Ediz SÖZÜER
Kader ve irade meselesine sağlıklı bir yaklaşım
Öncelikle kader ve irade ile ilgili imanî meselelere sağlıklı bir yaklaşım kazanmadan, bu meselelerden bahsetmenin bir anlamı olmadığını ortaya koymak gerekiyor. Diğer iman esaslarında olduğu gibi kadere iman da, Allah’a iman esasından ışığını alır ve o temel esas üzerinde şekillenir.
Kader ve irade, Allah’a iman esasının bütün detaylarıyla kabul edilmesinin bir neticesi olarak ortaya çıkan ve vicdanen kabul edilip, hissedilen gerçekliklerdir.
Şöyle ki: Tevhid hakikatinin en ileri mertebelerini aklen ve kalben tamamen kabul edip iman eden bir mü’min, elbette şüphesiz inanır ki, kâinat üzerinde ne hadise cereyan ediyorsa hepsi, her an ve bizzat Allah’ın ilahî kudret ve iradesi ile yaratılmaktadır. “Elbette böyle büyük ve hiçbir şeyi dışarıda bırakmayan bir hakikatten kendim dahi istisna kalamam” diye hükmeden mü’min, kendi yaptığı fiiller ve meydana getirdiği işlerin de ancak ilahî kudretle vücuda geldiğini kabul edecektir. Kendine ait olmayan ve kendisi işletmediği bir vücutla yaptığı işlere hakikî manada sahip olamayacağına dair farkındalığı ise, bunlar ile gururlanamayacağı gerçeğini de beraberinde getirir. Eşyanın tamamının ancak ve yalnızca ilahî kader programıyla ve tasarım şablonlarıyla, hassas planlarla yokluktan varlık sahasına çıkabileceğine olan derin ve kesin inancın son noktasında, her şey gibi kendisinin de bundan ayrı kalamayacağını fark etmekle gururdan kurtulmak mümkün hâle gelir.
Çünkü o mü’min öyle inanır ki, kendisindeki benlik ve iktidar, yalnızca Allah’ın icadının ve ikramının bir perdesidir. Hakikatte her şeyi yaratan ilahî kudrettir. İşte tam da bu en ileri ve en son noktada -sorumluluktan kurtulmamak hikmetiyle- insanın iradesi devreye girer.
Burada kader ve iradenin varoluş hikmetlerine ve kullanım maksatlarına bakmak gerekiyor.
Yani irade ne için var? Kader hangi manaya hizmet ediyor?
İrade, insanın sorumluluktan kurtulmaması için ve işlediği kötülüklerin kendisinden bilinmesi hikmetiyle ve kader ise, başa gelen musibetlere teselli olmak ve işlenen iyiliklerle gururlanmamak maksadıyla inanç esaslarının içine dâhil olmuş. Bunları söz konusu maksatların tam aksi yönde kullanmak, aklın ve vicdanın kabul edeceği bir şey değildir ve yalnızca nefis ve şeytanın bir hilesidir. Zaten meselenin aklî boyutunda da bir eşyanın meydana gelmesi için birçok şartların mevcudiyetinin gerekmesi, fakat o şeyin ortadan kaldırılması içinse sadece bir şartın mevcut olmamasının yeterli gelmesi veya o eşyanın tahrip edilmesinin çok kolay, zahmetsiz ve zaman almayan bir iş olması, insanın işlediği kötülüklerde tam sorumluluk sahibi olacağını ve iyiliklerinde ise çok az bir hissesinin kendisine ait olacağını gösterir.
Burada tüm zamanları ve mekânları aynı anda görebilen, bilebilen ve neticelerini kaderî planıyla işleyebilen ve takdir edebilen bir ilahî ilim, kudret ve iradenin söz konusu olduğunu göz önüne alıp, değerlendirmelerimizi de ona göre yapmalıyız. Yani bir insan iradesi ile bir kötülüğü işlemeyi tercih eder ve isterse, mesuliyet tamamen kendisine ait olur. Fakat kader, görünüşte kötü olarak meydana gelen o fiilin, neticesi itibarıyla ve genel yaratılış çerçevesi içindeki güzel konumunu bilir ve ona göre planlar, takdir eder ve o hikmetle yaratır. Yani insan yaptığı işin sadece kendine bakan yüzünü düşünür ve bilir. Fakat Allah o işin her şeye bakan hakikî yüzünü ve genele bakan neticelerini de bilir, görür ve ona göre takdir edip, yaratır. Bu, hem neticelerde, hem de sebeplerde geçerli bir hüküm olur. Yani hem yaratılan bir fiilin neticesi itibarıyla güzel olacağı noktasından o şeyin yaratılması güzel olmuş olur. Hem de eser metnindeki misal gibi, gizli bir cinayeti olan birinin işlemediği hırsızlık suçundan dolayı cezaya çarptırılmasına kaderin müsaade etmesine ilahî taraftan bakıldığında, böyle bir işe izin vermek ve o cezaya çarptırılma fiilinin yaratılmasındaki gerçek sebep noktasında da tam bir adalet, hikmet ve güzellik bulunduğu görünür.
Eser metninde çok önemli bir temel kaide ortaya koyularak “Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir” denilmiştir. Yani kötülüğü işlemek kötüdür, kötülüğü yaratmak kötü değildir. Çünkü yaratmak bütün neticelere ve perde arkasında kalıp, ön planda görünmeyen gizli maksatlara dahi bakar. Bu yüzden “Yaratılan her şey ya bizzat güzeldir veya neticesi itibarıyla güzeldir” diye ikinci bir temel kaidemiz daha vardır. Peki neden böyledir?
Bunun nedeni de eser metninde tamamen mantık zemininde şöyle ispat edilmiş: Bir şeyin yaratılmasında bir yönüyle küçük bir kötülük ve çirkinlik bulunsa da, genele bakan yüzünde büyük bir güzellik, iyilik, hayır ve menfaat bulunur. Dolayısıyla o şeyin yaratılması hayır, güzel ve iyi olur.
Eğer o küçük zararın, çirkinliğin, kötülüğün gelmemesi için o şey yaratılmasa, diğer tüm hayırlı neticelerinin de yaratılmamasıyla, belki yüzlerce hayırdan, iyi neticeden vazgeçmeyi sonuç verir. Bu da bir kötülüğün gelmemesi için, yüzlerce kötülüğün gelmesine razı olmak demek olur ki, hiç hikmete uygun düşmez. Bunu somutlaştırmak için yağmur ve ateş misalleri verilebilir. Bu büyük nimetlerin yüzlerce faydaları bulunduğu mâlumdur. Elbette bunun yanında istisnaî bir takım zararlar da yanında gelir. Ateşin veya yağmurun bir takım insanlara zararı da dokunur. Bazen sel basar, evler su içinde kalır; bazen yangınlar çıkar, ağaçlar veya meskenler yanar, kül olur. Şimdi sağlıklı bir akla sahip olmak şartıyla, kim diyebilir ki: “Bu küçük ve istisnaî zararlar gelmemesi için, keşke bu ateş veya yağmur hiç olmasaydı?” Çünkü o vakit onların diğer tüm faydalarından mahrum kalmakla, terk edilen o faydalar adedince zararlar meydana gelecekti.
Yağmur olmasa belki hayat oluşamayacak, ateş olmasa belki bugünkü medeniyet, bu şekliyle meydana gelemeyecekti.
İşte Allah’a tam iman eden bir insan nazarında yaratılan her şeyin mutlaka genel planda ve neticesi itibarıyla güzel ve hayır olduğuna dair bulunan aklî ve vicdanî kanaatin doğruluğunun, her zaman ve her şartta bilimsel olarak test edilecek, elle tutulup gözle bütün detayları görülecek somut bir hakikat olmadığı açıktır. Bu noktada tüm hadiselerin hikmetini görme, bilme gibi bir imkânımız elbette yoktur. Fakat meselenin makûliyeti noktasında iddiamızın doğruluğunu tasdik ettirecek kadar aklî delillerimiz fazlasıyla mevcuttur. Mâlumdur ki bir şeyin mahiyetini bilmek ayrıdır, varlığını bilmek ayrıdır. Tabiat Risalesi izah metinlerimiz içindeki “Allah'a Doğru Taraftan Bakmak” başlığı altındaki incelememizde, “Bu kadar zulümlere ve acılı ölümlere Allah nasıl müsaade ediyor? Zalim ceza almıyor, mazlum mükâfat görmüyor?” ve “Bazen parçada görünemeyen mutlak güzelliğin ve adaletin, bütünde var olduğunu nereden bilebiliriz?” sorularına tatmin edici cevaplar vermeye çalışmıştık. Bu konunun devamını oraya havale ediyoruz. Söz konusu bölümü aşağıdaki adresten okuyabilirsiniz:
https://www.risalehaber.com/allaha-dogru-taraftan-bakmak-16642yy.htm
Yalnız şu kadarını aktarmış olalım: Parçada görünen ve ortaya çıkan güzelliğin ve adaletin çoklukla hükmetmesi ve genele yaygın bir şekilde mükemmel bir tarzda işlediğinin görülüyor olması, bütünde de aynı şekilde hükmettiğine delil olur, başka türlüsü tasavvur edilemez.
İnsan ya dar görüşlülüğü sebebiyle veya bencilliği noktasında baktığından, kendi baktığı taraftan kusur ve çirkinlik olarak görünebilecek şeyler aslında gerçeğin bütününü yansıtmaz.
Netice olarak şunu diyebiliriz: Kendini, kâinatı ve her şeyi maddî sebeplerden bilen ve âdeta Allah’ın mülkünü hadsiz mülkiyet ortakları gibi onlara dağıtan birinin, ne kaderden ne de Allah’ın kendisine verdiği iradeden bahsetmeye hakkı yoktur. Mademki Allah’ın takdir ettiği bir kader ve yine Allah’ın sınırlarını tayin ettiği ve bir nimet olarak verdiği irade hakikatinden bahsedilecek, o hâlde en evvel bu meselelere Allah’a iman esasının açtığı pencerelerden ve Allah’ın varlığının gerektirdiği yönlerden bakılacaktır. Yoksa zaten âdeta Allah’ın sıfatlarını ve kâinat üzerindeki faaliyetlerini icra ediş şeklini doğru bir şekilde kabul etmez ve sınırsız hâkimiyetini gerçek anlamda tanımaz bir biçimde, kendi nefsini kendine sahip ve hâkim gören ve her işini ve eşyayı maddî sebeplerden bilen biri ile kader ve irade bahsi, baştan anlamsız bir iş olacaktır.
Risale-i Nur Eğitim Programı’mızın “Kader ve İradenin Hakikati” isimli bölümünün bir parçası ve 26. Söz-Kader Risalesi’nin 1. Mebhas’ının izah metni olan yazımızda sunulan hakikatlerin tam olarak hissedilerek pekiştirilmesi için, eser metnini de içeren görsel destekli ders videosunu da aşağıdaki adresten izlemenizi tavsiye ediyoruz.
Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı-77 Ders Videosu: Kader ve İrade Meselesine Sağlıklı Bir Yaklaşım
https://youtu.be/jwIgZ0kxmz
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.