Mustafa H.KURT
İtirazın itiraf ettiği
Yaşadığımız şu âlem, insanı konu edinmiş çok sayıda sistem ve ideoloji için bir rekabet alanıdır da aynı zamanda.
Zaten konu “insanı tanıma ve huzura erdirme” olunca; o rekabetin de, taraflarının da, sınır çizilemez çeşitliliğe sahip olması gayet normaldir haddi zatında...
Ne var ki, bu gayeyi gerçekleştirme yolunda kelam edebilmiş o sayısız ‘teşhis ve tedavi’ yöntemlerinden herhangi birisi dahi; insana sağladığı “hem maddî-hem manevî” faydalar yönüyle, hiçbir zaman din kadar etkili ve devamlı başarılara sahip olamamış durumdadır!.
Zira insanın hem madde-hem de mana yönleriyle, yani tam da olduğu gibi “bir bütün olarak” hakkıyla ele alınabilmesi, sadece dine has bir özellik olarak kalmıştır hep. Ve bu konuda ideolojiler, kim ne derse desin daha yolun başında bile dinlerin hep gerisinde kalmışlardır!.
Bu alanda tarih boyunca hep diri kalmış kaidelere ve en ümitsiz vakalardan bile örnek şahsiyetler devşirebilen bir yapıya sahip olagelen İslam’ın başarısı da; dinin beşerî sistem ve ideolojiler karşısındaki o tartışmasız üstünlüğünü gözler önüne seren “en birincil örnek” konumundadır zaten.
Bu başarının belki de en önemli sırrı ise, hiç şüphesiz, “Hitabını ortaya koyarken insanı tam da yaratılışına göre, yani o iki yönüyle birden ele alabilmedeki başarı” şeklinde özetlenebilir. Ki, sanırım bu, tarihin değişik dönemlerine ait pek çok ‘kendi kendine’ ihtida vakasının izahlarından da biridir aynı zamanda.
“Fıtrata uygunluk” ya da “fıtrat dini” diye de tarif edebileceğimiz İslam’ın işte bu yönü, insanın ‘madde ve manasına’ hakkıyla hitap edebilen özelliğinde iyice belirginleşmektedir yani..
Kısacası, hitabındaki bu özellikte mevcut derinlikten dolayıdır ki İslam, aynı insanın dış alemde toplum için savunduğu erdemleri; gerektiğinde ve de kendisinden beklenildiğinde kendi iç aleminde de yaşayabilmesi yolunda, diğer ‘kurtuluş’ yöntemlerinden farklı olarak “benzersiz ve tavizsiz direkt uyarılar ve kurallarla” doludur!.
Çünkü ideolojilerin aksine “insanı iç disiplininde kendi insafına bırakmayan” ve bu yönüyle de vicdanı bir kontrol aracı olarak gayet etkin bir hale bürüyen işte bu din; bu yolda karşılaşılan ‘insanî engelleri’: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" (1) gibi “ihtiyarlatan” emirlerle, ya da; “Niçin yapmadığınız şeyi söylüyorsunuz?” (2) gibi nice ‘hakikat tokmağıyla’, en başta, daha teorik düzeyde bile mesele olmaktan çıkarmaktadır.
Ki İslam’ın, ‘rakiplerinden’ bu konudaki en büyük bir farkı da, sanırım burada ortaya çıkmaktadır: “Teorinin, hem de ‘iç aleme yönelik kurallar ve görevler’ denilebilecek bir teorinin, tavizsiz ama pratiğe geçirilebilir bir tarzda ortaya konulmuş olması!..”
Yani dış aleme yönelik çizilen muamelatın yanı sıra; ifadedeki mevcut erdemlerin sadece dilde kalmayıp, aynı zamanda içselleştirilmesini de sağlama yolunda iç aleme de önemle hitap etmesi ve bu alanda uygulanabilir hadler çizmesi..
Nitekim, pratik alanda bu büyük sorunu tembelliğinden ya da bildiği halde ‘kafayı fazla yormaması’ gibi sebeplerle devam ettirenleri, İslam; örneğin, münafıklık adındaki “küfürden de beter” (3) bir kuyuya düşülebileceği uyarısıyla yüz yüze getirmektedir!...
Bu sebeple, ideolojilerde, kişinin inandığından farklı yaşamasının ‘hoş görülmese de’ bir yere kadar’ ve yüzeysel eleştirisine nispeten; aynı durumun İslam’da bulduğu böylesi karşılıklar, çok kesin ve bir o kadar da anlamlı ve sarsıcıdır...
Çünkü yukarıda da ifadeye çalışıldığı üzere, ideolojilerin, insanın daha çok dış dünya ile olan ilişkilerine yönelebilen o yapılarının aksine; İslam, insandaki hem maddi-manevî tüm vaziyetlere hitap edebilen “küllî ve fıtrî bir hitaba”, hem de “vicdanı” etkin bir şekilde ön plana çıkaran tavizsiz bir yapıya sahip durumdadır kesinlikle!.
Ancak... İşte tam da bu sebepten dolayıdır ki, inandığı ya da savunduğu şekilde yaşamayan ideoloji mensuplarının bu halleri, hemen herkesçe kanıksanmış ve pek de şaşılmayacak bir durumken; bir dine mensup kişilerden ve özellikle de Müslümanlardan sadır olan benzeri haller, her zaman için bundan çok daha fazla şaşırtır insanları...
Zira yine bundan dolayıdır ki, hayran olunacak derecedeki bu “hem iç, hem de dış aleme” hitap edebilen “fıtrî yapıya” iman ettiğini söyleyenlerin gösterdikleri “söylem-eylem tutarsızlıkları”; bazen Muhammed İkbal merhum gibi müminlere: “Kaç bu Müslümanlardan, sığın Müslümanlığa!..” dedirterek (4) mühim bir noktaya dikkat çektirir.. Bazen de Ahmet Altan gibi ‘dışarıdan’ dimağların, bu konuda genel olarak tüm inananlara eleştiriler yöneltmelerini netice verir:
"Biliyor musunuz, ben bu dindar insanları anlayamıyorum. Allaha inanıyorlar. Onun gücüne inanıyorlar. Onun her şeyi gördüğüne inanıyorlar. Onun haktan, adaletten, dürüstlükten yana olduğuna inanıyorlar. Haram yerlerse “cehennemde yanacaklarına” inanıyorlar. Dürüst olurlarsa “cennete gideceklerine” inanıyorlar. Sonra da her türlü haksızlığın, haramın kapısını açıyorlar. Bunu anlamak mümkün mü? .” (5)
İşte burada gözden kaçırılmaması gereken nokta şudur ki; bu gibi itirazlar ve uyarılar, aslında bu hataların sebebini de bir yönüyle itiraf etmiş olurlar!.
Yani ‘teori ve pratik’ arasında görülen çelişkilerin sebebi olarak; uygulayıcıların gösterdikleri tutarsızlıkları ve hataları adres gösterirler...
Bir hakkı teslim ederler yani!...
Kısacası, demem o ki; gün gibi ortada, inkar edilemez âşikar bir gerçeklik olduğundan, her akıl ve vicdan sahibi şunu teslim eder ve etmek zorundadır ki: “Bir Müslüman’ın Müslümanlığa yakışmayan yaşantılarla inancında ‘gevşeklik’ göstermesindeki ve hatta münafıklık alametleri dahi sergilemesindeki hata, -haşa- onun sahih inancında değil, yine bizâtihi o Müslüman’ın kendisindedir!.”
Bu nedenle, böylesi eleştirilerden çıkarılması gereken bazı dersler babında diyebiliriz ki:
- Müslümanlarda görülen yanlışlıkların İslam’a verilmesi, mümkün değildir.
- Müslümanlarda görülen yanlışlıklar, İslam’dan uzaklaşmayla birebir ilintilidir.
- Bu yanlışlıklar, fertler hakkındaki toptancılıktan uzak bir nazarla ele alınmalıdır.
- Ve yine bu yanlışlıklar, tahminlerden de ötedeki kimselere bile zarar vermektedir.
- Müslümanlara yönelik bu tarz eleştirilerin ve uyarıların dile getirilmesindeki kendi payımızı ise, elbette ‘ara sıra’ vicdanen hesaplamamız gerekmektedir!..
Son bir madde: Dış alemdeki halk kahramanlığını ya da sadece dışarıya karşı ‘dürüstlüğü’, zaten ideolojiler de gayet sağlamaktalar!.
Ama derdi başka olanlar, ‘farklarını’ ortaya koymak zorundalar!...
Kaynakça:
1-Hud Sûresi-11/112.
2-Saf Sûresi-59/2.
3-Nisa Sûresi-4/145: “Şüphe yok ki, münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın.”
4-A.TAŞGETİREN,"Kendimizle Hesaplaşmak", http://yenisafak.com.tr/arsiv/2004/subat/03/ atasgetiren.html
5-A.ALTAN,”Haram”, 06.12.2008,http://www.taraf.com.tr/makale/2988.htm.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.