Hakikat temessül edilir, temellük değil

Mutlak hakikatin varlığında kuşku yok, ama bunu temellük etme makamında oturanların söylediklerine kuşku ile yaklaşmak düşünen her insanın en doğal hakkı. Hakikatin belli ve belirgin bir açısı (perspektif, nokta-i nazar, paradigma, parametre) yok. Fakat o hakikate muhatap olan insanlar, bakarken görebilmek için bazı açılara muhtaç. Mecbur daha doğrusu.

Hakikat, bütüncül (yekpare) ve açısız fakat o hakikatin muhatabı konumundaki insan aklı parçalı ve açılı. Parça bütünü içine alamadığı gibi insan veya insan grupları da (dinler, mezhepler, cemaatler, ideolojiler) hakikati bir başına içine alamaz, kuşatamaz, temsil edemez. Böyle bir güçleri yoktur çünkü.

“Hakikat, benim bakış açımın bana gösterdiklerinden ibarettir” diyen, her şeyden önce hakikate zulmetmiş olur. Çünkü her insanın veya insan gruplarının bütüncül olan hakikati temessül (yansıtma, iletme) etme yetkileri var; ama temellük (mülke edinme, üzerine oturma) etme yetkileri yok. Olmaz da. Zira hakikati, temellük etme yetkisi ve ehliyeti ve salahiyeti ve liyakati ve kudreti sadece Allah’ındır. Biz dindarlar açısından hakikat diye tanımladığımız o nazenin şeyin bizzat kaynağı O’dur çünkü.

İnsanların –mütevazice- hakikate ayna olmaya hakları vardır, amma özel aynasında kendine yansıyan hakikat daneciklerini –mütekebbirce- biricik ve tek hakikat olarak görme ve öylece ilan etmeye hakları yoktur. İzafi (göreceli) hakikatin paylaşımında olduğu gibi mutlak hakikatin, daha doğrusu mutlak hakikat söyleminin paylaşımında da demokratik çoğulculuk veya dinsel çoğulculuk realitesini benimsememiz ve dahi içselleştirmemiz gerekiyor.

Herkesin hakikatten payına düşen hisse farklıdır. Bu, biraz da elde tutulan aynanın ontolojik yapısıyla (kabiliyetiyle) ve kader-i ilahi ile alakalı bir şey. Bunun tayininde ve tertibinde rolümüz ne kadar? Bilemiyoruz. Bütün her şeyin bilgisi insana verilmemiştir. Buna gerekte yok. Hakikat, onu kavrayan kişinin idrakine bağlı olarak değişik renklere bürünebilen seyyal bir şey. Biz yaratılmışlar hakikate dokunabiliriz sadece, onu avuçlayamayız. Tarih boyunca yapılan bütün avuçlama girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanması bir rastlantı olmasa gerek. Tarihin tozlu sayfaları temellük etmeye çalışanların hazin akıbetleriyle dolu.

Mutlak hakikati temellük etme amacıyla geliştirilen her iddia, tez ve söylem gerçeklik tarafından geri itilmeye yazgılıdır daima. Parça, bütünden izler taşır ama bütün parçanın içine sığışmaz, sığıştırmaya çalışanlar –ne kadar iyi niyetli ve samimi ve ihlaslı olurlarsa olsunlar- evvela kendileri sıkışır ve sonra bütüne (yani hakikate) yazık ederler. “Aranızdaki ihtilaflarda din günü son kararı ve hükmü Allah verecektir.” (Hac-69) ayet-i kerimesi, mutlak hakikati temellük etme gafletine ve gayretkeşliğine karşı uyarıyor bütün inananları.

İzafilikler dünyasında yaşamaya mecbur olmak bizce ilahi bir imtihan ve takdir. Bu dünyanın şartları ise “benim dokunduğum hakikattir ama hakikat, benim dokunduğumdan ibaret değildir” ya da “benim bulduğum hakikattir ama hakikat, benim bulduğumdan ibaret değildir” demeyi gerekli, hatta zorunlu kılar. Tıpkı Said Nursi merhumun “mesleğim haktır demeye hakkın var, ama hak yalnız benim mesleğimdir demeye hakkın yok” dediği gibi. Çünkü yine merhumun deyişiyle “hak ve hakikat inhisar altına alınmaz.”

Hâsılı, hakikati -liyakatimiz ölçüsünde ve elimizdeki aynanın kabiliyeti miktarınca-temessül etmeye hakkımız var, amatemellük etmeye hakkımız yok asla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum