Sabri ALTUN
İnsanları idare edenlerin gözünü kan bürümüş.
Amerika ve Amerika’yı temsil eden bütün batı zihniyeti arkasındaki Siyonizm canavarıyla birlikte dünyanın iplerini elinde tutarak ha bire çalkalıyor.
Aslında bunu filozofane bir yaklaşımla cümleleştirirsek; kapitalist çağın burjuva sisteminin, meta fetişizmle devam eden yeni putperestlik döneminin tanrıları insanlığı yönetiyor.
Bu sistemde bütün devletler ve devletlerdeki siyasi partiler bunların emrinde çalışan figürlerdir.
Böylece sanal dayatmalar ve parsellenmeler oluşturularak devletler ve topluluklar birbirleriyle çarpıştırılarak ürettiği silahlarını satıyor.
Savaş dışındaki alanlarda ise, aşırı tüketim hastalığıyla ihtiyaçları birden binlere çıkartarak çılgınca bir harcama modunu geliştirerek bütün dünyadan besleniyor.
Sonuç itibarıyla bu burjuva-kapitalist sistemde, masumlar ölüyor, çocuklar katlediliyor.
İnsanlar sonu gelmez bir sahip olma hırsının tuzağına düşüyor.
Adeta insanlık, insanlık tarihi boyunca (Dünya savaşları da dâhil) işlediği bütün günahlara eş değer günlük cürümler işleniyor.
Tüm dünya topyekûn bir savaşın içindedir.
Bombayı ve mermileri ensesinde hissetmese de en rahat topluluklar bile duygusal olarak savaşın acısını yaşıyor.
Zira modern iletişim sistemleriyle her kes oturduğu evinde canlı canlı savaşı seyrediyor.
Her kes bir tarafı tutuyor ve sonuçta tuttuğu tarafın zulmüne ortak oluyor.
Böylece insanlık topyekûn kana bulanıyor.
Böyle giderse kıyametin kopması an meselesidir.
Kömürleşmiş vicdanlar masumları öldürürken masumlardan geriye kalanlar kin ve öfke hamuruyla yoğrulup canavarlaşıyor. Bunlarda sinsi bir macunla bir araya getirilip kan akıtan makinelere dönüyor. (İŞİD misali gibi)
Denge döngüye dönüşüyor, döngü insanlığı öğütüyor.
Ve en büyük fitne ise İslam alemi üzerinde yoğunlaşıyor.
* * *
Şimdi bu zaviyeden meselelere bakarsak;
Gerçekten başımız beladadır.
Ben bu bakışa “filozof” bakışı diyorum.
Bir başka tabirle; ” beş duyu bakışı”’dır bu bakış.
İbrahim’i değerlerin, semavi telkinlerin insanlığın itikadından çekilişidir bu bakış.
Ve özelikle son yüzyıldır dünya bu şekilde idare ediliyor.
Peki, eşyanın hakikati noktasında ve işin melekutiyet boyutunda meseleye bakarsak nasıl bir manzara vardır.
Yani “Sultanı kâinat birdir, bütün dizginler onun elindedir.”
“Esbab tahtında vücuda gelen hâdiseler, o esbâbın hâlis malı değil. Belki asıl o hâdisenin hakîki sahibi kaderdir. Kader ise hikmet-i İlâhiye ile hükmeder.”(mektubat:355)
Onun izni olmadan bir yaprak bile hareket etmiyorsa, yeryüzündeki bu cüretkârlık neyin nesi?
Cenabı hak bu gidişe neden müsaade ediyor?
* * *
Tarihin akışına baktığımızda Allah’ın bilemediğimiz hikmetleri dışında bu gidişin sebebi’nin “Müslümanlar” olduğu ortaya çıkacaktır.
Zira insanlık öyle bir merhaleden geçti ki, batı; Felsefe-i Avrupa ve hikmeti beşeriye den ruhunu alan tarihin en ihtişamlı medeniyetini kurarken, Bediüzzaman’ın tabiriyle Müslümanlar arasında iki zümre hasıl oldu..
Bunlardan bir kısmı “ehli tefrit olan a’da-yı din”, diğerleri ise “sadık-ı ahmak olan ehl-i ifrat ve zahirperestler”.
Bunların sesleri öyle bir karmaşaya sebep verdi^ki muhakkikin-i İslam ve akil sıddıkların sesleri duyulmaz oldu.
Böylece İslamiyet’in ikbal ve istikbaline yol açan sıratı müstakim tali bir yol olarak nazarlara ilişti.
Diğer taraftan hakikat noktasında medeniyet-i hazıra, Kur’an’ın hayat-ı iştimaiyey-i beşeriye’ye ait olan düsturlarına karşı mağlup olup, Kur’an’ın icazı maneviyesine karşı iflas ettiği halde, bu hakikat gizlenir oldu.
İşte bütün mesele bu hakikatın gizlenmesidir.
Çünkü hakikat ehil eller üstünde yükselir ve parlar.
Hani insaniyet-i süğra olan mehasin-i medeniyet ki ilim ve teknoloji, insanlık tarihi boyunca değer gördüğü kavimlerde parlamış uygarlıklar meydana getirmiştir.
İnsaniyeti Kübra olan İslamiyet ise ancak İslamiyet’in ve Kur’an’ın değerini bilen topluluklarda parlar hükümferma olur.
Batı meftunu bir topluluk ile adetullah kanunlarını göz ardı eden yeisle muzdarip ahmak Müslümanların elinde tabii ki Kur’an gizlenecektir.
Nitekim son yüzyılda ortalıktaki hainler ile ahmak güruhların yaptıkları ortadadır.
Ya Kur’an’ı küçük gösterdiler yahut Kur’an’a asla uymayan uygulamaları İslam’ın malı olarak insanlığa sundular.
Dolayısıyla bu Müslümanlıkların Kur’an adına temsiliyet hakkını ellerinde bulundurmaması için mağlup olması gerekiyordu ki kaderi ilahi Müslümanları mağlup edip mazlumlar safına iltihak etti.
Belki de kaderi ilahi bin yıldır büyük medeniyetler inşa edilen bu müstesna İslam topraklarına sirayet eden ayrık otlarını ve parazitlerini temizlemek için bir nevi gayr-i müslim eliyle bu toprakları sürdü. Ve belki de yüzyıllık bir nadasa bırakılması gerekiyordu.
İşte bu hakikatler içindir ki Bediüzzaman hazretleri 1947 lerde Türk mahkemelerine şunu haykırmıştı:
“Ben ve Risale-i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir.”
“Çünkü Risale-i Nur ve hakiki şakirtleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar.”
Dinde lakayt ve laubali olmayan bir nesil ancak Kur’anın hakikatinin parlamasına kendi inanç ve yaşantılarıyla sebep olacaklardır.
Ancak doğru İslamiyet ve İslamiyet’e ait doğruları yaşayan nesiller Kur’an’dan aldığı ilhamla geleceğe hükmedecek ve tüm insanlıkla birlikte insaniyeti kübrayı cihanda dalgalandıracaktır.
Kısaca yüzyılları bulan mağlubiyetlerden kurtulmak istiyorsak “nesl-i ati” ye yer vermeliyiz.
Çağımızın köhnemiş kafaları onları anlamayacaktır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.