Mehmet Asıf IŞIK
Bir Kalpte İki Sevda: Okumak ve Yazmak
‘De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ (Zümer/9)
İlim şehrinin kapısı Hazreti Ali’den rivayetle gelen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (asm), ‘Âlimler yeryüzünün kandilleri, peygamberlerin halifeleri, benim ve diğer peygamberlerin vârisleridir’ (C.Sağir, H.No:5703) buyurmuşlar. Ne büyük ihsan ve lütuf.
Bilmenin Cenâb-ı Allah katındaki faziletine mazhar olmak için ilim tahsil etmek, öğrenmek için de okumak…
Sonsuzluğa uzanan aklı, fikri, zihni ve hayali özgürlüğün semâlarında kanatlandırmak için okumak...
Kendimizi cehaletin esaretinden âzâde kılmak, öğrenmeye engel olan bütün sebepleri tekmeleyip gafletin cenderesinden kurtarmak için okumak…
Hakikate vuslat yolunda güçlenmiş bir irâdeye, kemâlâtın zirvelerine ulaşmış olgun bir ruha sahip olmak, âlim olmanın şerefine mazhar olmak için okumak…
Bilginin sönmeyen aydınlığıyla mârifete ermek, ‘İKRÂ’ nın sırlarına vakıf olmak, hikmetin uçsuz bucaksız deryasının derinlerine dalarak irfan denizinde kulaç atmak, var oluşun mânâsına ve maksadına nâil olmak ve kâmil insan olabilmenin paha biçilmez mertebesine çıkmak için okumak…
İnsanı cehâlete sürükleyen zihin tembelliğinin prangalarını açıp ağırlıklarını atmak ve ufkunu daraltan sınırları aşmak için harf harf, satır satır, sayfa sayfa, kitap kitap okumak…
Bilgiye doyulmaz, lâkin hakikati bulmak, yeryüzünde yürüyen bir kandil olmak için yol uzundur ve zahmetlidir; Fakat meyvesi olgunluktur; sonucu ilimle terbiye edilmiş bir akla, zengin okumalarla beslenmiş bilgi dağarcığına, çok yönlü, renkli ve geniş bakış açısına, güçlü bir muhakemeye, dengeli mukayese ve tahlil kabiliyetine, hassas duygulara, ince algılara ve lâtifelere sahip olmaktır.
İşte dünyadaki bütün hazinelerden daha kıymetli olan bu özelliklere sahip olmak için durmadan, yılmadan, bıkmadan ve usanmadan okumak…
Kuşatan nazarla, kavrayan idrakle ve derin tefekkürle hem kendimizi, hem etrafımızı, hem de kâinatı okumalı; Özgürce ve bilgece…
Ve illâ ki bilgiye hürmetle ve öğrenmeyi sevmekle bu yolda gidilir. O halde şöyle demeli: ‘De ki ‘Rabbim! İlmimi arttır.’ (Tâ-hâ/114)
***
Hikmetli bir sözde şöyle denilmiş: ‘Beş şey beş şeye doymaz: Toprak yağmura, balık denize, eşler birbirine, göz bakmaya, âlim de ilme doymaz.’
Çünkü insan merak sâikiyle öğrendikçe bilgiye/bilmeye olan şevki ve iştahı şiddetlenir; kişi öğrendikçe cehaletinin ve bilgisizliğinin farkına varıyordur. Öğrenme ihtiyâcını giderdikçe mide açlığına zıt olarak, aklın, dimağın, zihnin ve kalbin açlığını bilgiyle ve marifetle doyurdukça, öğrenme arzusu artarak devam eder. O insan artık kemâle doğru yol almaktadır.
BEYNİMİZ SULANSIN...
Akıl, fikir, zihin, idrak, iz'an, dimağ, hafıza vs. bizi insan eyleyen ve sayıya gelmeyen maddi ve mânevî cihaz ve lâtifeler beyindedir ve/ya beyinle ilgilidir. Bu sebeple beyinlerimiz sulansın efendim; hem de hiç korkmadan ve çekinmeden. Fakat bilgiyle, aşkla, şevkle, muhabbetle, mârifetle ve mahâretle sulansın. Suyla canlanan toprağın yeşerdiği gibi, beyinler de, can suyu mesâbesindeki hakikatle ve mutlak hakikate ileten ilimle sulanıp gıdalanırsa çimlenip filizlenir âdeta. Ardından fikir tomurcuklarıyla çiçeklenir ve her biri gülistanlara, birbirinden güzel cennet bahçelerine döner.
O halde beyinler yağmura hasret çorak topraklar gibi olmasın. Susuz ve kıraç arazileri suyla hayata kavuşturmak için dağlar delinip tüneller açıldığı gibi, hayat bulsun diye, beyinlerin çöle dönmüş alanlarını, tıkalı damarlarını, daralmış kanallarını ve kilitli kapılarını gerçeğin ışığıyla, kitapla, bilgiyle, hikmetle, hakikatle ve mârifetle açmalı ve sulamalı.
VE YAZMAK…
Başlangıçlar ve yazmanın ilk demleri çoğu zaman sancılıdır. İnsan bazen suları çekilmiş ırmaklara döner. Bazen vurgun yemiş gibi şaşkınca bocalar, anaforlar yaşar, içi çalkalanır.
Bazen zor çıkar kelimeler kalbin dipsiz derinliklerinden. Bazen hiç çıkmaz, çıkamaz; insan, yüreğinde tonlarca yükün ağırlığı varmış gibi yılgın ve yorgun hisseder kendini. O halde iken, hüzne bulanmış küskün sözlerle duygularını çıkarıp satırlara dizmeye koyulunca, o vakitler yazmak zordur, bazen zordan da zor!..
Bazen tarif edilemez tuhaf duygular kaplar kalbi; bazen gizlenir mânâlar, saklı kalır insanın içinin kuytularında. Bazen zorlayarak, hisleri kanatırcasına yaralı-bereli sözler güçlükle çıkar içerden.
Bazen de devran devrilir; Ruh halden hâle geçer. Kıştan çıkılır gibi gönül başka bir mevsime girer sanki. Duyguları durulur, bahar meltemleri eser yüreğinde. Hüzün sevince döner, hisler kelimelere girer, ince sözler inci taneleri gibi satırlara/dizelere dökülür.
Bazen zengin ve bereketli mânâlarla beslenip gıdalanmış kalp ve ruhlar duygu seline kapılır, heyecan basar. O demler, evet işte o demler tava gelinmiştir; hisler kıvamını bulmuş, kaynayıp taşma noktasındadır. Şahlanıp kişneyen doru bir at veya yerinde duramayan toz koparmaya hazır bir küheylân gibi kalem elde tutulamaz olur...
İşte o zamanlar hikmetli mânâlar akmaya müheyyadır irfan dolu kalplerden. Münbit yüreklere gelen ilhamlar yağmur yüklü bulutlar gibi damla damla düşmeyi bekler.
Sözler oynaşır insanın içinde. Yağdan kıl çekilir gibi kolayca geliverir kelimeler kalemin ucuna ve üşüşürler bir an önce kâğıda yazılmak için can atarlar. Tam da kalemi ele alıp yazma zamanıdır.
***
Bizler vaz geçilmezi ‘okumak’ olan bir medeniyetin evlâtlarıyız. Bizim için okumanın ve öğrenmenin yaşı, sınırı, süresi ve sonu yoktur; nefes alıp verdikçe ‘beşikten mezara kadar’ bizi mutlak hakikate ulaştıracak her çeşit ilme tâlibiz. Biz öğrenme gayreti içinde oldukça bilmediklerimiz akıl ve kalplerimize ilham edilecektir.
O halde doyup doluncaya kadar durmadan okumalı, taşmaya başlayınca da yazmalı…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.