Musa Kazım YILMAZ
Kur’an’da Âlimlere Yapılan Uyarılar
Kur’an-ı Kerim’de âlimleri sarahaten, zımnen ve işareten uyaran birkaç ayet vardır. Onlardan birisi şudur:
1) [قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذٖينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابࣖ ] “De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ Doğrusu ancak akıl iz‘an sahipleri bunu anlar.”[1]
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ifadesindeki bilmekten maksat, Allah’ı bilip tanımayı, bu irfan sayesinde yaratılmışlara kul olmaktan kurtulup yaratana kul olmanın önemini kavramayı ifade eder. Bununla birlikte bu soru cümlesi, daha genel olarak ilmin ve doğru bilginin Allah katında mutlak bir değere sahip olduğuna da işaret eder.
Allah bu ayette yer alan soru şekliyle, ilme ve âlimlere ne kadar değer verdiğini gösteriyor. Ayrıca iyiyi kötüden, doğruyu yalandan, imanı küfürden, ayıracak tek şeyin ilim ve âlimler olduğuna işaret ediyor. Kuşkusuz aynı zamanda âlimlere zimnî bir uyarıda bulunuyor; diyor ki:
“Ey âlimler! Ey bilen insanlar! İlminizin Allah katında ne kadar değerli olduğunu bilmez misiniz? Neden ilminize yeterince değer vermeyerek hatalı işler yapıyorsunuz? Sakın ilminizle amel etmemek suretiyle kendinizi bilmeyenlerin seviyesine, hatta onlardan daha aşağı bir derekeye düşürmeyiniz. İlmin verdiği sorumluluğu yerine getirmemekle hem vebalinizi arttırıyorsunuz hem Allah nezdinde toplum içindeki değerinizi düşürüyorsunuz. Bu tutumunuz, ilme karşı bir saygısızlık olduğu gibi Allah’a karşı da bir isyandır. Bilin ki, size verilecek mükâfat da ceza da diğer insanlarınkinden farklı olacaktır. Çünkü siz bilmeyenlerle aynı seviyede değilsiniz.”
2) Allah Kur’an’ın diğer bir ayetinde, [يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ] “Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır”[2] buyuruyor.
Bu ayetlerde, gerçekten iman etmiş olmakla beraber söz ve eylemleri arasında uyumsuzluk bulunan Müslümanlara ciddi bir uyarı yapılmakta ve gerçek müminlerin, söz ve eylemleri arasında tutarlı olmaları gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Müminlerin söz ve eylemleri arasında bir tutarsızlık olduğu takdirde, hayatlarında münafıklığa bir kapı açacaklarına işaret ediyor.
Bir müminin yapmayacağı bir şeyi vadetmesi, ya da yapmadığı bir şeyi yapmış gibi anlatması yasağın içine girmektedir. Fakat en ürkütücü ve dehşetli olanı ise âlimlerin, bildikleri halde ilimleriyle amel etmemeleridir. Çünkü âlimler konuşan ve başkalarına öğüt vermekle yükümlü olan şahsiyetlerdir. Bu ayetlerle Allah zımnen onları şu şekilde uyarıyor:
“Ey Âlimler! Bildiğiniz halde neden başkalarına telkinde bulunduğunuz sözlerle amel etmiyorsunuz? Bildiğiniz halde neden bildiklerinizi hayatınıza uygulamıyorsunuz? Bu hareketinizle imandan çok küfre ve nifaka daha yakın olacağınızı bilmez misiniz?”
3) Bir diğer ayette Allah şöyle buyuruyor: [اَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ اَنْفُسَكُمْ وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ] “Sizler kitabı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?”[3]
Bu ayetten, asıl muhatapların Yahudi din bilginleri olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü ayette geçen “el-Kitab”tan kasıt Tevrat’tır. Yahudi din bilginleri halka kutsal kitaba inanıp onunla amel etmelerini ve Allah’ın rızasına uygun şekilde yaşamalarını emrederlerdi. Ancak kendileri, halka söyledikleriyle amel etmezlerdi. Ayet sözleriyle amel etmeyen Yahudi bilginlerinin samimi dindarlık hislerini kaybettiklerini ifade etmekte, “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” ifadesiyle de, bu çelişkili tutumlarının, yalnızca dinin hükümlerine değil, akla da aykırı olduğuna vurgu yapmaktadır.
Ancak Kur’an’ın geçmiş ümmetlerin tarihine ilişkin verdiği bilgilerde, sonraki nesiller için de mesajlar ve dersler vardır. Bu açıdan Kur’an’ın hiçbir ayeti tarihsel değildir. Dolayısıyla ayet, bir yandan Yahudi din bilginlerinin bu çelişkili tutumlarını ve samimiyetsizliklerini dile getirirken, bir yandan da genel olarak İslâm ümmeti, özellikle Müslüman din önderleri ve âlimleri için de bir uyarı anlamı taşımaktadır. Şu halde kendilerini din âlimi, din adamı ya da din önderi konumunda görenlerin veya öyle tanımlananların bu uyarıyı hiçbir zaman hatırdan çıkarmamaları gerektiği açıktır. Zira başkalarına iyiliği öğütleyenlerin kendi yaşayışlarında bunun aksine davranmaları Kur’an’ın kesinlikle reddettiği bir tutumdur. Nitekim ikinci ayette Allah, “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niye söylersiniz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır” buyurulmaktadır.
4) Diğer yandan Allah Ankebût suresinde (وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ وَمَا يَعْقِلُهَا إِلَّا الْعَالِمُونَ) “İşte biz insanlara bu misalleri anlatıyoruz ama bunların hikmetini gerçek bilgi sahibi olanlardan başkası kavrayamamaktadır”[4] buyuruyor. Fâtır suresinde, (إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ) “Kulları içinde ancak bilenler Allah’ın büyüklüğü karşısında korkup heyecan duyarlar”[5] buyuruyor.
Bu iki ayet ve daha pek çok ayet, âlimlere büyük sorumluluklar yüklüyor. Allah birinci ayette zımnen âlimlere hitaben şöyle diyor: “Ey âlimler! Neden Allah’ın Kur’anî ve kevnî ayetlerini akletmiyor ve doğru bir şekilde ümmete anlatmıyorsunuz?” İkinci ayette şöyle diyor: “Ey âlimler, en çok Allah’tan korkan sizler olmalısınız. Neden hakkıyla Allah’tan korkmuyorsunuz?”
Sonuç olarak âlimler ve din önderleri ya da öyle kabul edilen kimseler son derece hassas bir konumdadırlar. İlimleriyle amel etmedikleri sürece ihlası kaybedecekleri için insanlara hiçbir şey kabul ettiremezler. Kabul ettiriyor görünseler bile toplumdaki kötülük kanalı başka bir yerden akmaya devam edecektir. Ama her şeye rağmen ümidimizi kaybetmiyoruz. İnsanlarımızı dalaletten ve kötü yollardan kurtaracak olan yine irşat çağrısı yapmakla görevli âlimlerdir. Çünkü bu ümmetin âlimleri Beni İsrail peygamberleri seviyesindedirler ve Müslümanların gerçek rehberleridirler. Kuşkusuz ilmin ve âlimlerin değeri Allah’ın yanında çok büyüktür. Ulul-Azm bir peygamber olan Hz. Musa, Allah ile konuşmak şerefine nail olduğu halde Hz. Hıdır’dan ilm-i Ledün öğrenmeye davet edilmiştir. Allah ilmin şerefine dikkat çekmek için Musa ve Hıdır’ın hikâyesini Kehf suresinde 22 ayetle, tafsilatlı bir şekilde anlatmaktadır.[6] Bu ayetler aynı zamanda, ilmin Allah’ın yanındaki değerine vurgu yapıyor.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.