Laiklik mi dediniz? ‘Eski Hal Muhal’dir

Anayasa çalışmaları, laiklik tartışmasıyla öne çıkıyor. Zihinler, bu kavramda hiç net olmadı, halen de değil.

İşin aslı şudur:

Batı’da, ruhban sınıfı ile krallık, halka ve aydınlara karşı baskıcı bir cephe oluşturmuştu. Fransız İhtilalini hazırlayan sebeplerin başında bu baskı vardı. Fransız İhtilali ile laiklik kabul edilerek, krallık devrilmiş, ruhban sınıfının siyasete etkisi engellenmiştir. Batı’da devletin dindara ve dinsize karşı tarafsız olması, laiklikle sağlanabilmiştir.

Halbuki İslam, laikliğe ihtiyaç duyuracak bir çatışmanın kaynağı hiç olmadı. İslam’ın özünde, siyasi güce dayanarak halkı ve ilim adamlarını ezip dışlamak gibi bir anlayış yoktu. Aksine İslam, Said Nursi’nin ifadesiyle halkı ve ilim adamlarını, siyasetin baskısından koruyan bir “tahassüngah” (sığınak) idi”. Bu sebeple Müslümanlar laikliğe hiç ihtiyaç duymadı. İslamın özündeki din, vicdan ve düşünce özgürlüğü herkes için güvencede idi. Gayrı müslimler bile bu özgürlüğün güvencesi altında, asırlarca sorunsuz yaşadılar. Kimse, “laiklik istiyoruz” deme ihtiyacını duymadı.

Bizdeki militan ve militarize laiklik, Batılılaşmanın ve dahası medeniyet aksı değiştirmenin aracı olarak kabul edildiğinde, ona, toplumdan dini tasfiye misyonu yüklenmişti.

Laikliğin, militanca yöntemlerle dini toplumdan tasfiyede kullanılması, bizdeki sorunun asıl kaynağıdır. Böyle bir laikliğin, bırakınız anayasada yer alması, yüzüne bakılacak tarafı bile yoktur. Toplum, hukuk kaygısı taşımayan, din ve vicdan hürriyetini boğma amaçlı bir laikliğe ilgi duymadığı gibi saygı da duymamıştır. Bu gerçek dikkate alındığında sayın Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın “Laiklik Anayasada yer almamalı” sözü, tarihi ve sosyal dayanağa sahip bir taleptir. Tedirginlikle alelacele reddedilmeden önce, tartışılması gereken bir yaklaşımdır.

Zira, halkın seccadesini ve mevlidini suç unsuru kabul eden bir laiklik, anayasada yer istemeden önce, baskıcı politikaların ahlak ve hukuk dışı infaz aracı gibi kullanılmış olmakla sorgulanmaya muhtaçtır.

“Laiklik eşittir, dinsizliktir” algısı, hayali bir suçlama sloganı değildir. Bu kavram, kitlelerin hafızasında, açtığı derin yaralarla malul çarpık bir kimliğe sahiptir.

“Laikliğe aykırı olarak…” diye başlayan, ne anlama geldiği meçhul, cezalandırıcı soyut kanun hükümleri, devlet adına yıllarca karanlık siyasi emellerin ve ekonomik soygun operasyonlarının aracı olarak kullanıldı. Sahtekar bir hamiyetfüruşluğun maskesi yapıldı.

Yeni bir Anayasa yapımının arifesinde bu kötü hatıraları yaşanmamış farz eden bir hafızasızlığı, bu toplumdan kimse beklememelidir.

Laiklik Anayasa’ya girse de girmese de, yapılması gereken şudur: Din, vicdan ve düşünce özgürlüğü  temelinde toplumdaki farklı görüşlerin kendini ifade edebilmesi ve her inanç mensubunun inancının gereklerini yapabilmesi hukukun tartışmasız güvencesinde olmalıdır.

Laiklik Anayasaya girecekse, baskı ve şiddeti dışlama temelinde, dindara ve dinsize ortak bir hukuki güvence sağlayacak içerik ve tanımla girebilir. Herkesin kafasına göre anlam biçtiği soyut bir kavrama anayasada yer yoktur ve olmamalıdır.

Militan laikliğin dini şuuru tahrip amacıyla kullanıldığı dönemlerde en anlamlı eleştirilerin Said Nursi’den geldiği görülür. Eserlerinde ve mahkeme savunmalarında laikliği, tarihsel kökenleri ile tahlil eder. Onu, Din ve Vicdan Özgürlüğünün teminatı olarak görür ve gösterir.

Laiklik adına dinin toplumdan tasfiyesi amacıyla yapılan yanlışlıkların terk ve ıslahı için söyledikleri halen yol göstericidir:

“Laik Cumhuriyet dini dünyadan ayırmaktır. Yoksa dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak olmadığını biliyoruz. Laiklik dine karşı tarafsız kalmaktır.” Ve devamla, “Eğer laik cumhuriyeti soruyorsanız, ben biliyorum ki, laik manası bitaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere  ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet telakki ederim” demektedir.

Bu ifadelerdeki laiklik tanımına dikkat edilmediği takdirde yapılan iş, “istibdad-ı mutlaka 'Cumhuriyet' nâmı vermek, irtidad-ı mutlakı rejim altına almak, sefahet-i mutlaka 'medeniyet' ismi vermek, cebr-i keyfî-i küfrîye 'kanun' ismi takmak” olacaktır. Yani laiklik, zorba yöntemlerle ecnebi hesabına medeniyet değişimin aracına dönüşecektir.

Bu gerçekleri uzun yıllar yaşayarak gelmiş bir toplum olarak, geleceğe ilişkin beklentilerimizi netleştirmek zorundayız.

Laiklik dokunulmaz tabu değildir. Faşizm artığı bir devlet aklının, arkaik kavramı olma kimliğini terketederek, hukuk içinde her düşünceyi koruyan demokratik bir içeriğe dönüşmek zorundadır.

Laiklik böyle gelmiş, böyle gidemez.

Laiklik hakkında; Said Nursi’nin ifadesiyle “Eski hal muhaldir." (İmkansız)

Mevlana’nın ifadesiyle “yeni şeyler söylemek” zamanıdır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum