Musa Kazım YILMAZ
Rüyalar (1) Rüyanın Hakikati
(En cüz'î hâdisat vukua gelmeden evvel hem mukayyedtir, hem yazılmıştır.) Bediüzzaman
Rüyanın Hakikati
Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyuruyor: “Peygamberlik artık sona ermiştir ve benden sonra nebi veya resul gelmeyecektir. Ancak müminin müjdeleyen salih rüyaları olacaktır. Bu da nübüvvetin parçalarından bir parçadır.”[1]
“Ahir zamanda müminin göreceği rüyalar neredeyse hep sadık olacaktır. Rüyası en doğru olanınız en doğru sözlü olanınızdır. Müslümanın göreceği rüya nübüvvetin kırk altı parçasından bir parçadır. Rüya üç kısımdır: Salih veya doğru rüyalar Allah’tan birer müjdedir. Bir de şeytanın mümine vesvese verip onu hüzne boğan bir çeşit rüya vardır. Bir rüya da var ki, kişinin kendi nefsiyle konuşması, yani daha önce gördüklerini rüyasında tekrar görmesidir.”[2]
Bu hadisler rüyanın önemini ve çeşitlerini anlatıyor. Özellikle, “Benden sonra müminin müjdeleyen salih rüyaları olacaktır” kısmı ve sadık veya salih rüyanın nübüvvetin 46 parçasından bir parça olması oldukça dikkat çekicidir. Bediüzzaman bu hadisleri göz önünde bulundurarak rüyanın hakikati hakkında özetle şöyle der:
“Rüya üç kısımdır. Birinci ve ikinci kısmı Kur’an’ın deyimiyle (اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ) [karma karışık ve tabire değmeyen rüyalar] türü oldukları için tabire değmiyor. Manası varsa da bir önemi yok. Bu tür rüyalar ya insan tabiatının bozukluğundan ileri gelir ya da şuur altında kalan bir takım hayallerin sebep olduğu rüyalardır. Hayal gücü kişinin hastalığına göre, daha önce gördükleri şeyleri tasvir ve terkip ederek rüya şeklinde ona gösterir. Bunların önemi yoktur.”
“Rüyanın üçüncü kısmı rüyay-ı sadıkadır. Rüyay- sadıka hem haktır, hem nübüvvetin görevleriyle bir alakası vardır. İnsanın mahiyetinde bulunan latife-i rabbaniye uykuda âlem-i gayba karşı bir pencere bulur. O pencere ile vukua gelmeye hazırlanan hadiselere bakar ve Levh-i Mahfuz'un cilveleri ve mektubat-ı kaderiyenin numuneleri nev'inden birisine rasgelir ve bazı hakiki vakaları görür. Ancak o vakalarda hayal tasarrufta bulunur ve bazen farklı elbiseler giydirir.”
Kişi rüyasında gerçek vakaları görse de hayali ona farklı bir elbise giydirmesi o rüyanın tevile ve tabire muhtaç hale geldiğini gösterir.
“Rüyay-ı sadıka da üç kısımdır. Bazıları görüldüğü gibi, aynen çıkar; bazılarına ince bir perde sarılır; bazılarına da kalın bir perde sarılır. Rü'ya-yı sadıka benim için hakkalyakîn derecesine gelmiş ve pek çok tecrübelerimle, kader-i İlahînin her şey'e muhit olduğuna bir hüccet-i katı’î hükmüne geçmiştir. Demek en cüz'î hâdisat vukua gelmeden evvel hem mukayyedtir, hem yazılmıştır. O halde tesadüf yok, hâdiseler başıboş gelmiyor, intizamsız değillerdir.”
Peki, sadık rüyanın nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüz olması ne anlama geliyor? Malum vahiy tam 23 yıl devam etmiştir. Fakat vahiy ilk altı ayda sadece rüyay-ı sadıka şeklinde gelmiştir. Allah’ın Resulü gece rüyasında ne görüyorsa sabahleyin gördükleri aynen çıkardı. Altı ay, 23 yılın 46’da biri olduğu için, “sadık rüyalar nübüvvetin/vahyin 46 cüzünden bir cüzdür” denilmiştir.
Rüya nasıl Tabir Edilir?
1) Rüya tabiri çoğu zaman rüya görenin tabir edebileceği bir şey değildir. Hatta bir başkası o rüyayı daha iyi tabir edebilir. Bediüzzaman ehl-i kalb iki çobanın halinden bahsederken şöyle der:
“Bir zaman ehl-i kalb iki çoban varmış. Kendileri ağaç kâsesine süt sağıp yanlarına bıraktılar. Kaval tabir ettikleri düdüklerini, o süt kâsesi üzerine uzatmışlardı. Birisi “Uykum geldi” deyip yatar. Uykuda bir zaman kalır. Ötekisi yatana dikkat eder. Bakar ki, sinek gibi bir şey, yatanın burnundan çıkıp süt kâsesine bakıyor ve sonra kaval içine girer, öbür ucundan çıkar, gider, bir geven altındaki deliğe girip kaybolur. Bir zaman sonra yine o şey döner, yine kavaldan geçer, yatanın burnuna girer; o da uyanır. Der ki:
“Ey arkadaş, acip bir rüya gördüm.” O da der: “Allah hayır etsin, nedir?” Der ki: “Sütten bir deniz gördüm. Üstünde acip bir köprü uzanmış. O köprünün üstü kapalı, pencereli idi. Ben o köprüden geçtim. Bir meşelik gördüm ki, başları hep sivri. Onun altında bir mağara gördüm, içine girdim, altın dolu bir hazine gördüm. Acaba tabiri nedir?”
Uyanık arkadaşı dedi ki: “Gördüğün süt denizi, şu ağaç çanaktır. O köprü de şu kavalımızdır. O başı sivri meşelik de şu gevendir. O mağara da şu küçük deliktir. İşte, kazmayı getir, sana hazineyi de göstereceğim.” Arkadaşı kazmayı getirir. O gevenin altını kazdılar, ikisini de dünyada mes’ut edecek altınları buldular.
İşte, yatan adamın gördüğü doğrudur. Doğru görmüş; fakat rüyada iken ihatasız olduğu için tabirde hakkı olmadığından ve âlem-i maddî ile âlem-i mânevîyi birbirinden fark etmediğinden, hükmü kısmen yanlıştır ki, “Ben hakikî, maddî bir deniz gördüm” der. Fakat uyanık adam, âlem-i misal ile âlem-i maddîyi fark ettiği için, tabirde hakkı vardır ki, dedi: “Gördüğün doğrudur, fakat hakikî deniz değil. Belki şu süt kâsemiz senin hayaline deniz gibi olmuş, kaval da köprü gibi olmuş ve hâkezâ.”[3]
Bu ifadelerden anlaşıldığına göre misal âlemindeki eşyanın hakikati maddi âlemdeki gibi değildir; çünkü gerçek âlem ile misal âleminin ölçüleri farklıdır. Rüya misal âlemine açılan bir pencere olduğundan orada gördüklerimiz maddi âlemde gördüklerimizden farklı olur. Süt kâsesi bir deniz, kaval deniz üzerinde kurulmuş bir köprü olur. Tıpkı dört tarafı aynalarla çevrili olan odasına giren adamın kendisini ucu bucağı görünmez bir meydanda görmesi gibi.
2) Rüya ilmî ferasetle tabir edilebiliyor. Ferasetin de önemli bir kısmı ilhamdır. İlmî feraset sahibi olan bir tabirci, rüyayı görenin sözlerinden, fiillerinden ve takındığı hallerinden yola çıkarak iç âleminde sakladığı şeyleri keşfedbilir. Bu durum tabirciyi bazen rüya görenin faziletlerine bazen de rezilliklerine götürür. Ama tabircinin de vasıfları vardır. Her şeyden önce rüya hakkında bilgi sahibi olması, keyfi tabirde bulunmaması, rüya sahibinin mahrem olan rüyasını faş etmemesi ve rüyayı tabir edemiyorsa “Bilmiyorum” diyebilmesi gerekir.
3) Resûlüllah (sav), “Rüyanızı âlim veya nasihatçi insanlar dışında kimseye anlatmayınız” buyuruyor. Bir rivayette de “Rüyanı sadece akıllı birisine veya sana dost olana anlat” buyrulmuştur.[4] Buna göre âlim olmayanlar, akıllı ve samimi dost olmayanlar rüya tabir edemezler. Ama bu durum, “Her âlim rüya tabir etmelidir” anlamına gelmez. Âlim olan duruma bakmalı, bazen tabir eder, bazen de rüyayı görene nasihatte bulunur ve “bilmiyorum” der.
4) Cenab-ı Allah Yusuf Peygamber’e (as) hadislerin tevil ilmini vermişti. (وَكَذَٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِن تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ) “İşte böylece Yusuf’a orada bir yer sağladık ve bunu olayların yorumunu ona öğretelim diye de yaptık”[5] ayetinde geçen “te’vilü’l-Ahâdîs”ten maksat hem rüyalar hem de maddi âlemde cereyan eden hadiselerdir. Hz. Yusuf her ikisinin yorumunu biliyordu. Çünkü Ona sadece rüyaları değil olayları yorumlama ilmi verilmişti. Muhatabı bir şey söylediği zaman, sözlerinin arka planını da biliyordu.
5) Kuşkusuz rüya tabircisi rüyayı tabir etmek konusunda acele etmemelidir. Çünkü Yusuf Suresinde geçen üç ayrı ayette (41,43,46) rüya tabirinin fetva yerine de geçtiğine işaret edilmiştir. Bu ayetler rüya tabirinin, kişiyi ve toplumu ilgilendiren olaylar zincirine yol açacak bir fetva niteliğinde olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla tefekkür ve tedebbür etmeden, Kur’an’a ve hadislere müracaat etmeden rüya tabirine girişilmemelidir.
6) Rüya tabircisinin Kur’an’dan ve Sünnetten haberdar olması gerekir. Çünkü Kur’an’da yer alan birçok lafız hakiki manasında değildir. Mesela, (وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا) “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın ve bölünüp parçalanmayın”[6] ayetinde geçen (حَبْلِ اللَّهِ)’tan maksat ip değil, Kur’an-ı Kerim veya İslam dinidir. Yine (وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عٖينٌ كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ) “Yanlarında da eşinden başkasına bakmayan ceylan gözlü, korunmuş yumurtalar gibi (gün görmemiş güzel tenli) kadınlar bulunur.”[7] Ayetinde geçen (بَيْضٌ مَكْنُونٌ) ifadesi, korunmuş yumurta anlamında değil, güzel tenli kadınlar anlamındadır. Diğer taraftan (كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُّسَنَّدَةٌ) “onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir”[8] ayetinde geçen (خُشُبٌ مُّسَنَّدَةٌ)’den kasıt münafıklardır.
Hz. Peygamber (sav) üzerinde hanımların olduğu develeri güden Enceşe adlı çobana, (رُوَيْدَكَ يا أنْجَشَةُ، لا تَكْسِرِ القَوَارِيرَ رِفْقاً بِهِنَّ) “Yavaş ol ey Enceşe, kristalleri kırmayasın, onlara karşı nazik ol”[9] buyurmuştur. Buradaki (القَوَارِير)’den kasıt kristal şişeler değil, develerin üzerindeki hanımlardır. Resûlüllah (sav), duygusallıklarından dolayı kadınları kristal şişelere benzetmiştir. Bunu göz önünde bulundurduğumuz zaman bazen bir ayette veya bir hadiste geçen bir kelime bizi rüyanın tabirine götürebilir.
7) Bir adam Tabiûndan İbn Sirîn’e (161/778) geldi ve, “Rüyada bir hayvan benimle konuşuyordu” dedi. İbn Sirîn rüyanın tabirini anlamıştı fakat adamın moralini bozmak istemediği için “Tabirini bilmiyorum” deyip onu gönderdi. Adam gittikten sonra talebelerine şöyle dedi: “Bu adam yakında ölecek. Çünkü Allah Kur’an’da (وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِّنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ) “Söylenen (kıyamet) başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir yaratık çıkarırız da insanların âyetlerimize kesin bir şekilde iman etmedikleri konusunda onlarla konuşur”[10] buyuruyor. Bir hayvanın onunla konuşması onun kıyametinin kopacağına işarettir.”
8) Aynı Rüyayı gören iki kişinin rüyasının tabiri farklı olabilir. Mesela salih bir insanın gördüğü rüya ile fasık bir insanın gördüğü rüyanın tabiri aynı olmayabilir. Ancak tabir eden, rüya görenin salih mi yoksa fasık biri mi olduğunu ferasetiyle anlar.
Bir adam İbn Sirîn’in yanına geldi, “Hocam rüyamda yüksek bir sesle çağrılıyordum” dedi. İbn Sirîn adamın halet-i ruhiyesine baktı, kötü niyetli biri olduğunu anladı. Sonra, “Kardeş rüyanın tabirini bilmiyorum” dedi. Ertesi gün başka bir adam geldi ve: “Hocam rüyamda yüksek bir sesle çağrılıyordum” dedi. İbn Sirîn, “Kardeşim hayırlı bir rüya görmüşsün, hacca gideceksin” dedi.
Yanında bulunan talebeleri, “Hocam dün bir adam geldi aynı rüyayı anlattı, siz ‘Bilmiyorum’ dediniz. Bugün ise bir adam geldi rüyasını anlattı, ona farklı bir cevap verdiniz, bu nasıl oluyor?” dediler. İbn Sirîn şöyle dedi: “Dünkü adama dikkatle baktım, kötü niyetli birisine benziyordu. Onun durumu Yusuf’un (as) kardeşlerinin durumuna benziyordu (ثُمَّ أَذَّنَ مُؤَذِّنٌ أَيَّتُهَا الْعِيرُ إِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ) ‘Sonra bir görevli, Ey kafile! Siz kesinlikle hırsızsınız, diye bağırdı’[11] ayetinin ifade ettiği gibi bir görevli, kardeşlerin içinde bulunduğu kervana ‘Siz hırsızsınız’ diye yüksek sesle sesleniyordu. Rüyasının tabiri olumlu değildi ve onun moralini bozabilirdi. O yüzden, ‘bilmiyorum’ dedim. Bugün gelen adama baktım, salih bir insana benziyordu ve gördüğü rüya hayra alamet idi. Onun durumu (وَأَذِّن فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالًا وَعَلَىٰ كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِن كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ) ‘İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde, sana gelsinler’[12] ayetine uyuyordu. Buna göre o adam hacca çağrılmıştı.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.