Afife ARTIK
İkinci Şua’yı anlamak-12
AllahuEhadism-i azamına doğru olan yolculuğumuzda Kuddüs, Adl, Hakem ism-i azamlarından geçerek Ferd ismi azamına geldik. Bir önceki seferimizde birinci işaret üzerinde durmuştuk. Şimdi ikinci işaret üzerinde duracağız. Elbette bu yazıyı okumadan evvel Otuzuncu Lem’adan orijinal metni okumanızda fayda var. Böylelikle neyi izah etmeye gayret ettiğimiz anlaşılmış olur. Yazının fazla uzun olmaması adına burada yer vermiyoruz.
Evet, İkinci Şua AllahuEhadism-i azamına dairdir. Geçen yazımızda Ferd ism-i azamınınVahid ve Ehad isimlerini içine aldığına değinmiştik. Bazen İkinci Şua için “Ehad” ism-i azanıma dairdir diyiveririz fakat bu bir yanılgıyı beraberinde getirir. Zira Ehad ismini Ferd ismi tazammun etmekte, içine almaktadır. İkinci Şua ise “Ehad” ism-i azamına dair değil “AllahuEhad” sim-i azamına dairdir. Bunu çok önemsiyorum zira Allah lafza-i celali tüm isimleri ve kemal sıfatları tazammun ettiğinden ‘Ehad’ ile “AllahuEhad” isimleri arasında Allah’ın tüm isim ve sıfatları kadar fark vardır.
Şimdi Otuzuncu Lem’anın Dördüncü Nüktesinin İkinci İşareti ile ilgili izahta bulunmaya koyulalım.
Kainata iki cihetle bakabiliriz:
1. İcad ciheti
2. Rububiyyet ciheti
İcad yani yaratma ciheti dediğimizde, ademden vücuda çıkartılması, yaratılması, yani yok iken var edilmesini anlıyoruz. Her şey yok iken var edildi ve her an yokluktan varlığa yeniden yeniye çıkarılıyor. Anen fe anen yaratılıyor. Yeni bir yaratmaya (halkın cedid) her an mazhar oluyor. Biz bir gül goncasının açılmasına şahit olduğumuzda o gül, mazhar olduğu haller adedence yeniden yeniye yaratılıyor. Başlangıçtaki îcad ve mislini iade suretindeki yeniden yaratma konusu On Altıncı Söz’de güzelce îzah edilmiş. Şimdilik oraya girmiyoruz, dileyen oraya müracaat edebilir.
Rububiyet ciheti ise mahlukatın idare ve tedbir edilmesidir. İşatat-ülİ’caz tefsirinde Rabb, mealen bu şekilde tarif ediliyor: “Rabb odur ki, mahlukatı ademden vücuda çıkarır ve ona bir kemal nokta tayin eder. O kemal noktaya gitmek için ona bir meyil verir ve o noktaya giderken zararları def, menfaatleri celb eder.” Demek her mevcut için ulaşacağı bir kemal nokta var ve her hepsi de o noktaya doğru bir seyr-ü sefer içinde.
İcad ve rububiyetciheti ile baktığımızda kainatınnevleri ve fertleri, zerreler ve yıldızlar öyle bir surette yaratılıyor ve tedbir ediliyor, aralarında öyle bir tanasüb yani uygunluk ve intizam ve teavün var ki, hiçbir şey diğerine mani olmuyor ve aksine birbirini tekmil ediyor, tamamlıyor. Her şey öyle birbirine munasib yaratılıyor ve idare ediliyor ki bir şeyi yaratan bil mecburiyye her şeyi yaratan olmalıdır. Bir zerreyi, ancak kainatı yaratan yaratabilir ve bir zerrenintedbirini gören kainatı tedbir eden olabilir. Zira bir zerrenin her şey ile alakası var.
Mesela bir hava zerresini ele alalım. Bu zerre hangi mevcudun vücuduna girse adeta o mevcudu tanır gibi hareket ediyor, onun teşekkülüne ve onda işleyen kanunlara harfiyen uyuyor. Eğer bu zerrenin sahibinin her şeyin sahibi olduğunu kabul etmez isek, her bir zerrenin kainatı ihata eden bir ilmi ve şuuru olduğunu kabul etmemiz lazım. Zerre ilekainat arasındaki sıkı ilişki zerrenin sahibi ve idare edicisinin ancak kainatın sahibi ve idare edicisi olabileceği gerçeğini ilan ediyor.
Zerre ile kainat arasında nasıl bir sıkı irtibat var ise kainatın nevleri ve fertleri arasında da öyle bir irtibat var. Adeta birbiri içinde, girift halde bulunuyorlar.
Mesela Rum Suresinin 50. Ayetinde mealen: “Nazar et Allah’ın rahmet eserlerine; ölümünün ardından yer yüzünü nasıl diriltiyor.” Demekle Rabbimiz yer yüzünün diriltiliş keyfiyetine nazarımızı çeviriyor ve “nasıl dirilttiğime bak” buyuruyor. Yirmi Beşinci Söz’de izah edildiği gibi burada diriltiliş keyfiyetine vurgu var. Zahir nazarda burada bir tek fiil var o da “yeryüzünün diriltilmesi”. Peki bu bir tek fiil içinde birbiri içinde mütedahil daireler müsillü kaç fiil var? Küre-i arz üzerinde dört yüz bin nebat ve hayvan nevi olduğuna göre ve bunlarında sayısız fertleri bulunması ile bu bir tek fiil içinde hadsiz fiiller var. Her bir nev ve ferdin idarelerinin farklı farklı hususiyetleri var. Ve hepsinin birden ihyası söz konusu. Hepsi de bir elden idare ediliyor, hem de farklılıkları ile beraber.
Bize daha yakın bir misal üzerinden gidelim. Bizim bedenimizi bir ordu olarak düşünürsek, gözümüzdeki bir tek zerre o ordunun bir neferi hükmündedir. Nasıl ki bir askerin takımında, bölüğünde, alayında irtibatları vardır; bu göz zerresinin de evvela göz ile, sonra baş ile, sonra asab ve damarlar ile, kan hücreleri ile ve nihayet bedenin tümü ile irtibatları vardır. Tüm bedeni idare eden kim ise o göz zerresini de idare eden odur. Ve bir tek o zerreye hükmü geçen zat elbette bedenin tümüne hükmü geçen olabilir. Çünkü bu bir tek zerrenin tüm beden ile alakası var.
İnsan küçük kainat olduğu gibi, kainat da büyük insandır. Kainattaki bir tek zerreye hükmünü dinletmek isteyen, kainatın tamamına hükmü geçen bir zat olabilir, başka olamaz. Çünkü kinattaki bir tek zerre tüm zerreler ile ve dahil olduğu külliyet daireleri ile irtibatı vardır. Bir zerre öyle hareket eder ki güya her zerreye bakan bir gözü vardır. Kainattaki tüm zerreleri bilir görür, hareketlerini takip eder ve onlara uygun hareket eder. Güneşin bir tek zerresi umum seyyaratı takip eden ve onlara uyumlu hareket eden konumdadır. Evvela güneşteki sair zerreler ile uyumludur, sonra tüm diğer kainat zerreleri ile.
Hal böyle olunca bir tek zerreye ancak tüm zerrelerin sahibi sahip olabilir. Bir tek zerreyi ancak tüm zerreleri idare eden idare edebilir. “gözünü tekrar tekrar çevir bak. En küçük bir kusur görebiliyor musun?”(mülk suresi) evet, intizam tam bir vahdettir ve kainattaki intizam da bir Vahid-i Ehad’e aidiyeti ilan ediyor. AdemAleyhisselam’dan bu yana devam edegelen bir intizam ve insicam var. Bitkiler hayvanların imdadına, hayvanlar ve bitkiler insanların imdadına koşup duruyorlar ve öyle bir muvazene var ki hiç bozulmuyor. Bir yerde fazla maddeler toplanmıyor Kuddüs ismi tecellisi ile anında temizleniyor, muvazene hiç bozulmuyor, demek Adl ismi daim tecelli etmekte.
Kainattaki bu muazzam denge ve tenasüb Kur’an ayetleri arasında da mevcut. Ku’an’ıni’cazının kendisini muhafaza etmesi de bu sırra bakıyor. Kur’anın her bir ayetinin diğer ayetlere bakan yüzü ve gözü var. Aynı kainattaki bir zerrenin diğer zerrelere bakar gözü olduğu gibi. Bir tek harfinin değiştirilmesi mümkün değil bu sebeple.
Aydınlatan güneşin bir olması, sulayan bulutların bir olması, nefeslendiren havanın bir olması, hayata menşe olan suyun bir olması da Allah’ın Vahid-i Ehad yani Ferd olduğunun delillerinden. Hava unsuru olmadan küre-i arzdaki hayat sahiplerinin hayatını düşünebilir misiniz? Toprağın suyu tanımadığını iddia edebilir misiniz? Su ki hayat arşıdır ve en mükemmel zihayat olan insan dahî bir damla bulanık sudan yaratılmıştır. Bu birbiri içine geçmişliği görüp de bir şeyi yaratan ve idare edenin her şeyi yaratan ve idare eden olduğunu nasıl inkar edebiliriz?
Tüm mevcudatın en temeline gidecek olursak Kayyum isminde ve Miraç bahsinde ve On İkinci Lem’adave İşarat-ülİ’caz’daanlatılan “esir maddesine” ulaşırız. Her şey ama her şey esirden yapılmış. Yani bir bi şeyden. Esirin de suyun halleri gibi farklı farklı halleri olması mümkün. Yani su nasıl ki sıvı, buhar ve katı hallerde bulunabiliyor, esir dahi çok daha fazla farklı hallerde olabilir.
Madde noktasında her şey bir şeyden yapıldığı gibi. mana noktasında da her şey bir şeyden yapılmış. Kainat nur-u Muhammedi’den yaratılmış. Bediüzzaman Hazretleri hayalin inbisatı ciheti ile kainata öyle kuş bakışı, uzaktan bakmış ki; zihayatlar görünmeyecek kadar küçüldüler ve yalnız şahsiyet-i maneviye-i Muhammediye’yi hayalen müşahede ettim diyor Yirmi Sekizinci Lem’ada. (bu da güzeldir isimli parça). Tabiri caiz ise kainata öyle yukardan ve dışından bakıyor ki sadece ama sadece Efendimizin mavevi şahsiyeti ona görünüyor ve tüm kainat ondan ibaret görünüyor.
Vahid-i Ehad, Ferd bir Zata da böyle yaraşır. Her şeyi bir şeyden yapmak. Ve bir şeyi her şey mesabesinde yaratmak. Böylelikle birliğini yani Vehdet, Ehadiyet ve ferdiyetini her şey ile ilan ediyor. Gören gözlere gösteriyor.
Karanlık bir gecede, deniz ortasında fırtına var iken kendisini bir balığın yuttuğu Yunus Aleyhisselam da nur-u tevhid içinde sırr-ı ehadiyetin inkişafı ile, her şeyi elinde bulunduran Zat’a müteveccih olarak durumunu arz etmesi ve kusurunu bilip bildirmesi ile anında kurtuluşa ermedi mi? demek bir tek zat olarak Vahid-i Ehad-i Ferd-i Samed olarak Allah’ı bilmek ve bulmak tüm sebeplerden yüz çevirmekle mümkün.
Esasen Otuzuncu Lem’ada sebeplerden yüz çevirmek Kuddüs ismine mazhariyet ile tahakkuk ediyor. Çünkü batıl itikatlar da manevi kirlerden ve sebeplerin tesiri olabileceği de batıl bir itikat. Kuddüs isminde Allah’a yakışmayacak kusurlardan onu tenzih etmek ile Adl ismine mazhar olarak Kur’anın ölçülerini almaya başlamıştık ve Hakem ismine mazhar olmakla da Allah bizim hayatımıza ne gaye koymuş ise o gayenin peşinden ayrılmayacağımıza ahdetmiş idik. Ferd ismini tecellisine mazhar olmakla ne olduğunu da Ferd ismini tamamladığımızda bulalım inşallah.
Burada Otuzuncu Lem’a hakkında İmam-ı Ali radiyallahuAnh’ın sözüne değinmek isterim. Celcelutiyye kasidesinde “ve biesmaikelhüsnaecirnimineşşetet” demesi ile bu Otuzuncu Lem’aya işaret ediyor. Mealen ; “ism-i azam ve bütün güzel isimlerinin bereketiyle beni dağınıklık ve perişanlıktan kutrar”. Sekizinci Şua’da (Üçüncü bir Keramet-i Aleviye) celcelutiye kasidesinin bu fıkrası ile ilgili cümle : “…ism-i azam ve Sekine denilen Esma-i sitte-i meşhureninhakikatlarını gayet âli bir tarzda beyan ve isbat eden ve YirmidokuzuncuLem’ayı takip eyleyen Otuzuncu Lem’a namında Altı Nükte-i Esma Risalesine ‘ve biesmaikelhüsnaecirnimineşşetet’ cümlesiyle işaret ettiğinden…”
Demek bu Otuzuncu Lem’a, bu altı ism-i azam bizi düze çıkaracak ve şirk ve şüphe ve evhamın, şeytanın hilelerinin karşısında bize bir kutsi kuvvet olacak inşallah. Bu altı isme ayinedarlık etmekle maddi manevi kirlerden arınıp, Allah’ın taktir ettiklerine razı olmayı, Allah’ın koyduğu hükümlere cana minnet bilerek boyun eğmeyi, hikmetine muvafık hareket etmeyi (ki bunun adı iktisat), Allah’ı tek ve yakta misilsiz tanıyıp rızası doğrultusunda hareket etmeyi, hayatın gayelerini hayatımızda tahakkuk ettirmeyi, istidatlarımızın kuvveden fiile çıkmasını talim edeceğiz ve kuvvetimiz yettiğince ilmelyakin mertebesinden aynelyakin ve hakkalyakin; bu hakikatleri kainatta tahakkuk ettiren Rabbimiz ve sahibimizden; bizim hususi alemimizde de tahakkuk ettirmesini, bize de buna şuur vermesini niyaz edeceğiz. Risaleleri okumak hep bu manaya gelmiyor mu zaten?
Risalelerin en kısa yazılan bahisleri en uzun bahisleridir. Kur’anın mucizevi bir lem’ası bulunduğundan Kur’anın çok hususiyetlerine ayinedir. Bazen sözü az söyler ta ki uzun olsun. Yani az kelime kullanır ki çok geniş ve uzun bir manayı ifade etsin. Mesela Birinci Söz kısadır, az kelimesi vardır ama mana ciheti ile tüm külliyat ve Esma-ül Hüsna içindedir. Dokuzuncu Söz’ünÜçüncü Nükte’si beş satırdan müteşekkildir fakat beş kitap kadar mana içinde derç edilmiş. İşte Ferd ism-i azamının bu İkinci İşaret’i de zahiren kısa olmakla beraber mana ciheti ile gayet derin ve gayet geniştir.
Bir dahaki sefere İsm-i Ferd’in Üçüncü İşaretinde seyahat etmek temennisi ile…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.