
Prof. Dr. Şadi EREN
Zahirîlik-Batınîlik
Zahirîlik ve Batınîlik İslam Dünyasında görülen iki ekoldür. Nassları (âyet ve hadisleri) zahirine göre değerlendirmek, tefrit bir hal olup, neticede mananın hakkını vermeyen Zahirîlik ekolünü meydana getirmiştir. Her şeyi mecaz nazarıyla değerlendirmek de ifrat bir durum olup Batınîlik ekolünü netice vermiştir. Bu, Zahirîliğe göre daha zararlıdır.
Hendek Savaşında Yahudilerden Beni Kurayza kabilesi Müslümanlara hıyanet etmiş, yaptıkları anlaşma gereği Medine’yi savunmaları gerekirken müşriklerle iş birliği yapmışlardı. Savaş sonrası Hazreti Peygamber ashabına hedef olarak Beni Kurayza yurdunu gösterir ve "İkindiyi Beni Kurayza’da kılacağız" der. Sefer esnasında ikindi vakti gelince bazı sahabiler Rasullulahın ifadesini sür’atten kinaye olarak görüp, namazlarını yolda eda ederler. Diğerleri ise nassın zahirine göre hareket ederler, ikindiyi geciktirir ve Beni Kureyza yurdunda eda ederler. Hazreti Peygamber her iki tarafın yaptığını da ikrar eder, onlardan hiçbirini ayıplamaz.[1]
İbn-i Kayyım, bu olayda Beni Kurayza yurduna varmadan ikindiyi kılmayanları ehl-i zahirin, kılanları da ehl-i kıyasın selefi olarak değerlendirir.[2]
Zahiri Mezhebinin en kuvvetli imamı İbn-i Hazm ise, her iki tarafın da haklı olmasına kanaat getirmez ve şöyle der: "Biz orada olsaydık, velev gece yarısında da olsa, ikindi namazını Hazreti Peygamberle beraber kılardık."[3]
Hamdi Yazır şöyle der:
"Şüphe yok ki Kur’ân apaçık bir Arapça ile inmiştir. Kur’ân’ın dili, bilmece ve muamma gibi remizden ibaret sembolik bir ifade değildir ve şüphe yok ki nasslarda asıl olan, bir karine-i mânia olmadıkça, zahiri üzere hamlolunmaktır. Bununla beraber, Kur’ân’ın Ümmü’l-Kitap olan muhkematının yanında ‘hafi, müşkil, mücmel ve müteşabihatı; hakikati, mecazı, sarihi, kinayesi, istiaresi, temsili, tansısi, îmâsı, belâğatının nükteleri, tarizleri, telmihleri, remizleri de vardır. Bütün bunlarda en açık olan mana maksut olmakla beraber, müstetbeât-ı terâkib denilen ve tâli derecede matlup olan nice ifadeler de vardır..."[4]
Belâğatın zirvesinde yer alan Kur’ân âyetlerini sadece zahirine göre yorumlamak insanı yanıltabilir. Zira Kur’ân âyetlerinde medih suretinde zem, emir suretinde tehdit, haber suretinde emir... görmek mümkündür. Mesela, "Münafıkları elim bir azapla müjdele!"[5] âyeti zahiren müjde ifade etse de hakikatte bir "tehekküm", yani ince bir alay bildirir.
Kâfirlere yönelik "Dilediğinizi yapın!"[6] âyeti tehdit ifade eder.
"Anneler evlatlarını iki yıl emzirirler"[7] ve "Boşanmış kadınlar evlenmeden üç hayız müddeti beklerler"[8] âyetleri haber suretinde birer emirdir. Yani, "emzirirler" ve "beklerler" ifadeleri, “emzirsinler” ve “beklesinler” demektir.
"İhramdan çıktığınızda avlanın"[9] ve "Cum’a namazını kıldığınızda yeryüzüne dağılın"[10] âyetleri ise emir suretinde ibaha bildirir.[11] Yani "İhramdan çıktığınızda avlanabilir, Cum’ayı bitirince dağılabilirsiniz" demektir. Yoksa ihramdan çıkanın avlanması, Cum’a namazı bitiminde herkesin dağılması icap ederdi.
Zahirden sarfı gerektiren bir delil olmadıkça nass’lar zahirine göredir. Fakat nassın zahirinden cihet, cismiyet vb.. hissediliyorsa âyet müteşabihtir, zahirine hamlolunamaz.[12]
Hadisleri zahirine göre değerlendirmeden kaynaklanan problemler de olur. Misal olarak şu rivayete bakalım:
Hazreti Ömer’in oğlu Abdullah anlatıyor: “Nikâhım altında bir kadın vardı ve onu seviyordum da. Babam Ömer ise, onu sevmiyordu. Bana, "Onu boşa" dedi. Ben kabul etmedim ve boşamadım. Babam Rasûlullaha varıp durumu arzetti. Rasûlullah bana, "Onu boşa" dedi. O zaman boşadım.”[13]
Bu rivayeti zahirine göre değerlendiren biri, “Baba istediğinde, evladın hanımını boşaması vacip olur” zannedebilir. Hâlbuki şunlar gibi cihetleri nazar-ı itibara almak gerekir:
1-Bazı olaylarla ilgili gelen hüküm, o olaya has olabilir.
2-Tıb’ta “Hastalık yoktur, hasta vardır” prensibiyle hareket edilir. Yani her hasta kendi şartları çerçevesinde değerlendirilir. Sözgelimi, biri cılız diğeri kuvvetli iki insan aynı hastalığa yakalandıklarında her ikisine aynı tedavi uygulanmaz. Benzeri bir durum fıkhî konularda geçerlidir.
3-Burada oğluna “Hanımını boşa” diyen, Hazreti Ömer gibi adalet timsali bir babadır. Ama zalim bir baba oğluna aynı şeyi söylese, sözüne itibar edilmez.
4-Keza, hisleriyle hareket eden bir babanın “boşa” sözüne de itibar edilmez.
5-Bir tek hadisten yola çıkmak, çoğu kere insanı yanıltabilir. Meseleleri çok yönlü değerlendirmek gerektir.
Bâtınilik hareketi, Kur’ân âyetlerini mecrasından saptırma faaliyetidir. Bu ekol mensuplarının Kur’ân’ı anlamak diye bir meselesi yoktur. Bunlar zahiri bütün bütün reddedip, dini inkâr ve hükümlerini iptal etmeye çalışmışlardır. Yaptıkları dinde ilhaddır.[14]
Bunlar "Asıl olan zâhir değil, batındır" şeklindeki iddialarına şu âyetten delil getirirler:
"...Derken aralarına kapısı olan bir sur çekilir. Surun batınında rahmet, zahirinde ise ön tarafından azap vardır."[15]
Âyet, mahşerde insanların hesaplarının görülmesinden sonraki bir durumu anlatmaktadır. Cennet ehli cennete doğru giderken, cehennem ehli onların peşinden gitmeye çalışacak, ama aralarına bir duvar çekilecektir. Böylece cennetlikler duvarın iç tarafında, cehennemlikler ise dış tarafında kalacak, Cennetliklerin bulundukları taraf rahmet, duvarın dış tarafı ise azap olacaktır.
Bâtıniler, nassları desteksiz ve mesnetsiz bir şekilde te’vil cihetine giderler. Mesela oruç, sır saklamak; hac, büyüklerini ziyaret etmek; cennet, dünya lezzetlerinden yararlanmak; cehennem, dinin emirlerini yapmak ve o emirlerin ağırlığı altına girmek; İsrafil, kalplere ilim üfleyip onları dirilten âlim; Cebrail, faal akıldır.[16]
Keza, cünüplük sırrı ifşa etmek; gusül, sırrı ifşa edenin ahdini yenilemesi; taharet, tabi oldukları imamın görüşleri dışında her türlü inançtan uzak kalmak; teyemmüm, dai imamı görünceye kadar onun vekiliyle idare etmek; Kâbe, peygamber, bâb (kapı) Hazreti Ali’dir.[17]
Bunlar kendi hevâ ve arzularına göre âyetleri yorumlamaktan geri kalmazlar. Mesela,
"Biz her şeyi İmam-ı Mübinde yazdık"[18] âyetindeki İmam-ı Mübînden maksad onlara göre Hazreti Ali;
"Ebu Leheb’in iki eli kurusun"[19] âyetinde "Ebu Leheb’in iki eli"nden murat, Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer;
"Küfrün önderleriyle savaşın"[20] âyetindeki önderlerden kastedilen Hazreti Talha ve Hazreti Zübeyir;
"Kur’ân’daki mel’un şecere..."[21] âyetindeki lanetlenmiş şecereden kasıt Beni Ümeyye, yani Emevi Hanedanıdır.[22]
“Allah iki denizi birbirine salıvermiş, birbirlerine kavuşuyorlar... Fakat aralarında karışmalarına bir berzah (perde) var. O ikisinden inci ve mercan çıkar”[23] âyetindeki iki denizden maksat Hazreti Ali ve Hazreti Fatıma’dır. Berzah Hazreti Peygamber, inci ve mercan ise Hazreti Hasan ve Hüseyin’dir.[24]
Manaya aşina insanların bu tür tekellüflü te’villere itibar etmeyeceği aşikârdır. Fakat herkes ehl-i tahkik olmadığından tarih boyunca batıni akımlar eksik olmamış ve müşteri bulabilmiştir.[25] Ğulat-ı Şia’nın müfrit kollarından birini oluşturan meşhur Bâtınilik fırkası gibi, daha nice fırkalar bu tür batınî yorumlardan çıkmıştır. "Muhammed nebilerin sonuncusudur"[26] âyetini te’ville, "Ama rasullerin sonuncusu değildir. Ben bir rasulüm" diyen veya kendini İsa Mesih veya Mehdi-i Azam olarak takdim eden bazı kimseler, herhalde günümüz batınîlerinden sadece bir kaçıdır.
[1] İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur’âni'l-Azim, III, 470; Abdülazim Zerkani, Menahilu'l-İrfan, Mısır, 1360 h, II, 36; İbn Kayyim Cevziye, İ'lamu'l-Muvakkiin an Rabbi'l-Âlemin, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1991, I, 155-156
[2] İbn Kayyim, a.g.e, I, 156
[3] İbn Hazm, el- İhkam fi Usûli'l - Ahkâm, Daru'l- Kütübi'l- İlmiyye, Beyrut, II, 70
[4] Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, VIII, 5611-13
[5] Nisa, 138
[6] Fussilet, 40
[7] Bakara, 233
[8] Bakara, 228
[9] Maide, 2
[10] Cum'a, 10
[11] Râzî, Mefatihu'l-Gayb, XI, 131; Ebu's-Suud, İrşadu Akli's-Selim, III, 4; Süyûti, Dürrü'l-Mensur, II, 451.
[12] Bkz. Taftezani, Şerhu'l-Akâid, s. 189
[13] Ebu Dâvud, Edeb: 129, Tirmizî, Talâk: 13
[14] Sabûnî, Tibyan fi Ulumi'l- Kur’ân, Dersaadet Yay. İst, s. 237
[15] Hadid, 13
[16] Takıyyüddin İbn Teymiye, et-Tefsiru'l-Kebir, Daru'l- Kütübi'l- İlmiyye, Beyrut, 1988, II, 47-48
[17] Zerkani, Menahilu'l-İrfan, II, 75
[18] Yasin, 12
[19] Tebbet, 1
[20] Tevbe, 12
[21] İsrâ, 60
[22] İbn Teymiye, et-Tefsiru'l-Kebir, II, 49
[23] Rahman, 19-22
[24] Bedreddin Zerkeşi, el-Burhan fi Ulûmi'l-Kur’ân, el-Mektebetu'l- Asriyye, Beyrut, ts., II, 152; Süyûti, el-İtkân fi Ulumi'l-Kur’ân, Daru İbni Kesir, Beyrut, 1993, II, 1209; Dürrü'l-Mensur, VI, 195
[25] Gazzâlî, "Fedâihu'l-Batıniyye" isimli eserinde Bâtınilerin içyüzlerini ortaya koyar. Eser, Avni İlhan tarafından "Bâtıniliğin İçyüzü" adıyla Türkçeye tercüme edilmiştir. Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Ankara, 1993
[26] Ahzâb, 40
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.