Hutuvat-ı Sitte’den Libya dersleri…

Muhabirimiz ABD Büyükelçisine soruyor: “Türkiye’den beklentiniz nedir?”… Bu ne şimdi ha? Libya kan ağlıyorken, insanlar ölüyorken “fitnekârane siyasetiyle cihanın her tarafına kundak sokan el-Hannas”a; uzaklardan, denizaşırı yerlerden uçak gemileriyle, füzeleriyle gelen sömürgeci ruha bunu mu sormak gerekiyor? Hem bu soru bile değil, bir aşağılık kompleksinin ifadesi… Allah’ım, nereden çıktı bu nesil, nasıl bu hale geldik?

Birleşmiş Milletlerden (!) alelacele karar çıkmış. Neyi, nasıl, kim, ne zaman yapacak belli değilken; sömürgeci ruhun perde arkasında hazırladığı planlar bir bir icra edilmeye başlanıyor. Fransa fazlasıyla isterik, İtalya paylaşıma hazır, ABD bu kez arka planda ama yine dümenin başında, İngiltere harekât planlarının yönetildiği yer. Koalisyon kuvvetleri iş başında, Arap Âlemi yine edilgen ve ne yapacağını bilemez halde; çünkü emperyalizm “âlem-i İslâmı ifsad için insanlarda ve insan cemaatlerindeki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri, fiilî propaganda ile işlettiriyor, zayıf damarları buluyor. Kiminin hırs-ı intikamını, kiminin hırs-ı câhını, kiminin tamahını, kiminin humkunu, kiminin dinsizliğini, hattâ en garibi, kiminin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor”;

Arap Birliği bir kez daha çatırdıyor; muavenet elini kabul etmek ile adâvet elini öpmek arasında kararsız kalan bir güruh var karşımızda. Türkiye, her zamanki gibi yine yalnız, yine çırpınıyor.

libya_hutuvat.jpg“Şimdiye kadar sizi idare edenler fenalık ettiler, karıştırdılar. Öyleyse bana razı olunuz” edasıyla, kendini bir velinimet gibi takdim eden bu habis ruha “Onların fenalıklarının asıl sebebi de sensin. Âlemi onlara darlaştırdın, damar-ı hayatı kestin, evlâd-ı nâmeşruunu onlara karıştırdın” diyebilecek;
“Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. Senin rağmına yaşayacağız!” diye haykırabilecek bir ruh lazım.

Bu çapul zihniyetine karşı cihanın dört bir tarafından kuvvet ve muavenet toplamak gerek. “Bütün felâketimizin menbaı olan Avrupa muhabbetine bedel, husumetini esas tutan”larla beraber olmak gerek. Bu maksat için pek çok şey görmezden gelinebilir; aramızdaki husumetler geçici de olsa bir kenara konulabilir, fedakârlıkta bulunulabilinir.

“Bana karşı mukavemetiniz beyhudedir. Müttefikiniz beraberken yapamadığınız şeyi şimdi nasıl yapacaksınız?" diye karşımızda böbürlenen bu yamyamlara karşı
“En ziyade hile ve fitne kuvvetiyle ayakta duran azametli kuvvetin bizi ye’se düşürmüyor” demek ve hilesini yüzüne karşı göstermek gerekiyor. Korkmak, çekinmek; “onun husumetini istilzam eden” “İslâmiyet muhabbeti”ni anlamamak demektir; Cebrail’in şeytan ile barışabileceğine ihtimal vermek demektir.

Şimdi şunu söylemenin vakti değil midir: Ey ümmet-i müslimin! Siz “milletinizin ihtiras ve menfaatini, İslâmiyet’in menfaat ve izzetiyle kabil-i tevfik görerek” yanlış bir yola sapıyorsunuz. Bu ise, siyasetinizde en acınacak, en ebleh bir düşüncedir. Zaman, küçük kavimlerin büyük gurur damarıyla değil “hamiyet-i islamiyye’nin kuvvet ve azametiyle düşünmek ve hareket etmek zamanıdır, bilesiniz.

Siz şimdi, öyle aldatıcı, deccalvari bir katil iştihasında ülkelere yanaşmak istiyorsunuz ki, onlardan her biri “Yaşayınız. Fakat bir tek adam bana hıyânet etse yakarım, yıkarım!" der.

Şayet biriniz hakka sadakat namına onun kâfirine zulmüne karşı hıyanet etse, Ayasofya’ya iltica etse, milyarlara değer o mukaddes binayı harap eder. Veyahut bir köyde ona bir hain bulunsa, çoluk çocuğuyla mahvetmek veya bir cemaatte ona muzır biri varsa cemaati ifnâ etmek, her vakit kendinde salâhiyet görüyor. Lânet o medeniyete ki, ona o salâhiyeti vermiş!”

Evet, lanet o teknolojiye ki, lanet o medeniyete ki şimdi her tarafta güçten düşmüşleri diz çöktürüp ezmeye devam ediyor. Allah’ın nimetlerinin beşte dördünü hem de şükürsüz hayvancasına tüketiyor. Bu saldıranların gösterdiği kin ve husumet “harpten neş’et etme değildir”. “Harpten olsaydı, tabiî mağlûbiyetimizle sairlerin husumeti gibi sükûnet bulurdu”.

Anlaşılan bunların düşmanlıkları ve gaddarane vaziyet alışları kıyamete kadar devam edecek. Bununla beraber ihtiyacımız olan en birinci ve en mühim esas “imanın mahiyetindeki hârikulade şehâmet, izzet-i İslâmiyetin tabiatındaki âlem-pesend şecaat” tir.

Bu âlem-i kuşatacak olan hamiyet ve şecaat; “uhuvvet-i İslâmiyenin intibahıyla” her vakit mucizeleri gösterebilir. İşte Bedir, işte Çanakkale, İşte Milli Mücadele. Hem her vakit bir kahraman-ı İslam ortaya çıkabilir: işte Halid Bin Velid, işte Selahaddin Eyyubi, işte Alparslan ve hakeza…

“Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada, İslam’ın sadası olacaktır!".

“Şark husûmeti İslam inkişafını boğuyordu; zail oldu ve olmalı. Garb husûmeti, İslamın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir, bakî kalmalı."

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum