Kadir AYTAR
Yaşasın Sıdk, Ölsün Yeis
Memleketimizde açlık sorunu yok, açgözlülük sorunu var. Kıtlık, fakirlik yok. Lüks tüketimden taviz verememe, kanaatsizlik, kendisinden daha yükseklere özenme, kısacası ahlak sorunu var.
Medeniyetin sunduğu yenilikler, reklamlar vasıtasıyla insanlara dayatılıyor, zaruri olmayan ihtiyaçlar zaruri imiş gibi algılatılıyor ve zaaflar tahrik edilerek elde etme yarışına sokuluyor. Açıkçası gaza getirilmek isteniyor.
Gaza gelmemek lazım. Herkes ayağını yorganına göre uzatmalı. Her şeyi maddede arayanın gözleri körleşir, basireti kapanır. Allah israftan ve gereksiz harcamalardan hoşnut değildir.
Hırsızlığı meslek edinmiş birisi Peygamberimiz (asm)’dan bu mesleğini bırakmak için bir tavsiye istiyor. Peygamberimiz de (asm) ona sadece bir tavsiyede bulunuyor. “Doğruyu söyle” diyor.
Doğruluk hürmet görmez de aramızdan çekip giderse –ki çoğu alanda göremiyoruz- ortalığı yalancılar, hırsızlar, yolsuzlar, göz boyamacılar işgal eder. İnsanların zaaflarını kullanarak haksız yere alışveriş yapmak da pek âlâ hırsızlık sayılabilir. İsraf ve gereksiz harcamalar yapmak, başkalarının ya da gelecek nesillerin kısmetini çalmak da pek âlâ hırsızlık anlamını taşıyabilir.
Doğruluğun olmadığı yerde ümitsizlik yeşerecektir, muhabbete, yardımlaşmaya, şefkat ve merhamete, istişareye yer olmayacaktır, hevâ ve hevese tabi başıboşluklar alıp başını gidecektir. Hakikate perde olan gösteriş yüceltilecektir.
Hakikati yüceltmek adına gösterişin, propaganda ve reklamların anlamsızlığı ortaya konmalı, davet, tebliğ ve irşâd faaliyetleri artırılmalı, iyiliğe sevk eden, kötülükten de sakındıran güzel hasletimiz yeniden ihya edilmelidir.
Ümitsizlik, tembellik, zaaflarımızın esiri olma, görünüşe ve algılara aldanma gibi hatalarımız bizi geri bırakmaktadır. Bunun sebeplerini kendimizde değil de dışarıda arıyoruz. Bu, kolaycılığa kaçmaktan başka bir şey değildir. Yüz yılı aşkındır “geri kalmışlık” edebiyatı yapılıyor. Milletin zihni hep bunlarla meşgul ediliyor, ağır hasarlar bırakacak bir hastalık haline getiriliyor. Bunda, elbette basının ve edebiyatçıların büyük payı var. Bu konuda kütüphaneler dolusu eser var.
Said Nursi, bizim asıl düşmanımız; cehalet, fakirlik ve ihtilaf diyor. Bunların da ancak marifet, sanat, ziraat ve ittifakla yenilebileceğini söylüyor.
Hakikat perdelenince, toplumlar doğru teşhis koymaktan aciz kalıyor, hatayı başkalarında arıyor, doğruluktan ayrılıp geçmişine sövüyor, tarihini karalıyor, en doğru ve en sağlam teşhisi koyan dininden uzaklaşıyor.
İslam dini, güneş gibi parlak bir hakikat olarak ortada durmaktadır. Gözünü kapayan ancak kendi dünyasını karartır. Müslümanlar bu hakikate gözlerini kapadıkları dönemlerde geri kalmışlar, gözlerini açtıklarında da o hakikatten azami derecede istifade edip dünya milletlerine parmak ısırtacak nisbette büyük medeniyetler kurmuşlardır.
Şimdi bu büyük hakikate gözleri açma, doğruluğa, güzel ahlaka sahip çıkma, tenbelliği bırakıp çok çalışma, ümitsizliği, aşağılık kompleksini, başkalarına hayranlığı bırakma zamanı.
Mümine yakışan yüksek bir özgüvendir. Ümitsizlik hayatında yer almamalı, doğruluktan ayrılmamalı, “ben” yerine, “biz” olmanın gereklerini yerine getirmelidir.
Böylelikle aleyhimize gelişen olumsuzluklar ve dış etmenler lehimize rahatlıkla dönüştürülebilir. Aklını, kalbini, ruhunu ve latifelerini İslam hakikati ile doyuran bir mümin, eğriyi doğruyu rahatlıkla biri birinden ayırabilir. Kendi kusur ve eksikliklerini görebilir.
Mümin, müşteki olduğu cehalet, fakirlik ve ihtilaf gibi düşmanları mağlup edip dağıtacak, hakkaniyetin manevi kılıçlarını, kınına koymaz, birlik ve beraberliğin düşmanı kavmiyetçilik ve mezhepçiliğin, farklı kimliklere dönüştürülerek İslam dininin önüne geçirilme çabalarına fırsat vermez. Güzel ahlakı ile İslam hakikatine ayna ve bu hakikate muhtaç insanlara iyi bir misal olur.
Müminin kalbinin sadefindeki hak dinin cevheri, hakiki hürriyetin, insanlığın ve dünya barışının güvencesidir.
“Yaşasın sıdk (doğruluk)! Ölsün yeis (ümitsizlik)! Muhabbet devam etsin! Şûrâ kuvvet bulsun! Bütün levm (kınama) ve itâb (azarlama) ve nefret, hevâ hevese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet, hüdâya (hak dine) tâbi olanlar üstüne olsun.” Âmin. (Nursi, Said, Hutbe-i Şâmiye, 6. Kelime, s:36)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.