Musa Kazım YILMAZ
Köpeğin kuyruğu mu sakal mı?
İnsanı, "insan-i kâmil" mertebesine çıkaran en önemli hasletlerden biri sabır, hilm (güzel ahlak) ve metanettir. Hele bir İslam âliminin hayatında sabır ve hilm çok önemli iki mihenk taşıdır. Denilmiştir ki, “Sabır güzeldir; fakat âlimlerde daha da güzeldir.”
Türlü türlü sabır vardır: Günahları işlememek ve ibadetlere devam etmek için sabretmekten tutunuz da bela ve musibetlere karşı sabretmek gibi sabrın çeşitleri vardır. Düşmanın entrikalarına, münafıkların tahriklerine ve bazı beyinsiz insanların çocukça hareketlerine sabretmek hayati bir öneme sahiptir. Kötü söz yerine güzel söz söylemeye sabretmek insanın hayatını güzelleştirir. Evde hanımın ve çocukların söz ve hareketlerine karşı sabırlı olan kimse, aile saadetinin anahtarını elde etmiş olur. Zaten anne-babanın sözlerine ve emirlerine sabretmek uhrevi saadetin temel şartıdır. Komşuların türlü türlü hareket ve davranışlarına karşı sabırlı olmak hane mutluluğunu arttırır.
Bir zamanlar Şam'da Ubeydullah b. Ahmed adında bir âlim yaşıyordu. Bu zat her gün, iki katlı medresesinde talebelerine ders vermekle meşguldü. Sabahtan akşama kadar ders veriyor, namaz vakitlerinde de evinin yakınındaki camiye gidip cemaate namaz kıldırıyor; dersten ayırdığı zamanlarda da vaaz ve nasihatlerde bulunuyordu.
Ubeydullah efendinin en belirgin özelliği de çok sabırlı olması ve asla öfkelenmemesiydi. En ağır ithamlara ve tahriklere karşı bile sakinliğini koruyarak kendince uygun bir cevap verebiliyordu. Halk onu bu özelliğinden dolayı çok seviyordu. Sabır ve Hilmi o kadar şöhret bulmuştu ki, gayri Müslimler bile onun bu güzel huyunu konuşuyorlardı.
Hoca efendinin medresesine komşu olan bir Musevi aile vardı. Bir gece karı-koca evde sohbet ederken söz medresenin hocası Ubeydullah efendiden açıldı. Hanım dedi ki. "Bu hoca efendiye herkes hayret ediyor; adamı öfkelendirmek mümkün değilmiş adeta. Onu öfkelendirmek için çok çaba sarf edenler olmuş ama becerememişler. Adamdaki sabır ve hilm olağanüstüymüş."
Kocası ise, "Hadi canım sen de, demek benim gibi bir adama rastlamamış. Ben istersem onu öyle bir öfkelendiririm ki, eline sopayı alıp beni sokak sokak kovalamaya başlar. Tabii ki beni yakalayamaz ve öfkesinden çatlayıverir" dedi. Ama karısı buna asla inanmadı. Derken Musevi koca, "Ben yarın gidip onu öfkelendireceğim; sen o zaman manzarayı seyret" dedi ve hocanın yanına gitmeye karar verdi.
Ertesi gün sabah erkenden evden çıkan Musevi adam Medresenin kapısına dayandı ve hızlı bir şekilde kapıyı çalmaya başladı. Hoca efendi o sırada ikinci katta talebelere ders vermekle meşguldü. Talebeler, "Kim o?" dediler. Musevi adam: "Benim, Hoca efendiye bir sorum var; bir zahmet aşağı inebilir mi?" dedi.
Hoca efendi yavaş yavaş aşağıya indi ve "Buyurun komşu, bir arzun mu vardı?" dedi. Musevi adam, "Hay aksi, sana bir soru soracaktım hocam, fakat aklımdan gitti" dedi. Hoca efendi, "Tamam, üzülme, önemli değil; aklına gelirse bir daha gelirsin" dedi ve derse devam etmek üzere yukarı çıktı.
Tam yeniden derse başlamıştı ki Musevi adam tekrar medresenin kapısını hızlıca çaldı. "Kim o?" dediler. Musevi adam, "Benim Hoca efendi, sorum aklıma geldi de, aşağıya gelirsen sana soracağım" dedi. Hoca efendi tekrar indi; "Buyurun komşu" dedi. Musevi adam yine, "Kusura bakma hocam, yine sorumu unuttum" dedi. Hoca efend,: "Dert etme, komşuyuz; aklına gelince gelir sorarsın" dedi.
Üçüncü defa yine kapıyı çaldı; hoca efendi aşağıya indiğinde Musevi adam sorusunu sordu, "Hocam, dün akşam evde hanımla tartıştık. Ben, köpeğimizin kuyruğundaki kıllar Allah’ın yanında hoca efendinin sakalından daha hayırlıdır, dedim; hanım inat etti: 'Hayır, hocanın sakalındaki kıllar Allah yanında daha hayırlıdır' dedi. Ben de, en iyisi bunu hocaya soralım, dedim ve bunun için geldim."
Hoca Ubeydullah sakin bir şekilde cevap verdi: "Güzel bir soru hazırlamışsın. Bak komşu; eğer ben son nefesimde imanı kurtarmazsam senin köpeğinin kuyruğundaki kıllar Allah yanında benim sakalımdan daha hayırlı olur. Ama eğer Allah yardım eder ve ben imanı kurtarırsam benim saklım senin köpeğinin kuyruğundan daha hayırlı olur. Mesele bu kadar basittir" dedi.
Musevi adam bu İslam âlimindeki harikulade sabır, hilm ve güzel ahlaka hayran kalıp ailesiyle birlikte Müslüman oldu.
İman meyve veren bir ağaca benzer. O ağacın meyveleri, sabır, tahammül, diğerkâmlık ve tevazu gibi güzel ahlakın numunelerdir. Sabır bir hazinenin anahtarına benzer. Sabreden sonunda hazineye malik olur. Hazineye sahip olan adam bütün müşküllerini halleder. Sabırsızlık ise o hazinenin kapısına kilit vurmaya benzer.
Bediüzzaman (إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ) “Şüphesiz Allah sabredenlerin yanındadır” (bakara, 2/153) ayetini tefsir ederken şöyle der: “Cenab-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak, vücud-u eşyada, bir merdivenin basamakları gibi bir tertip vaz etmiş. Sabırsız adam, teenni ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya noksan bırakır, maksut damına çıkamaz. Onun için hırs mahrumiyete sebeptir. Sabır ise, müşkülatın anahtarıdır. Cenab-ı Hakk'ın inayet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir.”
Acaba sabrettiği için zarar eden bir insan var mıdır? Veya sabırsızlık kimseyi zafere götürmüş müdür? Ama sabredenler mutlaka zafere ulaşırlar. Sabredenler kendileriyle beraber başkalarının kurtuluşlarına vesile olurken sabretmeyenler kim bilir, kendileri açısından ne büyük hazinelerin kapısına kilit vurmaya sebep olurlar!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.