Musa Kazım YILMAZ
Batı ve İslâm Değerleri Arasındaki Çekişme
Bugün dünyada Batı kaynaklı küresel uygarlıkla İslam uygarlığı arasında ciddi bir anlaşmazlık, hatta büyük bir çekişme vardır. Başka bir deyimle, medeniyetler çatışması tezine karşılık ortaya konan medeniyetler buluşması anti tezine rağmen, çoktan beridir Batılı değerlerle İslam’ın değerleri arasında bilimsel, zihinsel ve psikolojik bir savaş başlamış bulunuyor.
Savaşan taraflardan birisi ahlaktan, tevazudan ve nefis muhasebesinden yoksun bulunan medya gücüne, ateizme ve materyalizme dayanıyor; diğeri ise mutlak bir hakikat olan Allah'ın varlığına ve birliğine dayanıyor. Savaşan taraflardan birisi inançla adeta alay ederken, diğeri Allah’a ve ahirete imanı dünya görüşünün merkezine yerleştirmiş bulunuyor.
Biliyoruz ki, 200 yıldan beridir İslâm ülkeleri Batı’nın meydan okumalarına, ekonomik ve askerî üstünlüğüne cevap veremiyor. Hıristiyan Batılılar son 200 yıldır, Müslümanları geri bırakan şeyin İslâm dini ve Kur'an olduğunu iddia ede geldiler. Batılı aydınlar, İncil’i yeniden okuyup yorumlayarak kilisenin taassubundan kurtulduklarını söylüyorlar. Onlara göre nasıl ki, Batı reform hareketleriyle kilisenin egemenliğine son verip taassuptan ve geri kalmışlıktan kurtulduysa, İslâm'da yapılacak ciddi bir reform da ilerlemenin önündeki tüm engelleri kaldıracaktır.
Batı dünyası, medya gücünü kullanarak bu görüşü Müslüman aydınlar arasında yaymayı başardı. Hatta birçok Müslüman aydını bu konuda ikna etmişlerdir. İslâm ülkelerinde yaşayan ve batılı tarzda eğitim alan bazı reformist aydınlar da, tıpkı onlar gibi bazen açıkça bazen de sessiz bir tonla, "Bizi geri bırakan şey, İslâm'ın değişmez yapısıdır. Bu yapısal sorunlar ancak, İslâm bilginlerinin Kur’an üzerinde yapacakları yeni okumalarla aşılabilir" diyerek reform yönündeki taleplerini hep dile getirdiler.
Ne var ki, gerek Batı'nın meydan okumaları, gerek aydınlarımızın “Kur’an’ın yeni okumaları” veya "dinde reform" taleplerine verdikleri destek ve gayretler İslam ülkelerinde istenilen dönüşümü gerçekleştiremedi. İslâm, Allah'ın kelamı olan Kur'an vahyine dayandığından dolayı içinde, yabancı kültürlere karşı kendini koruma refleksi vardır. Bu refleks çok güçlüdür. Başka bir deyimle, Batı'nın akıl almaz kültür emperyalizmine karşı İslam büyük bir direnme gücüne sahiptir. Çünkü semavî vahiyler ve naslar, her türlü aklın ve kıyasın üstündedir.
Bu yüzden denilebilir ki, Müslümanları dönüştürme konusundaki serüven hem Batılı hem de yerli aydınlarımız için hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştır. Çünkü 20. Yüzyılın pozitivist filozofları, “dinin bilime karşı bir gün mutlaka iflas edeceğini” iddia etmişlerdi. Ama gelinen noktada, özellikle 80'li yıllardan sonra dinin yükselen bir değer haline gelmesi Batılı düşünür ve sosyologları şoke etmiştir. Bunun içindir ki, Batı medyası yeni bir taktik keşfederek 21. yüzyılın bir medeniyetler çatışması yüz yılı olacağını ileri sürdü.
Batılı yöneticiler bu tezi çok önemsediler. Çünkü onlar çok iyi biliyorlar ki, dünyada sadece İslam'ın değeri yükseliyor. Hıristiyanlık ise, tam aksine, Batı'nın tüm çabalarına rağmen geri sayıma geçmiştir. İslam’ın yükselen bir değer olduğunu fark eden Batılılar adeta, 120 yıl önce elinde Kur’an-ı Kerim’le kürsüye gelen İngiliz Sömürgeler Bakanı Lord Curzon’un konuşma yaptığı döneme geri döndüler. Hatırlayın Bediüzzaman, Van Valisi Tahir Paşa’nın konağında iken, bir gün Paşa ona gazetede okuduğu bir haberi gösterir. Habere göre İngiltere sömürgeler bakanı Lord Curzon, elinde Kur’ân-ı Kerîm’le kürsüye gelerek şöyle der: “Bu Kur’an Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp edip ya bu Kur’ân’ı ortadan kaldırmalıyız yahut Müslümanları ondan soğutmalıyız.”
Batı siyasetinin artık salt sömürgecilikten öteye geçerek doğrudan İslâm’ın inanç alanına müdahale ettiğini gösteren bu olay Bediüzzaman’ın hayatında bir dönüm noktasını teşkil eder. Kuşkusuz Kur’an’ı ortadan kaldırmanın imkânsız olduğunu İngiliz Sömürgeler Bakanı da biliyordu. Ama Müslümanları Kur’an’dan soğutmak için İngilizler o zamandan beri kesenin ağzını açtılar. Ajanlar yetiştirip İslam ülkelerinde gönderdiler; İlahiyat fakültelerini açıp Kur’an’ın Hz. Muhammed (asm) tarafından yazıldığını iddia eden oryantalistler yetiştirdiler. Hatta İslam ülkelerinin başına bile, Kur’an’ın ve İslam’ın aleyhinde olan kendi adamlarını getirdiler.
Bediüzzaman bu haberi duyunca hiddetlenir ve, “Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez güneş gibi bir nur olduğunu dünyaya ben ispat edeceğim” der ve bundan sonraki hayatını bu prensip üzerine devam ettirir. Bediüzzaman, yazdığı Risale-i Nur külliyatıyla Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunu dünyaya ispat etti de. Bugün Risale-i Nurlar dünyanın 60 küsur diline çevrilmiş bulunuyor.
Şimdiki Batılılar Lord Curzon’un başladığı noktaya geri döndüler. Bütün planlarını, Kur’an’a ve Müslümanlara düşmanlık yapmak üzerine kurmuş bulunuyorlar. Dolayısıyla önümüzdeki on yıl içinde, sosyal medyanın etkisiyle kültürler arasındaki bu çekişme daha da şiddetlenecektir. Bugün Kur’an’a, Hz. Peygamber’e (asm) ve İslâm prensiplerine ciddi saldırılar yapılıyor; daha da yapılacaktır. Şu var ki, Batı’dan gelen saldırıların hiç birisi mantıklı değildir. Bütün düşmanlıklara rağmen İslam dini yükselen bir değer olmaya devam ediyor. Kazanacak olan, yine bütün prensiplerini akla tespit ettiren İslam olacaktır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.