Dursun SİVRİ
Muhakemat’tan şifre işaretler
Risale-i Nur’un telifi 1926 yılında Barla’da başladığı şeklinde genel bir kanaat vardır. Bu kanaati “öyle değil böyle değil böyle” diye kesip atmak mümkün değildir.
Bir sözün, “Kim söylemiş, Kime söylemiş?...Ne için söylemiş?...Ne makamda söylemiş?” mihenginden geçirilip hüküm verilmesi lazımdır.
Bilindiği gibi “İşarat’ül İ’caz” eseri 1914-1918 yılları arasında harpte cephede at sırtında telif edilmiştir. Risale-i Nur külliyatı serisindendir.
Keza Hutbe-i Şamiye 1911 tarihli bir eserdir.
Muhakemat, Mesnevi-i Nuriye, İşaratül İ’caz, Lemaat gibi eserler Barla döneminden önce telif edilen eserlerdir. Maksad, mesaj, mânâ itibarıyle aynı mevzular olup izah şeklinde icmal veya tafsilat yönüyle farklılıklar vardır.
Mesnevi-i Nuriye’nin Risale-i Nurların fidanlığı olarak tarifi icmal ve tafsil cihetinin başka bir ifadesidir.
Muhakemat eserinde Bediüzzaman dışında hadis âlimlerinin çoğunun cevap veremediği, kimilerinin mevzu deyip geçiştirdikleri “Dünya ne üzerindedir?” sualine, Peygamberimizin (asm) muhtelif zamanlarda bir seferinde sevr (öküz) başka bir seferinde hut (balık) diye cevap vermesini gayet mukni izah ederek ehl-i imanın imanlarını kurtarmaktadır. Zira sahih bir hadisin inkârı (Allah muhafaza) imanı tehlikeye atabilir. Kendi aklı ve mantık kapasitesini ölçü gören cahiller özensiz hadis veya ayetleri inkâr edebilmektedirler. Dikkat lazım.
Şimdi dünyanın neyin üzerine durduğu öküz ve balık meselesinden başka bir mecaz ifadeye dikkat çekerek gündemi değiştirelim…
14. Lem’a da yer alan, Muhakemat’tan alınan aşağıdaki paragraftan yeni gündem üzerine zihin eksersizleri çıkarabiliriz.
Meselâ: Nasıl biri sual ederse;
1-"Devlet ne şey üstündedir?"
Cevap verilir:
"Kılıçla kalem üstündedir."
Veyahut
2-"Medeniyet neyle kaimdir?"
Cevap:
"Mârifet ve san’at ve ticaretle"
Veyahut
3-"Nev-i beşer, ne şey üzerinde beka bulur?"
Cevap ise:
"İlim ve amel üstünde beka bulur."(Muhakemat 53)
Dikkat edildiğinde görüyoruz ki, gündemimiz devletin gündemidir. Başka alanlara kafa yoran yoktur sanki….
Herkes hikmet-i hükumeti iş başındakilerden daha iyi bildiği iddiasında… İlgilenenler keşke akıl verse yine iyi bir şey. Sadece “İstemezük!...” deyip başka söyleyecek sözü olmayanlar kuru gürültüden başka fikir temelinde istifadeye medar şeyler görmek zor gibi… Genel de yazar çizer kalem erbabı resmi gündeme yoğunlaşmış gibi bir tablo göze çarpıyor. Bu durum sağlık göstergesi değil…
Elbette hükûmet icraatları da gündem olacak eleştiriler olacak ve olmalı. Yalnız ilim ve dava ehlinin tüm gündemi hükümet ve siyaset odaklı olmamalı. Siyaset tüketici konumdadır. İlim dünyası üretmelidir. Akademik üretim ve akademik onay sonrası hükümet ehlinin icraatı olmalıdır.
“Medeniyet ne ile kaimdir?” sualine cevap olabilecek külli ve çaplı projeler üzerinde kafa yormak gerekmez mi?
"Mârifet ve san’at ve ticaretle" sözünün gereğini yerine getirmek, sözün içini doldurmak için
“Neler yapabiliriz?” dert ve dava edindik mi?
Marifetten ne anlıyoruz? San’attan ne anlıyoruz?
Ticarette kabiliyet kapasitenin sınırlarına ulaştığımızı söylüyor uzmanlar. Tahsil seviye ortalaması altı buçuk yıl. Yani orta iki seviyesindeymiş. Bu kapasiteden katma değeri yüksek üretim çıkmaz. Yenilik inovasyon, patent işi zekâ işi, akıl işi, bilgi, beceri, donanım işidir. Dünya patent sırlamasında ABD %26, Çin %11 Türkiye %0,28 seviyelerinde. Yani yüzde birin altında… Düşünmek lazım. Yıllardır rejimi korumaktan, ike inkılap masallarından gerçek ilim adamı yetişmedi.
Marifet, kavramı üst başlıktır. Bilmek ama neyi bilmek? Ne kadar bilmek? Gerçek ilimden ne anlamalıyız?
Maksat insanı yüceltmek ise insanı insan eden imanla başlayan, neye iman ettiğinin farkında olan bir çerçevede marifet kesp etmek.
San’at; sanki Avrupa’nın malı ve onların tekelinde anlamışız. Sanatla sefahati birbirinden ayırt edemeyen sathî bir sanat anlayışı. Esreden eser sahibine giden sürecin içinde gerçek estetiği göremeyen kafadan sanat çıkmaz.
"Nev-i beşer, ne şey üzerinde beka bulur?" sualinin cevabı da çok uzun olmalı.
Cevap ise:
"İlim ve amel üstünde beka bulur."
İlim ve marifet arasında doğru münasebeti nasıl tesis edebiliriz?
Ferdi ve içtimai pratiklerini nasıl ortaya koyarız?
Bir gruba cemaate veya siyasi heyete mensubiyetle mesele hallolmaz.
İnsanlarımızın yanıldığı nokta burası.
Hangi grup ve cemaat olursa bir şahs-ı mânevidir. Şahs-ı mânevi daha metindir. Amenna…
O sınırdan içeri dühul edince kazanılan imtiyazla her şey tamam gibi bir yanılsama gözden kaçıyor. Hiç te kazın ayağı öyle değil. Allah’a karşı sorumluluklarımızda sınav tek kişiye özeldir. Uydum kalabalığa deyip özel hayatında özensiz yaşananlar hem kendine, hem mensup olduğu şahs-ı mâneviye ve derecesine göre iletişim halinde olduğu herkese zararı dokunuyor.
Her bir fert elinden gelen en yüksek katma değerle katkıda bulunmayı şiar edinmelidir. Bu da, ilimle, marifetle, bilgi, beceri, donamım, dert edinmek, dava sahibi olmak, yüksek bir şevk, heyecan ve motivasyonla olur.
Sadece tepkisel, reaktif, karşı olmak üzerine fikir bina edilemez.
Proaktif bir yaklaşım lazım;
“Ben onu bunu bilmem, kendi sorumluluğumun gereği yerine getirmeyi bilirim” diye yüksek bir şuur lazımdır.
Dünyanın kötülüklerini sayarak enerjimi tüketmenin ne gereği var.
Kimse yoksa da çapım ve kapasitem nispetinde ben varım.
Allah(cc) Peygamberine bile “Peygamberlere düşen sadece tebliğ etmektir” rolü vermişse bana ne oluyor ki, dünyayı düzeltmeyi davamın şartı yapıyorum. Haşa… Üzerime düşeni yaparım gerisi Allah’(cc) işi demeliyim.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.