İkinci Şua ve Şahs-ı Manevî

İkinci Şua’da anahtar cümlelerden birisi bu cümledir: Evet, bir meyve, bir çiçek, bir ışık gibi küçücük bir ihsan, bir nimet, bir rızık, bir küçük ayine iken, tevhidin sırrıyla birden bütün emsaline omuz omuza verip ittisal ettiğinden, o nevi büyük ayineye dönüp, o nev’e mahsus cilvelenen bir çeşit cemal-i İlahiyi gösterir. Ve fani, muvakkat olan güzellikle, baki bir nevi hüsn-ü sermediyi irae eder.” (Birinci Makamın Birinci Meyvesi)

Burada bize bir tek fertten nev’e intikal etmenin ve o nev ayinesinde görünen cemale muhatap olmanın yolu talim edilmektedir. Bir tek fert kendi emsalleri ile ittisal edince bizi nev ayinesine taşır. Kendisi tek başına küçük ve fani bir şeydir ama kendi benzerleri ile bir olup da nevini gösterdiğinde –ki, ferdin kemali nevine ayine olmaktır- o nev ayinesinde baki ve sermedi bir cemal görünür.

Risale-i Nur’a intisab etmiş olan bir tek şahıs da kendi emsalleri ile omuz omuza geldiğinde, kainatın mayası gibi olan teavün, tesanüd, tecavüb ve teanuk ile ittisal edip bir olduğunda Risale-i Nur’un şahs-ı menevisini gösterir. Böylelikle Risale-i Nur’a intisab ile farklı farklı insanlar aynı ruh, aynı ifade, aynı imanı taşımakla beraber bir olduklarında yani; biz olduklarında her biri adeta o şahs-ı manevi hükmüne geçer ve o şahs-ı manevi kadar kuvvet kazanabilir. Ve ehl-i küfrün şahs-ı manevisine karşı da ancak böyle dayanabilir. Kastamonu Lahikasının 34. Mektubu (erisale tasnifine göredir) bunu açıkça ifade ediyor: “"Meyus olma! Senin öyle sarsılmaz bir nokta-i istinadın ve öyle mağlûp edilmez muhteşem orduların ve tükenmez ihtiyat kuvvetlerin var ki, dünya toplansa karşısına çıkamaz. Senin şimdilik mağlûbiyetinin bir sebebi, bir cemaate ve bir şahs-ı mâneviyeye karşı bir neferi göndermenizdir. Çalış ki, herbir neferin, istinad noktaları olan dairelerinden mânen istifade ettiği kuvvetli kuvve-i mâneviyeyle bir şahs-ı mânevi ve bir cemiyet hükmüne geçsin"

Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine intisab ile her bir Nur Talebesi şahs-ı manevi kuvvetinde olabilir ve onun kadar işler görebilir. Küfre karşı dayanmak ve mübareze etmek de ancak böyle mümkündür. Çünkü küfür cemiyetçilik ve komitecilik ile bir şahs-ı manevi olarak hücum ediyor.

Risale-i Nur’daki bürhanlar kainat kuvvetindedir ve kainatın her bir mevcudu Risalelerde serdedilen hakikatlerin şahididir. Bu nedenle kainatı dağıtamayan, kainatı ortadan kaldıramayan hiçbir şey onu bozamaz ve harika delillerini cerhedemez.

Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine dahil olan Nur Talebeleri hem sureten bile birbirine benzerler hem aynı işi yaparlar hem aynı kaynaktan beslenirler hem aynı kuvveti gösterirler hem de muhataplarında aynı tesiri bırakırlar. Yani; çok noktalarda tevafuk ederler.

Elbette bu tevafukun sebebi Risale-i Nur’a intisablarıdır. Ondaki düsturlara olan bağlılıklarıdır. Mesela müsbet hareket öyle bir iksirdir ki muhatabı kim olursa olsun onu bir menfiliğe, adavete, düşmanlığı sevk etmez. Düşmanları ile sulhkarane muamelede bulunur. Düşmanı ile mücadele ederken asla asayişe zarar vermez. Hatta insaflı zabıtalar demişler: “Bu nur şakirtleri, manevi bir zabıtadır, idare ve asayişi muhafaza ediyorlar” (Emirdağ Lahikası 1 s.179 Envar N)

Evet, Nur talebelerinin asayiş bozacak hiçbir hareketleri olmamıştır üstelik kendilerine zulüm, işkence ve kanunsuz keyfi baskılar yapıldığı bir zamanda. Risale-i Nur âdeta herkesin içinde bir yasakçı bırakmış ve “umumi ıstırahatı bozmayınız. Kendi hukukunuzu korumak için bile olsa” demiştir.

Nur talebelerinin tevafuk etikleri bir başka nokta da hakikate olan aşklarıdır. Hak ve hakikat nerede olsa ve kimin elinde olsa ona sahip çıkarlar. Kendi malları bilirler. Hakkın hatırını âli tutarlar. Fena biri de olsa bir hakkı söylüyor ise o hakka sahip çıkarlar. Söyleyen fena diye o hakkı değersizleştirmezler. Çok hakikatli ve değerli biri de batıl bir şey söylese onu almazlar. Zira en ziyade kıymet verdikleri Üstadlarından bu dersi almışlardır: “ Bir sözü ben söyledim diye kabul etmeyiniz. Mihenge vurunuz altın çıkarsa alınız bakır çıkarsa almayınız.” en kıymet verdikleri ve bu hakikatlerin onun sebebi ile kendilerine geldiği Üstadları için durum bu ise artık başkaları için de elbette önemli bir ölçü olacaktır.

Çok tevafuklar ile beraber elbette Nur Talebelerinin farklı meşrepleri farklı tercihleri de vardır fakat esaslarda birdirler. İşte bu, esasta bir olanlar bir araya gelip omuz omuza verdiklerinde Şahs-ı Maneviye güzel bir aynine olurlar. Risale-i Nur ne iş görüyor ise onlar da onu yaparlar, Risale-i Nur hangi nazar ile bakıyorsa onlar da o nazarla bakarlar, Risale-i Nur nerede yürüyor ise onlarda orada yürürler, nerede duruyor ise orada dururlar, nerede konuşuyor is orada konuşurlar ve nerede susuyor ise orada susarlar. Nelere karışıyor ise onlara karışırlar nelere bulaşmıyor ise onlara bulaşmazlar.

Risale-i Nur okumak ile Risale-i Nur’a tevafuk etmek ayrı şeylerdir. Risale-i Nur’u kendi dışında bir kitap gibi okumak ile ona tevafuk etmek zordur. Ancak kendini Risale-i Nur’a vermek ve Risale-i Nur içinde biz uzuv olmak ile şahsı maneviye dahil olunabilir. Risale-i Nur’u okumak başkadır, Risale-i Nur’un işini yapmak başkadır.   

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum