Mustafa ÖZCAN
Kur’an gerçekleri tarihi verilere ters düşebilir mi?
Son sıralarda Batılılara özenen Mustafa Öztürk gibi bazıları Kur’an kıssalarının dilinin temsili ve onun ötesinde masalımsı (efsane) olduğunu ileri sürüyorlar. Kur’an-ı Kerim’in tekzip ettiğini böylece tasdik etmiş oluyorlar. Dolambaçlı yollarla Kur’an-ı Kerim’i tekzip ediyorlar. Muhammed Ahmet Halefullah, Turan Dursun ve Muazzez İlmiye Çağ gibi şahsiyetlerle ortak bir alana giriyorlar. Büyük ölçüde veya kısmen aynı zemini ve anlayışı paylaşmış oluyorlar. Nasr Hamid Ebu Zeyd gibiler de vahiy ve hadis konusunda çeşitli istifham ve kuşkular ortaya atmışlardı. Kur’an ahkamının tarihsel olduğunu söyleyenler olduğu gibi Kur’an kıssalarının tarihi olmadığını da söyleyenler var. Hem de Müslüman kimliği altında.
Bir başka hususta, bazı Kur’an buyruklarının veya ifadelerinin tarihi verilere ters düşmesi iddiası veya tasavvurudur. Bu hususa dair bazı meselelere müfessir veya tefsir yazanlar tam ikna edici izah getirememişlerdir. Bu meselelerin en bilinenlerden birisi Kur’an buyruğunda yer alan Hazreti Meryem hakkında ‘Ya uhte Harun/Harun’un kız kardeşi ’ ifadesidir. Bu ibarede bir sır vardır ve bazlarının ilmi ve fehmi bu sırra agah olmaya yetmiyor. Yaptıkları teviller veya tefsirler ikna edici görünmüyor. Oryantalistlerde bunun üzerinden Kur’an-ı Kerim’in tarihi gerçeklere ters düştüğünü varsayıyorlar. Müfessirlerin bazı hususlarda yetersizlikleri Kur’an-ı Kerim’i yorumlamanın o kadar kolay bir mesele olmadığını ortaya koymaktadır.
Allah’ın meramını anlamak herkesin harcı değil. Kur’an açık bir Arapça ile indirilmiştir lakin mucizedir. Bütün kainata hitap eder. Bu nedenle bütün kainat tefsirine muhataptır. Birinin veya birilerinin hakkını vermesi Kur’an-ı Kerim’i hafife almak olur. Bununla birlikte her dairede ve her seviyede anlaşılması söz konusudur. Herkes kendi ilmince ve irfanınca hissedar olur. Kur’an-ı Kerim’i anlamak için tarihi hadiseleri ihata etmek gerektiği gibi aynı zamanda Arap dilini çok iyi kavramak gerekir. Bütün bağlantı noktalarını ve hinterlandını öğrenmek gerekir. Tarihi zannettiğiniz şeyin altından Arap belagatı çıkabilir. Tersi de mümkündür.
Hazreti Meyem’le alakalı olarak Kur’an-ı Kerim’de yer alan ‘ya uhte Harun’/Harun’un kız kardeşi’ ifadesi tarihi verilere uymamaktadır. Tarihi olarak Hazreti Meryem’in Harun isminde bir kardeşi bulunduğu meselesi tartışmalıdır. Hazreti Meryem, Hazreti Harun ve Musa döneminde de yaşamamıştır. Öyleyse bu hitabın sırrı nedir?
Mugîre İbnu Şu'be (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, Necrân'a gelince bana sordular: "Sizler şu âyeti okuyorsunuz: "Ey Harun'un kızkardeşi: Baban kötü bir kimse değildi..." (Meryem 28). Halbuki, Hz. Musa, Hz. İsa (aleyhimâ'sselam)'dan yüzlerce yıl önce yaşamıştır. (Nasıl olur da Hz. İsa'nın annesi olan Hz. Meryem, Hz. Musa'nın erkek kardeşi olan Hz. Hârun'un kızkardeşi olur?)" Ben Medine'ye Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına gelince, bu meseleyi ona sordum, şu cevapta bulundular: "Onlar, kendilerinden önce yaşamış olan peygamberlerinin ve sâlih kişilerin isimleriyle isimleniyorlardı." [Müslim, Adâb 9, (2135); Tirmizî, Tefsir, Meryem, (3154). Necran ahâlisi Hıristiyandır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sağlığında Medine'ye gönderdikleri bir heyetle Müslümanlarla sulh anlaşması yapmışlardır. Bura ahâlisi Hıristiyan olduğu için Hz. Mugire'ye, Hz. Meryem'in Hz. Hârun'un kızkardeşi olamayacağını söyleyerek, "Kur'ân'da geçen "Ey Hârun'un kızkardeşi" tâbirine itirazda bulunurlar. Bu mesele onların kuşkularını ve itirazlarını kamçılamıştır. Rivâyetin Tirmizî'deki metninde şu ziyâde var: Hz. Mugire İbnu Şu'be der ki: "Ben bu soruya nasıl cevap vereceğimi bilemedim, dönüp durumu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e haber verdim..." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Onlar kendilerinden önceki peygamberlerinin ve sâlihlerin adlarını koyarlardı" buyurarak, Hz. Meryem'in Hârun isminde bir kardeşi olduğunu haber veriyor. Yani, âyetteki: "Ey Hârun'un kız kardeşi" tabirinde geçen Hârun, Hz. Musâ (aleyhisselam)'nın kardeşi olan, fesâhatiyle meşhur Hârun (aleyhisselam) değildir. Bazı âlimler Kur'an'ın bu tabirinden hareketle, Hz. Meryem'in, Hz. Musa'nın kardeşi olan Hz. Harun'un neslinden olduğu kanaatine varmışlardır. Bu kanaatte olanlara göre, aradaki bu kan bağı sebebiyle Hz. Meryem'in cedd-i emced'i olan Hz. Hârun (aleyhisselam)'a nisbet edilerek "Hârun'un kızkardeşi" diye isimlendirilmesi câizdir. Çünkü, Arap örfünde, bir Temimli'ye, "Ey Temim'in kardeşi", Mudarlı'ya da "Ey Mudar'ın kardeşi" denmesi câizdir. Hud’un Adlıların eniştesi olarak ifade edilmesi gibi. Merhum İbrahim Canan bu meseleyi anılan hadis doğrultusunda böyle izah ediyor.
Bu tür müşkil veya sorunlu görülen meseleler iki yöntem üzerinden izaha kavuşturulabilir. Tarih ilmi üzerinden ve Arapların edebi ve dil kalıpları üzerinden. Burada tarih üzerinden meseleyi izah etmek kapalı görünüyor. Hazreti Harun’un kız kardeşi ile ilgili yorumlarda Hazreti Meryem’in Harun isminde bir kardeşi olabileceği seçenek mümkündür ama hakiki varlığı veya gerçekliği bugüne kadar tarih ışığında tespit edilebilmiş değildir. Harun Aleyhisselam ile Meryem arasında tarih bakımından yüz yıllarla ifade edilen bir fasıla vardır. Lakin Harun Aleyhisselam ile Meryem arasındaki ilgiyi ve ilintiyi sembolizm, dil bağı üzerinden kurabiliriz. Ya da Hazreti Meryem ile Harun Aleyhisselam arasında remzen bir bağlantı vardır.
Kur’an buyruğunda yer alan ‘Harun’un kız kardeşi’ ifadesini tahlil ederken iki husus üzerinde durabiliriz. Bunlardan birisi, Hazreti Meryem’in kadın olmasına rağmen Süleyman Mabedine adanmış bir kimse (sadine/Sedene)olmasıdır. Zaten ebeveyni Hazreti Meryem’i erkek olması ihtimaline binaen mabede adamışlar ve vakfetmişlerdir. Bu adamışlığın veya adanmışlığın Harun Aleyhisselam’la yakından alakası var. Zira Musevilikte kahin veya kohenlik yani din adamlığı Harun soyuyla birlikte yürümekte onunla irtibatlı bir makam ve görevdir. Buna ilaveten, anne baba gerçekten de Harun Aleyhisselam soyundandır ve dünyaya gelecek ve erkek olarak bekledikleri çocuklarını bu bağa istinaden mabede adarlar. Demek ki kadın olsa da Hazreti Meryem mabette görevli olduğundan Harun Aleyhisselamla irtibatlıdır. Hem kan bağıyla hem de manevi bağla Harun Aleyhisselamla irtibatlıdır.
İkinci ihtimal ise ‘Harun’un kız kardeşi’ ifadesinin mecaz olmasıdır. Ölü toprakların ihyasıyla ilgili Tavus’un mürsel kipiyle rivayet ettiği bir hadiste peygamberimiz ‘Adiyyü’l ardi lillahi ve reseluhi sümme huve badu leküm’ buyrulmuştur (1). ‘Ad’dan kalma topraklar Allah’a ve resülüne ve size aittir’ hadisi bunu açıkça ortaya koymaktadır. Bizde Nuh-u nebiden kalma diye amiyane bir tabir vardır. Ad’dan kalma ifadesi de böyledir. Sahipsiz toprak ve araziye ‘Ad neslinden kalma’ arazi nitelemesi yapılmıştır. Ad kavmi tarihi verilere aykırı olarak günümüze bağlanmıştır. Hadiste bu ifade açıkça vardır. Bu niteleme tarihe ve vakıaya uygun değildir. Ama dil açısından realiteye, vakıaya veya kullanıma uygundur. Ad nesli ile belki yüzlerce belki de binlerce yıl sonra sahipsiz topraklar arasında bir karineye bağlı olarak bağ kurulmaktadır.
Bu mesele Hazreti Meryem için kullanılan ‘Harun’un kız kardeşi’ ifadesi için de katkı sunmakta ve açılım getirmektedir. Demek ki bazı benzerlikler üzerinden çağlar ötesinden iki kimse kardeş olarak tanımlanabilmektedir. Muayyen karineler nedeniyle tarih üzerinden Hazreti Meryem ile Harun Aleyhisselam arasında bağ kurulmaktadır. Bu bir tarihi hadise değil sembolik ve dilin kullanımıyla alakalı bir meseledir.
Velhasıl; Kur’an mahza hakikattır. Allah yeni kaderiyeye rağmen geleceği bildiği gibi geçmişe de bütün ayrıntısıyla vakıftır. Yaratıcının bilmemesi düşünülemez. Zaten geçmişi ayrıntılarıyla bilen zorunlu olarak geleceği de ihata etmektedir. Ela ya’lemu men halake ve huvallatifu’l habir
1-Resail Fıkhiyye, Muhammed Edip Kelkel, Mektebetü’l Arabiyye, Daru’l Fikr, Hama, s: 132, Hama
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.