Seher ŞİRVAN
İmkan... İmtihan... İhlas
Her zaman ''her imkan bir imtihandır'' diye düşünmüşümdür. Zira ''imkansızlık'' da bir imtihandır. Lakin biz hep imkansızlığı imtihan olarak görüp , imkanlarımızın da bize çok çetin imtihanlar olacağını çoğunlukla atlarız. Cenab-ı Allah cc hiç bir şeyi boş ve boşa gitsin diye yaratmaz ve insana da boşa vermez. Tersini düşünürsek boş yere de verdiğini almaz.
O halde niye veriyor ve niye alıyor? Neye göre veriyor, alıyor ya da hiç vermiyor?
Öyle büyük nimetler veriyor ki, insan bunların nerden geldiğine akıl sır erdiremiyorken, bir başka yerde öyle bir alıyor ki, hiç bir şeysiz kalıyor insan. Bir tek canı var o bile onun değil...
Bu dünyada bir şeyler oluyor ve biz buna yaşam diyoruz. Çoğunlukla olanlara muktedir olduğumuzu sanmakla yaşadığımız o sahiplenme hegomanyası, sahiplendiğimiz şeyin 7 şeylerin kaybıyla içinden çıkılmaz derinliği ölçülmez kuyulara düşürüyor bizi.
Bu hadiseler oluyor ve hep de olmaya devam edecek. Peki biz bunun neresinde olursak her zaman imkansızlıkların dahi imkanımız olmasını sağlayarak kazanırız?
Her şeyden evvela her nimetin veya külfetin aslı veyahut da sonuçları itibarı ile imtihan olduğunu baştan kabul ile yükü sahibine teslim ederek...
Bu noktada Rehber-i ekmelimiz sallallahu aleyhi vesselem var. Hakkı ile okunduğunda asla rotayı şaşırtmayacak kitabımız var.
Resulüllah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur;
''(Kur'an'ın) söylediğini söyleyen kimse tasdik edilir. O'nunla amel eden kimse karşılığını bulur. O'nunla hükmeden kimse adalet göstermiş olur ve O'na çağıran kimseyi de (Kur'an) doğru yola iletir.'' (Tirmizi ,Sünen, 173)
Kur'an'ı Kerim, peygamber kıssalarını vahiyler ile insanlara bildirmiştir.Paygamberler ki Allah'ın cc dünyadaki halifeleri ve muhatap aldığı insanlığın vezr-i azamlarıdır.
En son kitap olması hasebi ile Kur'an'ı kerime baktığımızda peygamber kıssalarında o peygamberlerin hem Allah cc katındaki yerleri hem de imtihanları sık sık insanların nazarına bir lut-fu ilahi olarak sunulmuştur. Peygamberler kemalat noktasında tam olmakla birlikte biz insanlara durum ve imtihanları noktasında kulluklarından taviz vermediklerini Allah cc göstermektedir. Her türlü imtihana rağmen ,ubudiyetlerinde en ufak bir şaşmaları söz konusu değildir.
Bu noktada peygamberlerden sonra gelen veli zaatların tarihçe-i hayatlarına bakıldığında imtihan silsilesi adetullah üzere devam etmektedir.Fakat burada önemli bir belirleme yapalım ki; peygamber, veli zat, normal insanların imtihan dereceleri, sebepleri aynı değildir. Ortak noktaları ise her durum, şart, konum, zaman ve mekanda rıza-yı ilahi'nin içinde mahfuz olabilmek ve yalnızca O'nun hoşnutluğunu gözetmek, kazanmaktır.
İşte peygamber, veli zat ve düz insanı ortak paydada toplayan şey yalnızca Rab'bin rızasıdır.
Peygamber efendilerimizin imtihanları bahsini Kur'an'ı kerime havale ederek bu noktada veli ve düz insanın imtihanlarına bakmakta fayda mülahaza etmekteyim, zira peygamberlik makamı noktalanmış fakat velilik kapısı insanlara açıktır.
Veli; ''Allah'a (C.C.) manevî yakınlık kesbetmiş olan şerif zât''.
Bu tanımlamaya göre; her türlü gurbetin iksiri Allah'a kurbettir, demek geçiyor hem kalbimden hem de dilimden. Dünya gurbetindeki maksat da Allah'a cc kurbiyyet kesbedecek hal ile rızasına muvafık ameller üzere yaşamak ve bu halde de hayata hüsn-ü hatime vermek çabası olsa gerek.
İnsan bu mahvilden bakınca sorumluluğunun ne derece azim olduğunu görüp şükre yönelirken , bu sorumluluğu hakkı ile yerine getirememe endişesi ile kalbi havfa düşebiliyor. Zira havf ve reca dengesi de kulluğun önemli ve bir o kadar da hassas terazisidir ki , ubudiyetteki elzem dinamiklerdendir.
İnsanın tasaffi edebilmesi için Allah cc farklı farklı imtihanlara tabi tutar ve yine insanın şekva etmesinin önünü almak için , kendisine insanların içinden yakın kıldığı peygamber kıssalarını nazara veririr ki bu bizim için bir rahmettir.
Allah kuluna asla zulmetmez , imtihan ise kul için bir zulüm değil rahmettir. Musibet perdesi altında hikmet-i ilahinin insanı şekillendirmesi söz konusudur. İnsan ise bu musibet perdesine takılmaz ve ardındaki hikmetleri okuyabilir , cüz-i iradesi ile külli iradeye teslim olma yoluna hem niyet hem de ef'ali ile girer ise işte tasaffiyat imtihanını kazanmaya likyakat kesbetmiştir.
''Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur. Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olana aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. ''(1)
Demek oluyor ki , aslı itibarı ile cenab-ı Hak'kın insana verdiği her şey bir imtihan , zulüm değil. Zulüm olabilmesi için dinini ve imani noktada yaşantısını etkiliyor olması burdaki ölçüt. Bundan şu da anlaşılmaktadır ki menfi musibet sandığımız , aslı itibarı ile imtihanlarımız olmakla birlikte,nimet olarak gördüğümüz ve nefsen hoşnut olduklarımız dine zarar veriyorsa işte onlar asıl musibettir.
Zenginlik, kariyer, eş, evlat hatta düşündüğünüzde dünya vechi ile kaybında (iman hariç) sizi müteessir eden her şey buna dahil.
Hakiki iman sahibi tam da burada şunu diyebilmeli ; ''Allah'ım bana seni kaybettirecek hiç bir muaffakiyeti nasip etme.''
Bu cümlenin tercümesi : ''Allah'ım Sana yaklaşma yolunda Senden gelecek imtihanına hazırım'' ki zaten kulluk şuuru bunu gerektirir.
Kul, kalb-i hüşyar, havf ve reca yamaçlarında dolaşan, gönlü maveradan gelecek rahmete açık ve her düşünce ve ef'ali ile de Rabbine müteveccih olabilmeli.
Bundan sonraki sözleri söz sultanına bırakalım ki, konu hakkında tespitleri benim nakıs cümlelerimden daha ziyade okunmaya namzet ve değerlidir;
''Risale-i Nur’da ispat edilmiştir ki, bazen zulüm içinde adalet tecellî eder. Yani, insan bir sebeple bir haksızlığa, bir zulme mâruz kalır, başına bir felâket gelir, hapse demahkûm olur, zindana da atılır. Bu sebep haksız olur. Bu hüküm bir zulüm olur. Fakat bu vâkıa adaletin tecellîsine bir vesile olur. Kader-i İlâhî başka bir sebepten dolayı cezaya, mahkûmiyete istihkak kesb etmiş olan o kimseyi bu defa bir zâlimeliyle cezaya çarptırır, felâkete düşürür. Bu, adalet-i İlâhînin bir nevi tecellîsidir.
Ben şimdi düşünüyorum. Yirmi sekiz senedir vilâyet vilâyet, kasaba kasaba dolaştırılıyorum. Mahkemeden mahkemeye sürükleniyorum. Bana bu zâlimane işkenceleri yapanların bana atfettikleri suç nedir? Dini siyasete âlet yapmak mı? Fakat bunu niçin tahakkuk ettiremiyorlar? Çünkü hakikat-i halde böyle birşey yoktur.
Böylece musibetten musibete, felâketten felâkete sürüklenip gidiyorum. Yirmi sekiz sene ömrüm böyle geçti. Bana isnad ettikleri suçun aslı ve esası olmadığını nihayet kendileri de anladılar.
Onlar bu ittihamı kasten mi yaptılar, yoksa bir vehme mi kapıldılar? İster kasıt olsun, ister vehim olsun, ben böyle bir suçla münasebet ve alâkam olmadığını kemâl-i kat’iyetle yakinen ve vicdanen biliyorum.Neden ben suçsuz ve mâsum olduğum halde böyle devamlı bir zulme, muannid bir işkenceye mâruz kaldım? Neden bu musibetlerden kurtulamadım? Bu ahval adalet-i İlâhiyeyemuhalif düşmez mi?
Bir çeyrek asırdır bu suallerin cevaplarını bulamıyordum. Bana zulüm ve işkence yaptıklarının hakikî sebebini şimdi anladım. Ben kemâl-i teessürle söylüyorum ki, benim suçum, hizmet-i Kur’âniyemi maddî ve mânevî terakkiyatıma, kemâlâtıma âlet yapmakmış.
Şimdi bunu anlıyorum, hissediyorum, Allah’a binlerle şükrediyorum ki, uzun seneler ihtiyarım haricinde olarak hizmet-i imaniyemi maddî ve mânevî kemalât ve terakkiyatıma ve azaptan ve Cehennemden kurtulmama ve hattâ saadet-i ebediyeme vesile yapmaklığıma, yahut herhangi bir maksada âlet yapmaklığıma mânevî gayet kuvvetli mânialar beni men ediyordu. Bu derunî hisler ve ilhamlar beni hayretler içinde bırakıyordu. Herkesin hoşlandığı mânevî makamatı ve uhrevî saadetleri a’mâl-i saliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak hem meşru hakkı olduğu, hem de hiç kimseye hiçbir zararı bulunmadığı halde ben ruhen ve kalben men ediliyordum.Rıza-yı İlâhîden başka fıtrî vazife-i ilmiyenin sevkiyle, yalnız ve yalnız imana hizmethususu bana gösterildi.
“Sakın” diyor, “iman hakikatini kendi şahsına âlet yapma-tâ ki, imana muhtaç olanlar anlasınlar ki, yalnız hakikat konuşuyor. Nefsin evhamı, şeytanın desiseleri kalmasın, sussun.”
İşte, Nur Risalelerinin büyük denizlerin büyük dalgaları gibi gönüller üzerinde husule getirdiği heyecanın, kalblerde ve ruhlarda yaptığı tesirin sırrı budur, başka bir şey değildir. Risale-i Nur’un bahsettiği hakikatlerin aynını binlerce âlimler, yüz binlerce kitaplar daha belîğane neşrettikleri halde yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerait altında Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa,bunun sırrı işte budur. Said yoktur. Said’in kudretve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i imaniyedir.''(2)
İnsan nasıl ki yaşına mukabil okullara gider ve her sene gösterdiği başarıya ve imtihan sonuçlarına göre bir üst sınıfa geçmeye hak kazanır , işte insan Allah'ın cc mülkünde ve kabza-yı tasarrufunda imtihanlar ile kurbiyyete hak kazanır veya kaybeder.
İhlas bu sınıflarda göreceğimiz imtihanların tek geçer cevabı. Aslı itibarı ile her şeyin ardında işleyen elin O'nun cc olduğunu bilmek ,musibet sandığımız sebeplere şekvadan veya nimet sandıklarımızı bize veren sebebe minnet etmekten insanı kurtarır. Kulluğun izzeti , azami ölçüde kullardan istiğnadır. Bu nazar ise insana huzur ve kuvvet sağlar, zira nokta-yı istinadı Allah' cc olanın gayrısına muhtaçlığı kalmaz.
Ne kadar büyük bir nimettir ki ; Kul Rab'bine tam teslim olmuştur , Rab'bi onu insanlara muhtaçlıktan ve dünya hengamının altında ezilmekten kurtarır.
İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir.(3)
Yalnızca O' cc demek ve her şeyin üstünde O'na cc kilitlenmek. Gez-göz-arpacık da Yalnızca O ' var cc. ve hedefe kilitlenmeden hedefe ulaşılamaz.
Rabbim ! Öyle bir zihin müktesebatı ver ki,içi yalnız Kur'an,Risale-i Nur ve sünnet-i seniye ile tenvir olsun.
Ya Rabbi ! Marifetullah,Sana yaklaştıran ilim,razı olduğun salih amellerin yollarını aç. Sen açmazsan biz perişan oluruz.
Dünyaya meyil ile geçen fani ömrümüzü ahiret ve likaullah aşki ile yeniden ihyâ eyle.Zira Sen ihyâ eylemezsen biz ebedi mevte dûçar oluruz.
Ya Rabbi ! Nur'un inkişafında çok mezalim görmüş Üstadımın ve has talebelerinin yolunda sıdk ile olmayı talep ediyorm.Sen tevfikin ile teyit eyle...
Dipnot:
1-)2.lem’a 5. nükte
2-)Emirdağ lahikası 2
3-)23.Söz
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.