İbrahim KAYGUSUZ

İbrahim KAYGUSUZ

Hikmet ve felsefe

Merak ve hayret bütün insanlarda ortak olan duygulardır.
İnsanlık yeryüzüne gönderildiği tarihten beri, yani Âdem (as) ile birlikte içinde yaşadığı dünyayı ve kendisini merak etmiş yabancısı olduğu şeyler karşısında hayretini gizleyememiştir.
Bu merak günümüze kadar artarak devam etmiştir.

Kâinatın Hâlıkı, insanlığın bu merak ve hayretini gidermek için peygamberler göndermiş ve merak edilen sorulara cevaplar vermiştir.
İnsanlık hayret saiki ile içinde yaşadığı evreni ve üstündeki sırlar perdesini, “neden, niçin ve nasıl” soruları ile aralamaya çalışmıştır.
Allah, ilk insan olan Âdem (as)’a “Esma”sını talim etmiş, yani varlıkların isim ve mahiyetlerini öğretmiştir.

Said Nursi, “Talim-i Esma” nın sadece Âdem (as) ile sınırlandırılmaması gerektiğini söyler.
Kur’an’ın küçük hadiseler merceğinde geniş kanunların ucunu ders verdiğini söyleyen Nursi, istidat ve kabiliyetleri ciheti ile son derece donanımlı olan insanlara öğretilen sayısız ilimlerin ve kâinatı anlamaya yönelik pek çok fenlerin “Talim-i Esma”ya dâhil olduğunu ifade eder.
Nursi’ye göre, kâinat Halikı’nın işlerini ve vasıflarını anlamak için insanlığa öğretilen her şey, aslında “Âdem’e isimleri öğretme”nin tesir sahasına dâhildir.
İşte, Hikmet bu anlama gayreti ile beraber başlamıştır.

Yaratılan varlıklardan ve kendi nefsinden hareketle Allah’ı ve onun vasıflarını anlamaya çalışmak “Hikmet”tir.
Kur’anın açık şehadeti ile hikmet, öncelikle peygamberlere nübüvvet ve ilimle birlikte verilmiştir.
“Hikmetin verildiği kimselere hayrın da beraber kılınması” Allah’ın “Hakîm” isminin gereğidir.   

Öte yandan insanlık bazen hayret ve merak ettiği şeyin cevabını nübüvvetin dışında ve vahiyden kopuk bir şekilde bulmaya çalışmıştır.
Bu ikinci yol çok dolambaçlı olup riskli ve tehlikelidir.
İşte felsefe geniş düzlemde bu kategoriye dâhildir.

Felsefenin manasına, kadim medeniyetlerden ve Antik Yunan’dan günümüze uzanan çizgisine bakarak modern dönemlerin fikri arka planını resmetmek mümkün.
Felsefe elbette tamamıyla vahiyden kopuk bir alan değildir. Felsefenin içindeki doğruların tamamı nübüvvet menşelidir. Mürur-u zamanla nübüvvetin izleri silindikçe kalan kısım “şeytan kumandasındaki heva ve hevesin” ürünü bir bilgi posası olmuştur.

Dinden uzak olan felsefede insanın kendi birikimleri ile elde ettiği bilgi ön plandadır.
Doğrusal olan tevhidi ve nebevi çizgi bu kaidenin dışındadır, çünkü orada biribirini tamamlayan halkalar bütünü vardır.
Dinden uzak felsefi bilgide eşyanın mahiyetindeki gizli ve açık ilahi renkler beşerileştirilir ve asli renklerinden uzaklaştırılarak yabancılaştırılır.

Burada karşımızda asli manasından mahrum bir bilgi yığını durur.
İşte Bediüzzaman’ın şiddetle karşısında durduğu nokta burasıdır.

İlahi isim ve sıfatları doğru yörüngelerine oturarak bu yabancılaşmanın önüne geçmek gerekmektedir.

Öte yandan “Felsefe nedir? “ sorusunun cevabı aslında hiçbir zaman netleşmemiştir.
Fransız Filozofu Jules Lachelier’e bu soru sorulduğunda “bilmiyorum!” cevabını vermişti.

Tarihin çeşitli dönemlerinde ve farklı medeniyet havzalarında yaşayan filozofların her birisi felsefeyi kendine göre tanımlamıştır. Filozofların tamamında, seleflerinin fikirlerini çürütmek ve onların enkazı üzerinde sistemini kurmak söz konusudur. 

Yani felsefe tarihi, birbirini nakzeden fikirler ve modeller mezarlığıdır...
Mezarlıklarda hakikati aramak zavallılıktır!
Asli vazifemiz, bu zavallılara ve murde gönüllere hikmetin adresi olan Risaleleri bir an önce ulaştırmaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum