M. Maruf ÖZÜLKÜ
Hakikate, muhabbetle suikast etmemeli...
Her zaman nefretle öldürmezsiniz bazen ölçüsüz muhabbetle öldürürsünüz.
Çok seversiniz; sevdiğinizi iddia ede ede en büyük kötülüğü yaparsınız kendisine.
Ölçüyü elden bırakmak ve muhabbeti kör muhabbete çevirmek ve aşama aşama taassuba, fanatik tarafgirliğe ve "gözü başka şey görmeyecek" hale düşer insan oğlu.
Onun için her şeye bir "hadd" konulmuştur.
Ve illa ölçü illa ölçü...
"Hadd-i vasat" kavramı ölçü ile iş yapmayı ve her şeye "kaderi kamet"i kadar değer vermeyi öğretir bize. Çoğu kez kaydedilen değer, övgü için, takdir için ya da tahsin için zaten yeterlidir.
Ama insan bu, düşmanlık ederken de çoğu kez sınırı aşar, severken de...
Böyle olduğu için, "Muhabbetin gözü kördür."
Böyle olduğu için, seven sevdiğinin nakısiyetini görmez ve ona mecazî kemalleri de mal eder.
Mahbubu mahbup olmaktan çıkaran ve hakiki bağlamından kopartılarak hayalî imge ve bilgilere bağlandığı için o muhabbet, her an bir faciaya dönüşebilir yapıdadır.
"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" ayeti nazil olduğunda Hakikat Rehberi Efendimizin (sav) "bu ayet beni ihtiyarlattı" diye buyurması bizim için büyük bir derstir.
Hakikate yapılacak en büyük cinayetin mübalağa olduğu hakikati, hayatın her alanında geçerlidir.
Abartmak, ilave etmek, daha süslü olsun diye daha cazibedar olsun diye bire birkaç şey katmak o şeyin hakiki değerini potansiyelini arttırmıyor. Aksine yapay boya gibi en küçük bir dökülmede ya da renk solmasında "güvenilmez" hale getiriyor.
O halde, "şüphe"ye davetiye çıkaran en küçük masum çaba hakikate doğrultulmuş bir ihanet hançeriyle eşdeğerdir dersek abartmış olmayız herhalde. En azından bu uca gidebilecek bir özellik taşır bu yaklaşımlar diyelim de; abartı konusunu ifade etmeye çalışırken biz abartmamış olalım.
Hakikatin hayale, mübalağaya, yalana, dolana ihtiyacı yoktur dedikten sonra...
Tarih penceresinden baktığimızda her olayın temelinde bu sapmaların olduğunu görürüz ibretle.
Her seferinde aslından iyi niyetle saptırılan olguların zamanla idealize edilen hüsnü göstermemesi üzerine yaşanan kırılmaların ya da sapmaların filmini izleriz.
İnsanlar hakikatin merkezinden saptıkça mesafeyi kapamayacak kadar açtıkça zülm ve zülmetin tavan yapmasına sebebiyet verirler ve nihayet Hak elçileri gelir; seng-i hakikati olması gereken merkeze koyarlar. İnsanların dem ve damarlarına işlenen virüsleri birer birer etkisiz hale getirmişlerdir.
Günümüze gelecek olursak...
Hemen hemen her konuda ana kaynaklarla çelişen tavırların temelinde de bu davranış var...
Buna gösterilen tepkilerde de bu davranış var..
Abartılı, asabî ve ilaveli, temellüklü icbarlı, meşrep ve mizaçları reddeden buyurmalar bize hakikatın merkezini dahi unutturabiliyor.
Siyasî ve sosyal zeminde yapılan "normalleşme" çağrılarını zihniyet dünyamızda da uygulayabilirsek birçok sorunu çözme imkanını elde etmiş oluruz.
"Hakikat bir idi insanlar onu çoğalttı" gerçekliği ışığında hakikatın kendisine iktifa edip hakikatı ebadında sevsek ve ölçü ile, fıtrat ile ve kainat kanunlarıyla uyum içerisinde bir yürüyüş gerçekleştierebilirsek o vakit, eylemimiz ve söylemimiz hak ettiği değeri alacaktır.
Aksama varsa, sonuç alamama varsa, hakedilmeyen neticelerle karşılaşılıyorsa; bu doğrultuda bir tahkikata ihtiyaç var demektir.
Bunları niye söyledim?..
Güncel ya da özel bir sebebi yok.
Kimseye dolaylı verdiğim bir mesaj da yok.
Genel bir davranış bozukluğundan bahsetmek istedim.
Hepimizde zaman zaman tebarüz eden bir hastalığa dikkat çekmek istedim.
O kadar...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.