Himmet UÇ
Hızır üzerine
Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Hızır kıssası başlangıçtan beri en çok tasavvuf çevrelerini ilgilendirmiştir. Bunun sebebi kıssanın adeta tasavvufun iki ana ilkesi olan irşadı ve ilmi ledünnü temsil etmiş olmasıdır. Zira kıssada Allah’ın kendisine bilemediği bir ilim ilm-i ledün verdiği kul Hızır, Hz. Musa’ya kılavuzluk etmektedir. Kıssa bundan dolayı daha 9. yüzyıldan itibaren tasavvuf çevrelerinde özel bir ilgiye mazhar olmuş ve buna tasavvufun ruhuna uygun bir yorum getirilmiştir. Bu yorumda Hızır mürşidi, Hz. Musa müridi temsil etmektedir. Hızır’ın abdalların reisi olarak en yüksek mürşid mevkiine oturtulması tasavvufun gelişmesinde önemli bir dönüm noktası teşkil etmiş, birçok sufi Hızır tarafından irşad edildiğini ve onunla görüşüp sohbet ettiğini söylemiştir.
Mutasavvıflar genellikle Hızır’ın veli olduğunu kabul etmişler ve ona melek veya peygamber olarak rivayetleri muteber saymamışlardır. Hızır’ın hayatta bulunduğunu söyleyen mutasavvıflar pek çok sufi ve velinin, hatta sıradan kişilerin onu gördüklerine, kendisinden öğüt ve dua aldıklarına, bazı durumlarda Hızır’ın onlara yol gösterdiğine, yardımcı olduğuna, ismi azamı öğrettiğine dair bir çok menkıba rivayet ederler.
Bunların en meşhuru İbrahim Bin Ethem’in sahrada Hızır’ı gördüğünü onun uyarısıyla zühd yoluna girdiğini ve kendisinden ismi Azamı öğrendiğini anlatan menkıbedir. Aynı şekilde İbrahim el Havvas da Hızır’ı Sina çölünde görmüş ve kendisinden bilgi almıştır. Yeni Bayezıt-ı Bestami’nin Hızır’la birlikte yürüdüğü Bişr el Hafi, Feth el Mevsili ve Maruf-u Kerhi’nin Hızır’ı gördüklerini Hakim el Tirmizi’ye Hızır‘ın yol gösterdiği anlatılır. Hızır’ı görme ve ondan öğüt alma olayına sonraki mutasavvıflarda daha sık rastlanır. Serrac Ledün ilminin kaynağı olarak gördüğü Hızır’ın Hz. Ali ile görüştüğünü kaydeder. Kuşeyri onun bir veli olduğunu kabul eder. Gazzali de Hızır ile ilgili menkıbeler nakletmiştir.
Muhtemelen ilk defa ibn ül Arabi Hızır’la bir kere görüştüğünü ve ondan hırka giydiğini ifade ederek Hızır’la tasavvuf kültüründe önemli bir yere sahip bulunan hırka konusunu irtibatlandırmış oldu. Abdulhaliki Gucdavani’nin doğacağını Hızır’ın önceden haber verdiğini aynı sufinin zikr-i hafiyi Hızır’dan öğrendiği ve hacegan silsilesinin hâce ünvanıyla anılan Hızır ile başladığı kabul edilir.
Yesevilik ve Türkistan tasavvufunda da Hızır inancı önemli bir yere sahiptir. Rivayete göre Hazret-i Yesevi’nin babası Şeyh İbrahim 10 bin müridiyle birlikte Hızır’a arkadaş olmuştur. Yine Şeyh İbrahim’in Şeyh Musa ile evlenmesine de Hızır delalet etmiştir. Bizzat Ahmet Yesevi Hızır’la görüşür ve irşadlarından faydalanırdı. Yesevilik’teki tarikat asası da Hızır’dan kalmadır. Süleyman Ata Hikemi şiirler söyleme kabiliyetini Hızır’ın duası ile kazanmıştır. Aziz Mahmud Hüdayi Celvetiyye’deki Hızır kıyamı zikrini Hızır’dan almıştır.
Bektaşilikteki on iki posttan biri olan mihmandarlı postunun sahibinin Hızır olduğuna inanılır. Hızır bazen Hz. Ali’nin adı olarak da kullanılır. Mihman–ı Ali’dir. Ahzab kitaplarında kaydedilen bazı önemli hizb ve virdlerin de Hızır tarafından öğretildiği kabul edilir. Tasavvuf erkanı hırka, zikir ve tarikat esaslarının Hızır tarafından kendilerine öğretildiğini kabul eder. Tasavvuf’a Hızır aracılığıyla giren zümreye Hızıriyye denilir. İbn-i Arabi kıyamet yaklaşıp mehdi zuhur edince Hızır’ın ona şahitlik edeceğini öne sürmüştür.
Kur’an’da Hz. Musa’nın Hızır’ın varlığından nasıl haberdar olduğu beyan edilmezken hadislerde bunun Musa’ya yöneltilen bir soru üzerine Allah tarafından kendisine bildirildiği ifade edilmektedir. Yine hadislerde Hızır’ın İsrailoğullarının eşrafından biri olduğu tanıtılmaktadır. Bazı hadisçilerle tarihçilerin kaydettiği rivayetlere göre Hızır’ın Deccal’i yalanlaması için ömrünün uzatıldığı, Deccal’in karşısına çıkacak kişinin Hızır olacağı Hazreti Peygamber (asm) döneminde hayatta olduğu ve peygamberin elçisi olarak Enes’in kendisi ile görüştüğünü, Resulullah vefat ettiği zaman gelip Ehli Beyte taziyyette bulunduğunu, Maruf-ı Kerhi, Cüneydi Bağdadi, Muhyiddin-i Arabi gibi büyük zatlar tarafından görüldüğü, Cebrail, Mikail ve İsrafil’in yılın her arefe günü Arafat’ta buluştukları haber verilmiştir. Bunlardan bir kısmı Hızır’ın dünyanın sonuna kadar yaşamasını Hazreti Adem‘in bir vasiyetine, bir kısmı da onun ab-ı hayattan içmesine bağlamaktadır.
Ayetteki kayıtlara bakılırsa Hızır hayattadır, çünkü birtakım çarpıklıklar düzeltilmesi gerekirse Allah Hızır’ı istihdam etmektedir. Bu düzeltilmesi gereken olumsuzlukların kıyamete dek devam edeceği ve bunun onun ömrünün sürekli olacağını belirtir. Vahiy gönderilen peygamberlerle sınırlı bir süredir ama Hızır genel değil özel bir istihdam şeklidir, Allah’ın böyle istihdamı her zaman olacaktır, öyle ise Hızır hayattadır. Ayetteki balığın kuru iken oradaki suya teması ile canlanması da süreklilik ile Hızır’ın hayatı arasında bir ilişkiyi ortaya koyar.
Bediüzzaman Said Nursi de Hızır‘ın hayatta olduğunu kabul eder ve müthiş bir dirayetle konuşur, ülema ve sofiyyunun kanaatlerini ve kişisel yorumunu kısa bir paragrafta, hülasa eder, anlatır:
"İkinci tabaka-i hayat: Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani, bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyet (sınırlı) değillerdir. Bazan, istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde, ehl-i şuhud ve keşif olan evliyanın Hazret-i hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder. Hattâ makamat-ı velâyette bir makam vardır ki, “makam-ı hızır” tabir edilir. O makama gelen bir velî, hızır’dan ders alır ve hızır ile görüşür. Fakat bazan o makam sahibi, yanlış olarak ayn-ı hızır telâkki olunur." (Mektubat, 6)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.