Serdar BİLGİN

Serdar BİLGİN

Hamiyet

Annemin ve babamın bir nasihati ile sözlerime girizgâh yapmak istiyorum.

“Evladım! Allah’ın yarattıklarına hürmet edersen Allah da sana hürmet eder.”

Risale-i Nur’un kazanımlarından biri de hiç şüphesiz;  Allah’ın yarattığı her şeye hürmet etmek; himmet ve hamiyet sahibi olmaktır. Sözlüğü karıştırdığımızda hamiyet kavramının “yurdunu, dinini milletini ve ailesini koruma gayreti, gayret, çaba, çalışma olarak tanımlandığını; hamiyet ile himmet kelimelerinin eş anlamlı olarak verildiğini görüyoruz. Ancak hamiyet, himmetin kemal mertebesidir. Himmet ise gayretli olma halidir. Hamiyet; fedakârlık duygusunun imtizacı ile çiçek açar. Hamiyetin en güzel ifadesi; kişinin dinî ve manevî değerleri için kendi şahsî hayatını feda ederek “şehitlik” mertebesine ulaşmasıdır. Konunun daha iyi anlaşılması adına Risale-i Nur Külliyatından üç pasaj okuyarak sözlerime devam etmek istiyorum.

“Biz ölsek, milletimiz olan İslamiyet haydır, ilelebet bakidir. Milletim sağ olsun; sevab-ı uhrevi bana kafidir, milletimin hayatındaki hayat-ı maneviyem beni yaşattırır, alem-i ulvide beni mütelezziz eder. ‘Ölüm Nevruz Bayramı günümüzdür.’ deyip nurun ve hamiyetin nurlu rehberlerini kendimize rehber edinmeliyiz.” (Münâzarat/Sualler ve Cevaplar/ s:491)

“Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de.” (Tarihçe-i Hayat/Isparta Hayatı/Tahliller / Eşref Edip s:784)

“Bana, 'Sen şuna buna niçin sataştın?' diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!”  (Tarihçe-i Hayat/Önsöz/ s:26- Tarihçe-i Hayat/Isparta Hayatı/Tahliller / Eşref Edip /s:784-Asâ-yı Mûsâ/Ek Bölümler/Önsöz/ s:334)

Hamiyet sahibi insan bu dar düşüncelerden, dar görüşlerden sıyrılmış kişidir. Nefsini değil cemiyetin imanını kurtarmaya çalışan kişidir. Nefsanî, dünyevî ve basit şeylere tenezzül etmeyen kişidir. Hak yolda engellere takılmayan kişidir.  İmanlarından ve Allah’a tevekküllerinden gelen bir kuvvetle engelleri aşar, yollarına devam ederler. Engellere takılıp asla ümitsizliğe düşmezler. Çabuk ye’se inkılap eden hamiyet, hamiyet değildir. Zira, yeis aczden gelir. Yeis, yüksek ahlâkı öldürür. Kuvve-i mâneviyeyi kırar. Yeise kapılan insan kuvvet-i imandan gelen dayanak noktasını kaybeder, Umumun menfaatini netice veren yüksek ideallerinden vazgeçer ve kendi şahsi menfaatine yönelir, “neme lazım, başkası düşünsün” der ve kendi dünyasına çekilir. Felsefenin şakirdi, kendi nefsi için kardeşinden kaçar, onun aleyhinde dâvâ açar. Kur’ân’ın şakirdi ise, semâvat ve arzdaki umum salih ibâdı kendine kardeş telâkki ederek, gayet samimî bir surette onlara dua eder. Biliriz ki bizi güçlü yapan kendi şahsi kuvvetimiz değil tahkikî iman’ın filizlendirdiği Kudret-i ilahiyedir. Hamiyetin menbaı da kudret-i ilahiyedir. Öyle ki hakiki imân sahibi hamiyetli bir adam, , kâinata meydan okuyabilir, küre-i arz bomba olup patlasa ihtimaldir ki onu korkutmaz.

Buraya kadar hamiyetin yüksek ve ulvî gayeler peşinde koşan insanların ahlâkı olduğunu ifade etmeye çalıştım. İnsanı yücelten hamiyet; yüksek bir ruh hâlinin dışa vurumudur. Bu ruh hali, şahsî menfaatlerini ikinci plana atan milletinin, vatanının ve tüm Müslümanların dertlerini dert edinen, hayırda yarışan bireyleri doğurur. Bireyleri dindar ve vatansever yapar. Toplum ve fert ilişkilerini sağlamlaştırır, muhabbet ve yardımlaşmayı artırır. Böyle bir toplumda birey; küçüklerini sever ve büyüklerine hürmet edip yardım eder, “Sen çalış ben yiyeyim” demez, “Başkası acından ölürse ölsün bana ne” demez, “Devletin malı deniz yemeyen domuz” demez.  “Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin” demez.

Münazarat’ta Üstat hazretleri şahsi menfaatlerini önceleyen bu gibi düşüncelerin istibdadın eseri olduğuna dönük tahliller de yapar. İnsanın her şeyden önce hür olması gerektiğine dair çıkarımlar yapar. Hamiyetin menbaı olan imanı parlatan hürriyet ortamını savunur. Meşrutiyet-i meşruayı da bu nedenle önceler ve amel-i salih için salih bir düzeni savunur. Üstat hazretleri güzel hasletlerimizin gayri Müslimlerin çaldığını ifade ederken hamiyet duygusundan bahseder. Din-i hakkın muktezâsı olan "Ben ölürsem devletim, milletim ve ahbaplarım sağdırlar" anlayışının “Ben öldükten sonra dünya ne olursa olsun”  anlayışına tebdil ettiğini üzülerek anlatır. (Münâzarat/Sualler ve Cevaplar/ s:490-491) Geçmiş asırlarda, Müslümanların başarısındaki hikmetin hamiyet-i diniye olduğunun altını çizer. Müslümanların hamiyet ve himmeti ile kişisel menfaatlerinin imtizacı ile karşımıza çıkan bu portre; Üstat hazretlerinin teşhis ettiği hastalıklardan biridir.

Hamiyet-i diniye, hamiye-i milliyeyi de içinde barındıran, aidiyetleri reddetmeyen, daha üst bir kimliği ifade eder. Hamiyet-i milliye, hamiyet-i diniyenin yerine asla geçemez. Ancak ona tabi ve hizmet etmekle gerçek anlamını kazanabilir.  Oysa bugün İslam dünyasında hamiyet-i milliye,  hamiyet-i diniyenin önüne geçmiştir. Üstat hazretlerinin bahtiyar olarak ifade ettiği Almanya’ya dair gözlemlerimi anlattığım “Duvarlarımızı Ne Zaman Yıkacağız?” adlı gezi notlarımdan bir alıntı yapmak istiyorum.

Doğusu ile Batısını birleştirerek duvarlarını yıkmış bir Almanya vardı karşımızda. Almanya’nın Avrupa ülkeleri ile ittihadı (Avrupa Birliği) sınırları kaldırmış, bütünleşmeyi, birleşmeyi, kaynaşmayı, anlaşmayı ve anlamayı hayat pratiğine dönüştürmüştü. Oysaki biz İttihad-ı İslam’ı başaramamıştık ki onlara İslam’ı anlatmayı başarabilelim. Karşımızda politize olmuş, parçalara ayrılmış, sınırları ve siyasetleri keskin bir Müslüman dünyası vardı. Müslümanlar, taraftar ruhluydu. Dünyayı omuzlarımızda taşıyor, yoruluyorlardı. Oysa onlar dünyayı omuzlarında değil yanlarında taşıyor, güçlü duruyorlardı. İslam dünyasının ekonomik anlamda güçlü bir yapılanmaları yoktu. Özünün, değerlerinin farkında değildi, eksik olduğunu düşünüyor Batı’dan bu eksikliği gidermeye çalışıyordu. Batılılaşıyor; özünden, değerlerinden kopuyor, imani zaaflar yaşıyordu. Müslüman dünyası da sulh-u umumî taraftarı Almanya gibi duvarlarını ne zaman yıkacaktı? Avrupa Birliği gibi bir İslam Birliğini (İttihad-ı İslam) ne zaman ve nasıl kuracaktı? Otobüsle yaklaşık iki buçuk saatlik bir yolculuğun ardından Passau’ya ulaştım. (Gezi Notlarım/Duvarlarımızı Ne Zaman Yıkacağız?/Serdar Bilgin)

İstibdadi bir toplumda hamiyetten söz edemeyiz. Toplumsal hassasiyetten, bireysel ve toplumsal empatiden bahsedemeyiz. Böyle bir toplumda dünya sevgisi vardır.  Bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışı vardır. Ümitsizlik vardır. İmani zaaflar vardır. Böyle bir toplum bireydeki istidat ve kabiliyetleri söndürür, insanlık cevherini ve yüksek ahlâkı öldürür. Birey, umumun menfaatini netice veren yüksek ideallerinden vazgeçer ve kendi şahsi menfaatine yönelir, bireyi bencil ve tembel yapar.

İstibdadi toplumlarda samimiyet yoktur. Gemisini kurtaran kaptandır. Düşene herkesin tekme attığı bir yapılanma vardır. O nedenle haklar, yöneticiler tarafından güvence altına alınmalı, sorumluluklar ise bireyin özgür iradesine bırakılmalıdır. Hürriyet imanı, iman da hürriyeti çekmektedir. Malumunuz Peygamber Efendimiz(asm) yerine bir halife tayin etmeyerek İdarecilerin seçimle gelmesinin önünü açmıştır. Meşrutiyet-i meşrua bu noktada önem arz etmektedir. Üstat hazretleri; meşrutiyet-i meşruayı bu nedenle önceler.

Meşrutiyet-i meşrua; hakka hizmete toplumsal manada uygun bir zemin hazırlar. Hayırda, iyilikte, takvada yarışmalarına ve yardımlaşmalarına zemin hazırlar.  Hamiyet duygusunun olgunlaşmasına zemin hazırlar. Hamiyet ve gayretin olgunlaşması ile de ahlâk toplumda o nispette yücelir. Bireyi şahsî menfaatini takip eden şahıs olmaktan çıkarır ve vatanı-milleti için çalışan vatandaşlar hâline getirir. Hamiyet duygusunun toplumsal manada inşası açısından meşrutiyet-i meşrua önem arz etmektedir.

Hamiyet; muhabbet, hürmet ve merhametin netice-i zaruriyesidir. Sevgi ve muhabbetin olmadığı yerde himmetten ve hamiyetten bahsetmemiz mümkün değildir. Üstat Hazretleri ırkçılığın gaflet, dalâlet, riya ve zulmeti de beraberinde getirdiğini, toplumu sarhoş ettiğini ifade ederken hamiyet-i İslâmiyeyi imandan kaynaklanan bir nur olarak tarif etmektedir. Hamiyet imandan kaynaklanırsa nur ve ziya olurken, ırkçılıktan kaynaklanırsa zulmet şekline bürünmektedir. Dine dayanmayan, Allah rızasını gözetmeyen bir hamiyet insanı ve toplumu; gaflet, dalâlet, riya ve zulmete götürürken, sadece ahirete yönelen, dünyayı, milleti ve vatanı önemsemeyen bir hamiyet de insanı ve toplumu;  taassuba, zillete ve sefalete götürmektedir.  Hamiyet ayrı, iş ayrıdır.  Üstat Hazretleri “bir kalb ve vicdan fezail-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmeyeceğini ifade eder. Hamiyet, ancak Allah ve ahiret inancıyla bezendiği, İslam ahlak ve faziletiyle hayata geçirildiği takdirde sadakat, adalet ve mertlik gibi yüksek hasletleri doğuran, yeisi ortadan kaldıran bir değer haline gelir. Bu değer; İslâm’ı öğrenmek, imanda terakkî ve tekâmül etmek, salih amellerde yarışmak ve zamanını boş yere, oyun ve eğlencelerle geçirmeden “dine, imana, Kur’ân’a ve insanların ahiret hayatına hizmet” için gereken gayreti göstermektir. Kısaca hakka hizmet etmektir. Hayırda, iyilikte ve takvada yarışmak ve yardımlaşmak öncelikli olarak insanların imanına ve âhiretine hizmet etmektir. Bu da, imanı taklitten tahkike çıkararak bütün maddi ve manevi duygularını imanî bakış açısıyla yeniden inşa etmek suretiyle bu duyguları ve kabiliyetleri gerçek mecrasına çevirmekle olur.

Malumunuz Müslüman’ın en büyük hedefi ve hayatının gayesi, Allah için, din için, vatan ve millet için çalışarak Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmaktır. İnsanı dinî bakımdan gayrete getiren cennet ve saadet-i ebediye ümididir.  Dünyada terakkî ve tekâmülü sağlayacak ve bizleri zillet ve sefaletten kurtaracak olan “hamiyet, himmet ve ümittir.” Müslüman olarak Risale-i Nur okuyucusu olarak geleceğe ümitle bakmalı ve gelecekten ümitli olmalıyız. Aksi halde ümitsizlik, insandaki istidat ve kabiliyetleri söndürür ve insanlık cevherini öldürür. Bu ise Üstadın ifadesi ile acizlikten ileri gelir. Bu da her gelişmeye, terakkî ve tekâmüle manidir. Hamiyet, ümitten beslenir ve her nevî sıkıntıya göğüs germeyi, dini ve milleti için her türlü fedakârlığı göze almayı netice verir. Himmet ve gayretin büyümesi ile ahlâk da o nisbette yücelir. İnsanı da şahsî menfaatini takip eden şahıs olmaktan çıkarır ve vatanı-milleti için çalışan vatandaşlar hâline getirir. Bunun için Üstat Hazretleri "Bir adamın kıymeti himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.” diyerek himmet ve gayret sahibi insanın şahsî menfaatinden fedakârlık ederek toplum için çalışan kişi olduğunu belirtir. Kişi şahsî menfaatini terk etmedikçe ne zühd ve ne de himmet ve hamiyet sahibi olamaz.

Milletimizin, Müslüman kardeşlerimizin dertleri ile dertlenmek; hamiyetin gereğidir. İslam âleminin, İttihad-ı İslam gaye-i hayali de ancak hamiyet-i diniye ile gerçekleştirebilecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
13 Yorum