Ahmet AKCAN
Hamd ve mertebeleri
Hamd; Esma-ül Hüsna’nın tecellilerinden yansıyan, zayıf ve zail gölgelerden ibaret olan ve masnuat ayinelerinde müşahede olunan hüsün ve cemalin, ihsan ve kemalin sahibi Rahman’ın kavlen ve halen övülmesi demektir. Yani hamd; bütün kemalatın hakiki sahibi Rahman’ın lisanen medih ve sena edilmesi, sıfat-ı kemaliyeyı tazammun eden Esma-i İlahiyenin halen ve ahlaken gösterilmesidir...
Mücmel bir ibadet hükmünde olan hamd; mümin kulun Halık-ı Kâinatın Rububiyetine tam inkıyad ile mukabele etmesi, bütün istidat ve cihazatını sıfat-ı ilahiyenin tavsif ve takdisine hasretmesidir. Bu ise insanî kemalatı ifade eden talim-i esma vazifesine şuuren ve fiilen müteveccih olmayı iktiza etmektedir. Çünkü insan vasıf ve sıfatlarını ve iktizalarını bilemediği bir zatı hakkıyla medih ve sena edemeyecektir.
Her vazife ve mükellefiyet gibi hamdin dahi mertebeleri ve mana külliyeti bulunmaktadır. Hamdin mertebelerini yedi başlıkta tarif ve tasnif edebiliriz:
1. Zata Hamd: “Nur-u iman ile bilinir ki: Allah’ın varlığı bütün nimetlerin fevkinde öyle büyük bir nimettir ki; sonsuz nimetlerin enva’ını, nihayetsiz ihsanların cinslerini, sayısız atiyyelerin sınıflarını hâvi bir menba ve bir kaynaktır. Binaenaleyh zerrat-ı âlemin adedince iman nimetine hamd ü sena etmek bir borçtur.” (Şualar, 758)
Zata hamd, hamdin en ekmelidir. Evet tüm nimetlerin menbaı Zat-ı Ehad ve Samed’e hamd, hamdlerin hem aslı hem de esası olarak kabul edilmektedir. Çünkü bütün ihsanat, ikramat, cemalat ve kemalatın kaynağının Zat olduğu bilinmektedir...
2. Sıfatlara Hamd: Kemalat-ı İlahiyenin ünvanları olan ve zata ait keyfiyet ve hususiyetleri anlatan ilahi isim ve sıfatlara hamd, hamdin ikinci ehemmiyetli şubesini ifade etmektedir. Şu hamd, isim ve sıfatların iktizalarını bilmek ve onlarla tahalluk etmek ile vücuda gelmektedir...
3. Vara Hamd: Vara, yani varlığa, yani vücud nimetine mazhar âlemlere bütün mevcudiyeti ile hamd etmek demektir. Mü’min olan kimse iman elinin vüs’atiyle, zahirî ve bâtınî hasseleriyle, kalbi ve ruhî latifeleriyle dünya ve ahirette serilen ve serilecek maddi ve manevi nihayetsiz niama, hadsiz sofralara hamd etmesidir. Şu hamd ise, şükr-ü örfi olarak bilinmektedir...
4. Yoğa Hamd: Yoğa, yani var edilmeyenlere, yani vücuda gelmeyenlere hamd etmek demektir. Nimet-i iman altı cihetten gelen inkâr karanlıklarını def ettiği için def’i şer kabilinden büyük bir nimet olarak hamdi iktiza ettiği, bütün menfaatleri celbetmesi cihetiyle de ikinci bir nimet kabul edilmektedir. O halde hayrın (vücud ve varlığın) celbine medar iman nimetine hamd edilmesi gibi, şerrin (ademin, yokluğun) def’i için de hamd edilmesi gerekmektedir...
Yoğa hamd bir yönüyle hadsizdir. Çünkü imkanattır. İmkanat sınırsız, vukuat ise sınırlı ve mahduttur. Bu yönüyle hadsize hamd, mahduta hamdden daha ziyade olması icap etmektedir. Yani camid olmadığı, nebatat ve hayvanat yaratılmadığı, kör ve sağır olmadığı, inkâr ve zulümden beri durduğu, fısk ve fücura bulaşmadığı ve hakeza sayısız yokluklar adedince Allah’a hamd etmek gerekmektedir...
Yoğa hamd; izafi ve farazi yoklukların tasavvuru ile hâsıl olan ızdırabat ve teellümattan kurtulduğu için şükretmek demektir. Yoğa hamd, varlığa olan hamdi teyit ve tekmil etmeyi intaç etmektedir.
Mümin kulların iman nimetine hakkıyla şükredememeleri inkâr felaketinin (fıkdan-ı imanın) nasıl bir elemin kaynağı olduğunu idrak edememelerinden neş’et ettiği düşünülmektedir. Hazret-i Bediüzzaman’ın zaman zaman felsefi gözlük ile âleme ve hadisata baktırmasının hikmeti, inkâr ve dalaletin nasıl bir elem ve ızdıraba medar olduğunu göstermek, varlığın varlığını yokluğun tasavvuru ile izhar etmek, vücudun mevcudiyetindeki nimetiyeti, dolayısıyla hamdi tezyid etmek içindir. Çünkü herşey zıddıyla bilinmektedir. Göz ve kulak nimetlerinden mahrumiyetin doğurduğu neticeleri bilmeyen kimselerin bu nimetlere hakkıyla şükretmeleri mümkün görünmemektedir...
5. Edaya Hamd: Beşeri özelliklerini yapabildiği, izn-i ilahi ile insani vazifelerini ifa edebildiği, amel ve ibadetlerini yerine getirebildiği için hamd etmek demektir. Edaya hamd dahi şükür minnettarlık manasında ifa edilmektedir...
6. Ezaya ve Cezaya Hamd: Kendi başına gelen yahut beşeriyetin üzerine inen, zahiren çirkin görünen ve hoşa gitmeyen hadiselere ve musibetlere hamd etmektir. Sabır ve rızayı ifade eden bu hamd manen; “Ey Rabbim! Sen kusurdan münezzeh ve müberrasın. Hatalı karar ve hüküm vermekten muallasın” demektir. Dünyada tecelli eden hükümlere, ukbada bütün yönleri ile tezahür edecek adl-i ilahiyeye hamd teslim ve inkıyadı, rıza ve memnuniyeti intaç edecektir. Celali tecellilere rıza göstermek, tesbih ve takdis manasını tazammun etmektedir...
7. Hamde Hamd: Hamd dahi bir nimettir, hem nimetlerin en büyüklerindendir. O halde her hamd diğer bir hamdi iktiza etmektedir. Yani tek bir hamd, namütenahî bir silsile-i hamdiyeyi husule getirmektedir. Hamd edebildiği için de hamd etmek; insanı fahır, gurur ve ucub gibi manevi kirlerden ve afetlerden uzak kalmasını netice vermektedir...
Elhasıl; insanlar bilsinler yahut bilmesinler, medih ve sena, hamd ve şükür ezelden ebede kadar Allah’a aittir. Bütün mahlûkat lisan-ı hal ile gayr-i şuuri hamd ederken, kal lisanını hal lisanı ile cem ederek Allah’a hamd eden iradi ve şuuri varlık insandır. Marifet-i Sani’ ile açılan ve velayet-i kübrayı tazammun eden nurlu yolda bu külli hakikat tüm cihet ve cepheleriyle ilmen gösterilmektedir. Nurlu eserlere dikkat ve teenni ile nazar kılanlar bunu görebilmektedir...
Failin hamde müstehak olması için, filinde muhtar olması lazımdır. Allah mucib-i bizzat değil, fail-i muhtardır. Yani Allah, âlemleri ve içindekileri külli iradesiyle yarattığı için şükür ve hamde müstahak olması vicdanen vacip, aklen sabit görülmektedir...
O’na istinadın (teslimin) ve O’na itimadın (tevekkülün) olmadığı bir hamd lisana mahsus nakıs bir hamd demektir...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.