Afife ARTIK
Kastamonu Lahika Düsturları-33 (Siyasete mesafeli olmak)
Bediüzzaman Said Nursî, nur talebelerinden Emin ve Feyzi Ağabeylerin siyasetle ilgili sordukları suale “Siyasî geniş daireleri merak ile takib eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder” cevabını veriyor ve onlar da bu cevabın izahını istiyorlar.
Bediüzzaman cevaben, küre-i arzdaki boğuşmaları merakla takib etmenin maddi manevi zararları olduğunu söylüyor. Vazifeli olmadığı halde siyaseti dikkat ve merakla ve maksud-u bizzat kabul ederek takib edenlerin düşeceği zararları Bediüzzaman böyle ifade ediyor:
Aklını dağıtır mânevi bir divane olur
Kalbini dağıtır mânevi bir dinsiz olur
Fikrini dağıtır mânevi bir ecnebi olur
Kendisi mü’min iken; İslam düşmanlarının mağlubiyeti ile mahzun, din kardeşlerinin mağlubiyeti ile memnun olur. (Bediüzzaman aynen böyle bir hadiseye şahit olmuş ve siyasetin bu menfî neticelerinden şeytandan Allah‘a sığınmıştır)
Her insanın merkezinde bulunduğu iç içe daireler vardır bu dairelerin en küçüğünde insanın en ziyade vazifesi bulunur, geniş dairelerde ise muvakkaten (geçici olarak) vazifesi bulunur. Bu daireler küçükten büyüğe doğru böyledir: kalb, mide, cesed, hane, mahalle, şehir, vatan, memleket, küre-i arz, nev-i beşer, zihayat ve dünya. Büyük dairelerin cazibesine kapılarak küçük dairedeki daimi ve mühim vazifelerini ihmal eden zarar eder. Geniş daireleri takip etmekle ruhu serseri, aklı geveze ve kalbi ulvî zevklerden uzaklaşıp serseme dönen insanlar hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye tüyler ürpertici zararlar verirler.
Kendi inisiyatif alanı olmayan, vazifesi de olmayan işleri takip etmekle ömür sermayesini boşa harcamış olur.
Siyasi boğuşmaları merakla takip eden, bir tarafa kalben taraftar olmakla onların zulümlerine ortak olur. Zulme rıza zulümdür kaidesince zalimlerden olur.
Bediüzzaman, Nur Risalelerinin ve nur talebelerinin siyasetle ilgili tutumlarını mektublarında böyle izah ediyor:
“İman hizmeti, iman hakaiki, bu kâinatta herşeyin fevkindedir, hiçbir şeye tâbi ve âlet olamaz. Fakat, bu zamanda, ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında o hizmet-i imaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi veya âlet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur'ân-ı Hakîmin hizmeti, bize kat'î bir surette siyaseti yasak etmiş.” [i]
“Kur'ân bizi siyasetten men etmiş, tâ ki elmas gibi hakikatleri, ehl-i dünyanın nazarında cam parçalarına inmesin… Şefkat, vicdan, hakikat bizi siyasetten men ediyor.” [ii]
“Nur şakirtleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünkü iman, mâl-ı umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalâlete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü'minlerin uhuvveti esastır.” [iii]
“Risale-i Nur şakirtlerinin, mümkün olduğu kadar siyasete ve idare işine ve hükümetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasîleridir. Çünkü hâlisâne hizmet-i Kur'âniye, onlara herşeye bedel, kâfi geliyor. Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklâliyetini ve ihlâsını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek, o hizmetin kudsiyetini bozacak… Hem dünya için dinini bırakan veya âlet edenlerin nazarlarında Kur'ân'ın hiçbir şeye âlet olmayan kudsî hakikatleri, bir propaganda-i siyasete âlet olmuş tevehhüm edilecek. Hem milletin her tabakası, muvafıkı ve muhalifi, memuru ve âmisinin o hakikatlerde hisseleri var ve onlara muhtaçtırlar. Risale-i Nur şakirtleri, tam bîtarafane kalmak için siyaseti ve maddî mübarezeyi tam bırakmak ve hiç karışmamak lâzım gelmiş.” [iv]
Risale-i Nur Külliyatında bu parçalara benzer pek çok mektublar vardır. Siyasi tarafgirlik iman ve Kur’an hizmetindeki sâfiyete ve ihlasa zarar vereceğinden Nur Talebeleri siyasete girmemişler ve Bediüzzaman da onları bundan şiddetle sakındırmıştır. Siyasî meseleleri takip edip hakkında mâlumat edinen talebeleri de uyarmıştır.
Yeni Said döneminde siyasetten olabildiğince uzak duran Bediüzzaman, Eski Said döneminde siyasetle ilgilenmiş ve bugünkü sivil toplum kuruluşu benzeri yapılanmaların içinde bulunmuştur. Bediüzzaman’ın Eski Said döneminde siyasetle alakadar olması, siyasetin dine alet edilebilirliğinden ve siyaset âleminde bir nur çıkacağını ümit etmesinden idi ama belli bir dönemden sonra siyasetin içinde olmak ecnebi oyunlarına alet olmak manasına geldiğinden tamamen iman ve Kur’an hakikatlerine mesaisini sarf etmiştir. Sadece İslam mukadderatını alâkadar eden mevzularda muvakkaten siyasete bakar ve dönemin idarecilerini ihtar etmek için mektublar yazar. İslam adına yapılan müsbet hareketleri de tebrik eder (ezan-ı Muhammedî’nin asli haline çevrilmesi gibi.)
Said Nursî’nin Eski Said döneminde siyasetle irtibatı hakkında Prof. Dr. Himmet Uç ve Prof. Dr. Ahmet Yıldız’ın kapsamlı çalışmaları var. Risale-i Nur’un cevval avukatlarından merhum Bekir Berk Ağabey de “Bediüzzaman ve Siyaset” adlı bir kitap kaleme almış. Bu konuda hususen Eski Said’in benimsediği ve ifrat ve tefritten uzak olarak, haklı olanın yanında konumlanmayı ve tarafgirlikten, körü körüne desteklemekten uzak olmayı ifade eden ‘siyasette muktesit meslek’ üzerinde düşünülmesi gereken bir mevzu. Bizim konumuz Nur Talebelerinin siyasetle irtibatı hakkındaki düsturlar olduğundan konuyu o kaynaklara havale ediyoruz.
Bediüzzaman Said Nursî’ye pek çok defa neden siyasetten çekildiğine ve Kur’an hizmetinin neden kendisini siyasetten men ettiğine dair sualler sorulmuştur. Bediüzzaman’ın bu suale verdiği cevaplardan bazıları:
“Hakaik-i imaniye ve Kur'âniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyasetle âlûde olsaydım, elimdeki o elmaslar, iğfal olunabilen avam tarafından, ‘Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?’ diye düşünürler. O elmaslara âdi şişeler nazarıyla bakabilirler. O halde, ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer.” [v]
“Dokuz on sene evveldeki Eski Said, bir miktar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu. Ve gördü ki, o yol meşkûk ve müşkülâtlı ve bana nisbeten fuzuliyâne, hem en lüzumlu hizmete mâni ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebî parmağına âlet olmak ihtimali var.” [vi]
“Evet, İstanbul siyaseti, İspanyol hastalığı gibi bir hastalıktır. Fikri hezeyanlaştırır. Biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder, biz kendimizden hayal edip, asammâne tahribimizde eser-i telkini icra ederiz.” [vii]
Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur’un Kur’andan başka hiçbir şeye âlet edilmemesi hususunda o derece titizdir ki İttihad-ı İslam siyasetine dahi alet edilmesini istemez. Mekke-i mükerreme’ye göndermek üzere hacca giden birine verilen mecmuaları o kişi götürememiştir. Bediüzzaman bu hadise için “isabetli olmuş” der ve nedenini açıklar:
“Çünkü, benim ve Nur şakirtlerinin namına şimdi bu mecmuaları göndermek, her halde inkişafa başlayan İslâm birlik fikri ve ittihad-ı İslâm siyaseti, Risale-i Nur'u kendine bir kuvvet, bir âlet yapmaya çalışacaktı ve bizleri siyaset-i İslâmiyeye bakmaya mecbur edecekti. Halbuki Risale-i Nur'un mesleğindeki sırr-ı ihlâs; iman, Kur'ân hakikatlerinden başka hiçbir şeye âlet, tâbi olmadığı; hem müşterileri aramak değil, belki müşteriler hakikî ihtiyacını hissedip ve yarasının tedavisi için Risale-i Nur'u aramasının lüzumu; halbuki gönderilecek o mübarak merkezler, şimdilik Nurlara hakikî ihtiyacını değil, belki âlem-i İslâmın hayat-ı dîniyesine ait cihetlerinden düşünmeye mecbur olması…” [viii]
Bediüzzaman, güneş gibi imanı olan sahabeler ve onlara benzeyen mücahidîn müstesna olarak siyasetçilerin tam müttaki dindar olamayacaklarını söyler. Çükü asıl maksadı siyaset olanlarda din ikinci derecede kalır. Hakiki dindarlar ise evvela ubudiyeti esas tuttuklarından siyaset onlar için ikinci üçüncü derecede kalır ve siyaseti dine ve hakikate alet etmek gayesiyle siyasetle meşgul olurlar.
Şeytanı melek, meleği şeytan gibi gösteren tarafgiâne siyasetten Allah’a sığınan Bediüzzaman, siyasetin bir nevinde yapılan ihmalin ise İslama büyük zarar verdiğini söyler. Bu siyaset “Siyaset-i âliye-yi İslamiye”dir yani; İslam’ın yüksek siyaseti… İslamın rükünlerinde gösterilen lakaydlığın cezası olarak savaş, kıtlık gibi belalar gelir ve o ihmallere keffaret olur. Lâkin İslamın rükünlerinden olan Haccın ihmalinde netice böyle olmamıştır. Haccın ihmali dediğimizde Hacca gidilmemesinden ziyade haccın içindeki hikmetin muhafaza edilmemesi anlaşılır. Hacc, dünya üzerindeki bütün Mü’minlerin bir araya gelerek fikir alışverişinde bulunmaları, birbirlerini tanımaları ve yardımlaşmaları ve ortak bir tavır belirlemeleri için en mühüm zemindir. Bu hikmet ihmal edildiği için Müslümanların birlikleri temin edilememiş ve parça parça olarak kimi madden kimi manen olmak üzere bütün Müslüman ülkeler esaret altında kalmışlardır. Bediüzzaman bu neticeyi şöyle ifade eder: “Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatlar ettirildi. Fa'tebirû.” [ix]
Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin İslamın yüksek siyasetinden bahsetmesinden de anlıyoruz ki siyaseti bütün bütün şeytanlaştırmış değildir. Siyasi taraftarı olan şeytanı, siyaseten muhalif olan meleğe (melek gibi kardeşine) tercih ettiren partizanlık manasındaki siyasetten Allah’a sığınmıştır. Zaten siyaset esas anlamı itibariyle içtimai hayatın olmazsa olmazlarındandır. Lâkin bu zamandaki siyaset (ki onu İspanyol hastalığına benzetir) tamamen tarafgirlik ve farklı cereyanlara hizmet manasını aldığından Nur Talebeleri de siyasetten içtinab etmişlerdir.
Bediüzzaman, Hutuvât-ı Sitte adlı eserinde Âlem-i İslam’ı ifsada çalışan ruh-u gaddarı insan suretindeki şeytanın vekili olarak tabir eder ve insanda bu damarları kullanarak kendi siyasetine vasıta ettiğini söyler: hırs-ı intikam, hırs-ı câh, tamah, humk, dinsizlik, taassub. Yani; intikam hırsı, mal ve şöhret hırsı, aç gözlülük, ahmaklık, dinsizlik ve en garibi de taassub.
Bütün bunlar çerçevesinde her Nur Talebesi hem kendi iç âlemi hem içtimai hayattaki konumu itibariyle siyasetin neresinde durması gerektiğine karar verecektir. Yoksa bir şablon belirleyip hele ki ifrat veya tefrit manasında bir şablon belirleyip bunu dayatmak elbette makul olmaz. Kimseden inancı gereği illa ki bir siyasi oluşuma (her icraati ile) taraftar olmasını veya İslama zarar verecek şeyler yapmaya sebeb olacak kadar siyasetten habersiz olmasını isteyemeyiz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.