Abdulkadir MENEK
İslam dünyasının reçetesi: Hutbe-i Şamiye
Ankara-Kızılcahamam, 4 Şubat 2012 tarihinde, gerçekten tarihi bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Risale Akademi ve Akademik Araştırmalar Vakfı’nın (AKAV) işbirliği ile gerçekleştirilen toplantı, zamanlama itibariyle de tam isabetli bir dönemde icra edildi.
‘’Hutbe-i Şamiye Ekseninde İslam Birliği ve Küresel Barış’’ başlıklı konferansa gösterilen yoğun ilgi ve gerçekleşen büyük katılım, hem konu, hem de zamanlama itibariyle tercihin doğruluğunun birer şahidi niteliğinde idiler.
Yazının hemen başında şunu belirtmekte fayda vardır: 101 sene önce Şam Emeviyye Camisinde okunan hutbenin ne kadar önemli olduğu ve orada ifade edilen görüşlerin ne kadar gerçekçi ve isabetli olduğunu, aradan bunca yıl geçmesine rağmen, bu görüşlere gösterilen ilginin her geçen gün artarak devam etmesi, net ve tartışmasız bir şekilde ispat etmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri, Şam’daki hutbesinde İslam Âleminin altı tane hastalığını, tam bir uzman hassasiyetiyle teşhis etmektedir. Bu hastalıklar; ‘’ye’sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi, sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi, adâvete muhabbet, ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek, çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdat, menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek’’ şeklinde sıralanmaktadır.(Hutbe-i Şamiye, sayfa; 27)
Şimdi bu altı hastalığı teker teker düşünüp, İslam dünyasının durumuna bir bakalım. Acaba bu sosyal hastalıklardan herhangi birisi için, artık İslam dünyasında bu hastalık izale olmuştur, diyebilir miyiz?
Maalesef, bu cevaba gönül rahatlığı ile evet diyebilmemiz mümkün değildir. Çok güzel ve müspet gelişmelerin olduğu muhakkaktır. İslam dünyası, çeşit çeşit sâri hastalıklar gibi yüzyıldır yayılan istibdat ve baskı rejimlerine karşı bir kıyam içindedir. Fakat bu süreç, ne yazık ki, çok büyük bedeller ödenerek devam ediyor.
Libya, çok feci, kanlı ve büyük bir tahribatla neticelenen bir sürecin ardından, büyük bir bedel ile kırk iki yıl süren müstebit bir rejimden ve Kaddafi’den kurtuldu. Fakat burada da durum henüz tam anlamıyla netleşmiş değil. Süreç büyük sorunlarla ve sıkıntılarla devam ediyor.
Mısır, her an patlamaya hazır bir bomba gibi orta yerde duruyor. Hüsnü Mübarek yönetimden ayrılmak zorunda kaldı ve şimdi mahkemede hesap veriyor. Seçimler yapıldı, fakat sıkıntılar ve tahrikler devam ediyor. Bir futbol maçında bile, yapılan bir tahrik, yüze yakın kişinin ölümü ve bin civarında insanın yaralanması ile neticelendi.
Suriye, her geçen gün daha büyük bir kan gölünün ortasına yuvarlanıyor. Beşar Esad, ailece sahip oldukları alışkanlıkları terk etmemek için büyük bir direnç ve inat gösteriyor. Halkını ve masum insanları, gözünü kırpmadan öldürten Beşar Esad, maalesef hazin bir akıbete doğru hızla koşarak, kadere fetva verdirici şen’i ve zalimane icraatlarda bulunmaya devam ediyor.
Irak, bugünlerde tam bir belirsizlik içine yuvarlanmaya devam ediyor. ABD askerlerinin çekilmesinin ardından, mezhep ve ırk kavgalarının körüklenmek istendiği, her haliyle açığa çıkıyor. İslam âlemi, böyle bir tablo karşısında, her günden çok daha fazla dikkatli olmak ve teyakkuz halinde bulunmak zorundadır.
İslam Konferansı ve Arap Birliği Teşkilatları, böyle dehşetli ve hazin bir tablo karşısında, müdebbir ve arabulucu politikalardan uzak ve maalesef çok silik bir yol izliyor. Bu durum da, Batı ile birlikte, şer güçlerin meseleye müdahil olmasını kolaylaştırıyor.
Böyle bir vaziyette, en istikrarlı ve tecrübeli ülke konumunda olan Türkiye, istenilen düzeyde ve çözüm getirici bir diplomasi yürütme konusunda çok başarılı görülmüyor. Irak ve Suriye yönetimleri ile Türkiye arasında giderek daha da açılan mesafe, yakın gelecekte çözüm için bir ümit vermiyor.
Bugüne kadar dış politikada başarılı bir grafik çizdiği gözlenen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Suriye ve Irak konusunda çok daha dikkatli, hassasiyetleri göz önüne alan bir tavır içinde olması beklenirdi. Çünkü Irak ve Suriye’deki dengeler ve Türkiye ile olan diplomatik ilişkileri, Mısır veya Libya’ya benzemiyor.
En uzun sınıra sahip olduğumuz ve tarihte yüzyıllarca bir arada bulunduğumuz Suriye’nin, bazı tahriklerin de etkisiyle, Türkiye’den hızla uzaklaşan, Rusya ve Çin ile yakınlaşan bir politika izlemeye başlaması da dikkat çekmektedir. Türkiye bu ülke ile olan münasebetlerde, şefkatli bir abi yaklaşımı gösterme konusunda acaba ne kadar başarılı oldu?
Irak ile komşuluk ve kuvvetli ekonomik ilişkiler ile birlikte, ortak bir Kürt Meselesi içinde bulunduğumuz gerçeğinden hareketle, bu konunun da iki ülke arasındaki hassasiyet ve tereddütleri arttırdığı unutulmamalıdır.
1911 yılının Nisan ayında Emeviyye Camisinin minberine çıkan Said Nursi Hazretleri, Kürt Meselesi ile ilgili olarak Arap ve Türklere şöyle hitap ediyordu: ‘’Zannetmeyiniz ki, ben bu ders makamına size nasihat etmek için çıktım. Belki buraya çıktım, sizden olan hakkımızı dava ediyoruz. Yani, küçük taifelerin menfaati ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük ve muazzam taife olan Arap ve Türk gibi hâkim üstadlarla bağlıdır. Sizin tembelliğiniz ve füturunuzla, biz biçare küçük kardeşleriniz olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz.’’ (Hutbe-i Şamiye, sayfa; 61)
Bunun için de Kürt Meselesinin; İslami, vicdani, insani ve hukuki bir zeminde çözülmediği bir ortamda, İslam Birliği ve küresel barıştan söz etmek mümkün olmayacaktır. İşte topyekûn İslam dünyasının hastalıklarının reçetesi ve huzurunun anahtarı, yüz yıldır öneminden hiçbir şey kaybetmeyen Hutbe-i Şamiye’de bulunmaktadır.
Himmet ve hizmet ehlinden, artık bu yaralara bir merhem sürmeleri için, üzerlerine düşen görevleri, hiçbir mazeret ve bahanenin arkasına sığınmadan yerine getirmelerini bekliyoruz.
Hutbe-i Şamiye konferansına, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in çok değerli ve anlamlı katkısını elbette unutmadık. Bunu da inşallah, başka bir makalenin konusu yapacağız.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.