Şahin DOĞAN
Modernist İslam Söylemi ve Kur’an
Modernist İslam, aydınlanma sonrası ortaya çıkan nevzuhur bir cereyan. İlk nüveleri Mu’tezileye kadar uzanır. Hatta bazı araştırmacılara göre modernistler, mu’tezilenin çağdaş bir versiyonu gibi. Bizce bu iddia i’tizal ehline yapılabilecek en büyük iftiradır zira dini tahrif ve tahrip konusunda mu’tezile, modernistlerin eline su bile dökemez.
Bu güruhun İslam’ı algılayış ve yorumlayış tarzı tamamen akli daha doğrusu rasyonel/pozitivisttir. Amaç ve niyetleri konusunda kesin bir yargıda bulunmak mümkün değil. Kimine göre olabildiğince samimi ve hasbi, kimine göre ise casus ve haydut bir güruh. Yani anlayacağınız bu camia derin bir ‘meşruiyet krizi’ içinde bocalamakta hala.
Bazı araştırıcılar bu cereyanın ilk ayağı olarak Hintalt kıtasında Seyyid Ahmet Han ve Mısır da Muhammed Abduh’u gösterirler, sonrasında onu tilmizi Reşit Rıza ve Fazlulrahman takip eder. Bizdeki Ankara Okulu ve onun kültürel açılımı olan İslamiyat/kitabiyat çalışmaları tamamen Fazlulrahman’ın düşünceleri üzerine kurulmuş gibi görünüyor. Tabii ki Muhammed Ali Lahori ve onun gözde takipçisi (kopyacısı mı demeliydim) Muhammed Esed’i unutmuyoruz.
Bu güruh tek kaynak olarak Kur’an’ı referans alır. Hadislerin güvenirliliğinden derin bir kuşku içindeler. ‘Sünnet’ denilen olgu tek kelimeyle ata yadigarı asılsız ve mesnetsiz bir ‘gelenek. ’ Biricik merci: Kur’an, ancak bu bildiğimiz ve alıştığımız cinsten otantik bir Kur’an değil, yeniden tanımlanmış, kurgulanmış ve modern süzgeçten geçirilmiş çağdaş bir Kur’an. Tam da İslam düşmanı olan oryantalist paradigmaya denk düşen bir okuma biçimi.
Hatta Muhammed Arkoon işi biraz fazla abartıp arkeolojiyi (beşeri) ontolojiye (ilahi) önceleyerek Kuran’ın mevsukiyetini dahi sorgulamaya başlar. Ona göre, elimizde bulunan Hz. Osman mushafı (Mushaf-ı Şerif) siyasi nedenlerden ötürü umumi bir kabule mazhar olmuş. Bu iddianın biricik kaynağı Arkoon’un üstadı İslam’a kin ve nefret kusan adi ve aşağılık bir oryantalist. Aslında şaşırmaya gerek yok zira bu temayülün varacağı son durak buydu zaten.
Ebu Zeyd ve Hasan Hanefi ise son dönemlerin en sari bir hastalığı olan ‘tarihsellik’, ‘zamansallık’ saçmalığına yürekten inanmış bulunuyorlar. Kur’an ve İslam, belli bir tarihsel zaman kesitinin, muayyen bir coğrafi ve sosyal yapının eseri. Muhatap sadece bedevi Araplar. Bu münkabız düşüncenin dahi mimarları yine malum zevat yani müsteşrikler. Bu eğilimin bizdeki temsilcileri: Ömer Özsoy ve Mustafa Öztürk.
Bediüzzaman merhumunda bir yerde vurguladığı gibi, sünnetsiz bir Kur’an, anlaşılması zor hatta imkansız muallimsiz bir kitapla eşdeğer. Hz. Peygamberi yani konuşan Kur’an’ı, aradan çektiğiniz zaman, her açıya göre bir renk ve görünüm sergileyebilen, tamamen nesneleşmiş, yol gösterici olma vasfını yitirmiş ilahi bir metin çıkar ortaya. Bu durum hedefi, ‘halis hidayet’ olan ilahi beyanın açık ifadesiyle tezat teşkil etmekte.
Misyonsuz, vizyonsuz, inşasız ve iddiasız bir İslam imajı. Tam da batılı efendilerin (müsteşrikler) arzu ettiği sevindirici bir durum bu. Modernist düşüncenin mayasında bu tarz ölümcül bir İslami anlayış ve algılayış hakim. Derin metafizik arkaplanından arındırılmış/koparılmış bir İslam. Modernist eğilimli müslüman düşünürlerin bu felaketi görmemesi daha doğrusu görememesi büyük bir gaflet.
İzzet Derveze ve Muhammed Heykel’in kaleme almış oldukları siyer kitaplarına dikkat edilirse bütün bütün ilahi bağlamından koparılmış, beşerileştirilmiş ve arzileştirilmiş bir peygamber portresi çıkar karşımıza. ‘Manevi şahsiyet’ yani tüzel kişilik gibi halk üzerinde inanılmaz bir etkiye sahip olan peygamber yoktur artık.
Hadisler mevzu, mucize yok, nüzul-u İsa, mehdi ve kıyamet alametleri bir kelimeyle ‘İsrailiyat.’ İşin ilginç yanı Mustafa Sabri, Elmalılı Muhammed Hamdi, Bediüzzaman, Zahit El Kevseri ve Tabatabai’ye gelinceye kadar bu gibi konularda, Şiasiyle-Sünnisiyle islam alimleri (Cahız, Cübbai gibi birkaç mu’tezili düşünür dışında) arasında kopmaz bir icmanın olması. Ne oluyorsa birdenbire bir kısım akil adamlar çıkıyor icmayı, kutsal geleneği, maziyi bir kalemde siliyor, takmıyor ve bunların hepsine ‘uydurulmuş din’ diyor. Hz. Peygamber’e (a. s) bile tanımadıkları bir tefsir ve tevil yetkisini kendi akıllarına tanıyabiliyor.
İki şık var önümüzde. Ya ümmetin en güzide ve dahi beyinleri bu basit meseleleri anlayamamış, hurafelerin peşine takılmış ya da bu adamlar zavallı ve aldatılmış. Bir tarafta icma-ı ümmet diğer tarafta farzları bile edadan aciz, ‘aklı gözlerine inmiş’ ve modernite mağduru birkaç seküler kafa. Sizce hangisi haklı?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.