok edip kokuşmuş bir bataklığa çeviren, dehşetli ve tahripkâr bir özelliği var. Onun için bir hadîste Hazret-i Peygamber (ASM), bir mü'min hırsızlık ve zina gibi fiiller işlese bile "Yalanı ancak iman etmeyen kimse uydurur." buyurmuştur. İşte, "Ashabım yıldız gibidir, hangisine uyarsanız, hidayeti bulmuş olursunuz." buyurmasının sırrı da bu olsa gerek ki sahabe, yalana hiç bulaşmamış; ayrıca doğruluk ve sıdk, Saadet Asrının en önemli hassası olabilmiştir.
Üstadın ifadesiyle "Şark ve garb kadar birbirinden uzak; nur ve nar gibi birbirine girmemek lazım" gelen sıdk (doğruluk) ve kizbin (yalanın) çeşitli şekillerde birbirine yakınlaşması, iç içe girmesi, aynı ağzı paylaşması, aynı dükkânda satılması, az önce de ifade ettiğimiz gibi, güveni sarsmış, ortalığı bataklığa çevirmiş durumda maalesef.
Yine aşiretlere verdiği derslerin toplandığı Münazarat'ta üstad, kendisine sorulan:
-"Her şeyden evvel bize lazım olan nedir?" sualine,
-Doğruluk, cevabını veriyor.
Devamına bakalım.
-Daha?
-Yalan söylememek.
-Sonra?
-Sıdk, ihlas, sadâkat, sebat, tesanüt.
-Yalnız?
-Evet!
-Neden?
-Çünkü küfrün mahiyeti yalandır. İmanın mahiyeti, sıdktır. Şu bürhan kâfi değil midir ki hayatımızın bekası, imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamıyladır.
Yalanın nasıl bir mahiyette ve nasıl bir sıfat olabileceği hususu, İşârât-ul İ'caz'da, Münafıklar Bahsinde, Bakara Suresinin 9. 10. ayetlerinin izahında ortaya konulmuş. İlk baskılarda bu bahis kitapta yoktu. Fakat bazı yayınevleri ilgili kısmı yayımlamışlar. Bu bahsi okumanızı ısrarla tavsiye ederim.
Üstad, bahsin sonunda, münafıkların bir sürü vasıflarından, onların azaplarına medar olarak Kur'an'da sadece yalan söylemelerinin sayılması, "kizbin (yalanın) şiddet-i kubh ve çirkinliğine" bağlıyor. Bunu da yalanın ne kadar tesirli bir zehir olduğuna delil sayıyor.
İslâm âlemini zehirlendiren de yalan olduğu gibi, fesadın, geri kalmışlığın, her türlü rezaletin kaynağının da yalancılık olduğunu nazara veriyor. O zaman, cinayetler içinde yalanı, bu kadar telin eden Kur'an, Müslümanları da dikkate davet ediyor. Münafıklar Bahsinin sonundaki hulâsa kısmını aynen aktarıyorum.
"Hulâsa, yol ikidir. Ya sükût etmektir. Çünkü söylenen her sözün doğru olması lazımdır; veya sıdktır. Çünkü İslamiyetin esas sıdktır, imanın hassası sıdktır. Bütün kemalâta îsal edici sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı sıdktır. Terakkiyâtın mihveri sıdktır. Âlem-i İslam'ın nizamı sıdktır. Nev'i beşeri kemalâta îsal eden sıdktır. Ashab-ı kirâmı bütün insanlara tefevvuk ettiren sıdktır. Muhammed-i Hâşimi (ASM) meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran sıdktır.
Evet dostlar, bazen çok kolayına kaçıp bir de kulpunu bularak şaka da olsa yalanı ağzımızdan kaçırabiliyoruz. Rabbimizin münafık alâmeti saydığı yalanı, bütün envaı ile semtimize uğratmamak için, azâmî dikkat ve temkin gerekiyor. Teviller bunun için değildir, aman dikkat.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.