Hüseyin YILMAZ
Felsefeyi yeni keşfeden sürüngenler!
Batının çoktan unutulmaya terkettiği, daha doğrusu, tarih kabristanına gömdüğü felsefe, bizde şöhret budalası bir alay sürüngenin ağzındaki yeni sakız.
Felsefe adına savurmadıkları hezeyan, yemedikleri herze yok. Hedef tahtasına koydukları tek a'da: İslâmiyet.
"Düşünen adam" payesini kapmak için girdikleri yarış, her ölçüye mu'teriz, her mukaddese düşman. Bilerek mi? Hayır... Ne Kur'an-ı Kerim'i okuyup anlamışlar, ne siyerin sahillerine yolları düşmüş. Düşmanlıklarının sebebi, kapılarında felsefe dilendikleri Batılı filozoflardan kalma şifa bulmaz kilise düşmanlığı. Onların muharref Hristiyanlığın tezâd ve hezeyanlarından beslenen düşmanlığını aynıyla İslamiyet düşmanlığına çevirecek kadar ahmak bir gürûh.
Gecikmeli bu felsefe tartışmalarının kaynağı, düşünen kafaların düşünme ihtiyacı değil, İslâmiyet'in günah işleme huzurlarını tedirgin etmesi. İstedikleri şey, serbestçe düşünmek değil, fütursuzca günah işlemek. Günah işlemek ve huzursuz olmamak, Cehennem tehdidi altında kalmamak.
İslâmiyet'in hâkim tesiri altında günah işlemenin tadını iliklerine kadar yaşayamamak, rahatsız edici. Müslümanların mezar taşları bile huzurlarını kaçırıyor mübtezellerin, ezan sesleri uyuşmuş beyinlerinde karıncalanmalara sebeb oluyor, "Ya Allah varsa!" ihtimali bir eza gibi kemiriyor dimağlarını.
Başlarını yastığa koyduklarında, gözlerini yumduklarında uyuşmuş beyinlerine hücum eden tedailerden kurtulmak için, felsefe hezeyanlarının perişan ettiği akıllarına gelen tek şey, anlamak yerine, düşmanlık etmek. Şuursuz bir redde aradıkları huzur, İslamiyet düşmanlığında hudud tanımayan bu sürüngen alayına, en küçük alevin küle çevireceği kanatlar takıyor. Kimseyi beğenmeye yanaşmamaları, bir nevi haşhaşî marazı; kimsenin eremediği vuslata ermiş olmak.
Kamal Atatürk'ün kurduğu tezgâhta şuurları iğdiş edilen nesillerin her türlü savrulmaya açık olması, kaçınılmaz akibetti. Çakma filozoflarımızın varlığı da, çokluğu da şaşırtıcı değil.
Bu gayyaya sağdan ve muhafazakârlardan düşen unsurlar, daha çok şöhret ve teveccüh arayışlarının bedbaht kurbanları. İslâmiyet, hizmetlerin mükâfatını âhirete erteler; her âmele vücud veren, hayatlandıran sadece Rıza-i İlahîdir. Şöhret ve alkış bekleyenleri tatmin etmeyen bu İlahî takdirin bazılarını felsefe çukuruna düşürmesi görülmeye değer: El üstünde tutuluyorlar. Ne el üstü? Baş tacı... Maskaralıkları alkış gören ahmakların süruru içinde boğulan bu sefil örneklerin aradığı da bu değil miydi? Bir parça alkış, bir parça pohpohlanmak. Aman ne saâdet.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.