Ahmet AKCAN
Kadere İman Kedere Derman
Kader; fizik ve matematik gibi kâğıt üzerine yazılabilen, kafada olmasa da masada formüllerle çözülebilen ilimlerden bir ilim değil elbet... Kader; ilmî düsturlar fennî formüller ile tespit edilemeyen, kalbin lezzeti ruhun cenneti gibi varlığı manen bilinen, vicdanen hissedilen imanın rükünlerinden bir cüzdür.
Kader; ezeli ilmin sahibi olan zatın henüz yaşanmamış hadisatı önceden bilmesi, ilmiyle tümünü kuşatıp kaydetmesidir. Avam-ı nasın zannettiği gibi kader, suçlanmayı bekleyen bir fail-i meşhur değil, hakikati her yönüyle bize malum olmayan bir hâil-i meçhuldür. (bilinmez bir perdedir)
Evet, tercih serbestliğine ve irade hürriyetine malik olmayan, hayra koşamayan, şerden kaçamayan insanlar için Nebiler eliyle emirler ve nehiylerden ibaret olan dinlerin gönderilmesini ne ile izah edecek, hangi vicdan, akıl ve mantık ile telif edip bağdaştıracağız?
Zincirlere bağlayıp hapsettiğiniz, hayra koşmaktan, şerden kaçmaktan menettiğiniz bir insana mükellefiyet ve mesuliyet yüklemek onu hayvandan daha aşağı derekelere düşürtmek demek değil midir?
Sema, arz ve cibalin çekinip aczlerini izhar ettikleri emaneti, irade hürriyetinden ve tercih serbestliğinden mahrum insan nev’ine teklif edildiğine inanmak kendi ile mugalâta etmektir.
Cehennem gibi müthiş bir mekânda zillet ile c/ezaya, cennet gibi şaşaalı bir meskende izzet ile sefaya namzet olan insanın; hayrı isteyecek yahut şerri işleyecek bir iradeye malik olmağını kabul etmek kendi hakikatleri ile ters düşmek demektir.
Bütün eserlerinde hikmetinin semereleri görülen, bütün fiillerinde mizanlı adaletinin güzellikleri seyredilen bir zat, insanı şerre zorlamaktan, hayırdan mahrum bırakıp horlamaktan ârî ve berî olduğu münakaşa götürmez bir hakikattir...
“Biz her insanın mesuliyetini kendi gayretine bağlı kıldık”[1]; “Biz ona (doğru) yolu gösterdik, ister şükreden bir şakir, isterse küfreden bir kâfir olsun”[2]; diyen beyan-ı Kur’an buna kâfi bir bürhan... Küfrü de şükür gibi, şerri de hayır gibi kendi tercih eder insan...
İlmi düsturlar ile tarif, fenni formüller ile tespit edemediğimiz, vicdanî olarak fehmettiğimiz/hissettiğimiz kader hakikatını; zorunlu kader, sorunlu kader ve sorumlu kader başlıkları ile ele alabiliriz.
Zorunlu Kader: Izdırari kader de denilen bu anlayışa göre; insanın nerede dünyaya geleceği, cibilliyeti, cinsiyeti ve milliyeti gibi hususiyetlerinin ne olacağı gibi tercihlerin ilahi takdir ile tayin edilmesidir. Bu tayin ve takdirler insanın iradesine bırakılmadığından herhangi bir mesuliyet ve mükellefiyet doğurmaz.
Zorunlu kader; satranç oyununa kıyasla otuz ikisi siyah, otuz ikisi beyaz altmış dört karenin, sekizer piyon ile dört kalenin, ikişer fil ile ikişer atın, birer vezir ile iki şahın oyunu icad eden kişi tarafından takdir edilmesine benzetilebilir.
Siyah-beyaz kareler, dört tarafı kollayan kaleler, önceden belirlenen kaideler ızdırari kaderin takdirine benzer. Oyunu sınırlayan kareler ile kaideler, sonucu lehte yahut aleyhte değiştirme noktasında hükmü nakıstır. Yenmek yahut yenilmek kaideleri bilmek, neticedeki faideleri görmek, ilim ve irade ile oyunu idare etmek ile irtibatlıdır.
Sorunlu Kader: İcbari kader olarak da adlandırılan bu sorunlu anlayış; ilahi takdirin iradeyi selbedip şerre zorladığı, bundan dolayı hata ve isyanların meydana geldiği, bu yüzden mesuliyet ve mükellefiyetin olamayacağını kabul eder.
Diğer bir ifade ile sorunlu kader anlayışı; tüm tercihlerin ilahi takdirle önceden belirlendiği, insanın iradesinin geçersiz olduğu, bundan dolayı mükellefiyete medar bir mesuliyetin olmadığını kabul eder.
İnsan dünya sahnesinde oynanan hayat oyununun kaidelerini belirleyemez, doğru... Ama iyi ya da kötü oynama konusunda iradesiyle tercih hakkının olduğunu da reddedemez.
Sorumlu Kader: İhtiyari kader de denilen bu kabul; iyi yahut kötü, hoş ya da nahoş fiillerin tercih sorumluluğunu kendinde gören, mesuliyetinin her yönüyle farkında olan, hasenatı ve seyyiatı kendi ihtiyarı ile isteyip iradesiyle işlediğine inananlara ait bir anlayıştır.
Sorumlu kader anlayışına ilave olarak bir de “kader” adlı yaydan atılan “kaza” adlı okun hedefini delip geçmesine müsaade etmeyen “atâ” adlı bir kalkan vardır. Ata kalkanı, kader yayından atılan kaza adlı okun isabetine mani olan bir kanundur.
Evet, istisnai tecelliyatın in’ikası olan “atâ kanunu” kader ekranında görünen takdirin, kaza denilen “enter” tuşu ile yazdırılmasının “esc” tuşu ile iptal edilmesi ya da ertelenmesidir. Atâ tecellisi Ehadî bir kaide olup hayır ile dolan, hayır adına koşan/coşan insanlara gönderilen Samedî bir maidedir.
Elhasıl; umurun nihayetinde kadere teslim olan takdire şayan, bidayetinde kadere tevekkül eden kalır yayan... Kadere iman, tüm dertlere derman...
[1] İsra, 17: 13
[2] İnsan, 76: 3
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.