Yavuz BAHADIROĞLU
İlahi aşkın titrek yüreği
Ramazan uzun ve de sıcak günlere denk geldiği için tutmak git gide zorlaşıyor diyerek, ramazanı şubat ayına sabitlemek isteyen zekâvete yazarlarımız var...
Kurban bayramında ibadet duygusuyla kesilen kurbanlarımızın derilerine el koyduktan sonra, Hayvan kesip ortalığı kan gölüne döndüreceğinize Mehmetçik Vakfına para bağışı yapın diye fetva veren aydınlarımız var...
Haccın kurban bayramına denk geldiğini, arife günü Arafata çıkılıp vakfeye durulduğunu, bayram günü kurban kesildiğini, bu yüzden kurban bayramının bir adının da Hacılar Bayramı olduğunu bilmediği için, Bu yıl hac kurban bayramına rastladığından çok kalabalık oldu diye yazan gazetecilerimiz var...
Kuran ile mevlid arasındaki farkı bilmediği için, sure ile şiiri karıştırıp İrtica toplantısında mevlitten sureler okundu diyecek kadar cahil habercilerimiz var...
Cuma günü toplu öğle namazı kılındı, ya da İsmet Paşa irticayı yüreklendirmemek için Cuma namazlarını evde tek başına kılardı diyecek kadar cuma ve namaz gerçeğinden habersiz kalemşörlerimiz var.
Koskoca Mevlanaya ozan demek bunlarda...
Bin kere bozmuş olsan da tövbeni gene gel şeklindeki dindarâne davetini dinsizlik gibi görmek bunlarda...
Bediüzzamandan tek satır okumadan Bediüzzamanı mahkûm etmek bunlarda...
Itriyi anlamadan Beethoveni, İsmail Dede Efendiyi çözmeden Bachı çözdüğünü zannetmek bunlarda...
Kendi medeniyetinin köklerini kavrayamadan Batı Medeniyetini kavrayacağını varsaymak yine bunlarda...
Ama ki mümkün değil. Mümkün olmadığı için de ne Batılı olabiliyor, ne Doğulu kalabiliyorlar...
Biraz Müslüman biraz Hıristiyan, azıcık da Musevi...
Biraz Doğu, biraz Batı, bir parça Hint, bir tutam Çin...
Ve alabildiğine olumsuzluk, umutsuzluk, karamsarlık...
O kadar ki, karamsarlığı ahlâk, umutsuzluğu kader, teslimiyeti isyan gibi telkin eden arabeski bunlar çıkardı diyeceğim geliyor.
Öylesine limitsiz, öylesine umutsuz, öylesine köksüz, öylesine olumsuzdurlar! Arabeskin köklerini asıl bu duruşta aramak lâzım gelir.
Biraz Doğu, biraz Batı, biraz Arap, biraz Acem...
Sonunda Hz. Mevlânayı da kendilerine benzettiler.
Din ve dini terminoloji konusundaki (beni bağışlasınlar ama) cehaletlerini Mevlânaya da bulaştırdılar.
Bu konuda yapılan bazı yorumlar insanın midesini bulandıracak kadar çiğ! Çünkü en olmadık şeyi yapıyor, Hz. Mevlânayı İslâm tefekkürünün sonsuz ufkunda değil, Batı hümanizminin maddeci kalıplarında değerlendiriyorlar...
Tabiatıyla ortaya varlığı gerçeğinden koparılmış bir Mevlana çıkıyor.
Oysa bu bir Mevlana değil, tam bir hilkat garibesidir!..
O kadar ki, Mevlana gerçeğinden fışkıran, Bin kere bozmuş olsan da tövbeni gene gel çağrısında kastedilen arınma, günaha teşvik olarak yorumlanıyor.
Yaratandan ötürü yaratılanı hoş görme ülküsü, maddileştikçe zalimleşen Batı dünyasının ruhunu yıkamaya adayken, bizim yerli turistler (içimizdeki yabancılar anlamında) yüzünden çarpılıp soyut ve umarsız bir hümanizme dönüşüyor.
İslâmcı terör yaftalarıyla kirletilmeye çalışılan İslâmın sevgi ve hoşgörü yüzünü dünyaya göstermeye namzet bir mütefekkiri Batılılaştırıp bir bakıma Batının da umutlarını tüketiyorlar.
Çünkü Batı kendi hayat felsefesinde bir türlü bulamadığı kurtuluş çaresini artık farklı yerlerde arıyor.
Geçen sene (2007) Hz. Mevlânayı yaşadığı mekânlarda hissetmeye gelen İngiltere Veliaht Prensi Charles, Mevlâna Hazretlerinin eserlerine Batı dünyasında büyük ilgi duyan çok sayıda kişinin olduğunu görmek beni son derece etkiliyor. Kendimi, bu kimselerin hayatlarında bir şekilde eksikliğini hissedip Mevlânanın şiirsel maneviyatında buldukları şeyin ne olduğunu sorgulamaktan alıkoyamıyorum derken, işte bu arayışın altını çiziyor.
Müslüman olmadığı halde (olsaydı İngiltere tahtına geçemezdi), entelektüel birikimi ile Mevlâna gerçeğini yakalayan Prens Charles karşısında, bizim İslâm tefekküründen mahrum sözde Müslümanların İslâmiyet karşısındaki cehaletleri sırım sırım sırıtıyor.
O kadar ki, insanın Mevlânaya gölge etmeyin başka ihsan istemez diyesi geliyor.
Çünkü birikimsizleri, peşin hükümleri ve her türlü arabeski içinde barındıran çetrefil duruşlarıyla gerçekten Mevlâna gerçeğine gölge düşürüyorlar.
Başka bir tuhaflık da, Mevlâna Hazretlerinin hasretini irtica sayan anlayıştır... Mevlânayı kabullenip köklerini ve temelini (vahyi) irtica saymak, aklın alacağı iş değildir.
Vefat yıldönümünde (17 Aralık 1273) Mevlâna Celâleddin-i Rumi gerçeğini bir kez daha hatırlayıp hatırlatmak istedim...
İstedim çünkü saldıran, savaşan, terörle sarsılan, aşırı tüketip, tükettiklerinde tükenen (global ekonomik kriz) dünyanın yeni yollara, taze umutlara ihtiyacı var.
Vakit
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.