Serdar BİLGİN

Serdar BİLGİN

Musibetlerden neden korkarız?

Bugün bir soru ile yazıma giriş yapmak istiyorum. Musibetlerden neden korkarız?  Bu soruya verecek çok cevabınız var, farkındayım. Önce beni bir dinleyin, sonra da cevabınızı verin-inşallah-!

Babamın kontrol zamanı yaklaşmıştı. Doktoru seminer nedeni ile hastanede olmadığı için başka bir doktor babamı muayene etti. Muayene bittikten sonra doktor karşımıza oturdu, babama döndü ve “Bey Amca! Bu şekilde gidersen duvara toslarsın!” dedi. Bir doktora baktım bir babama baktım. Babam üzülmüştü. Hemen babamı muayene odasından çıkartmak istedim. Hastaya teselli vermek, ona manevi güç olmak muayene kadar önemli idi. Ben de üzülmüştüm. Babamı dışarı çıkarttım, muayene odasına tekrar girdim ve Doktor Beye “Hastalar Risalesi”ni hediye ettim.

Şu dâr-ı dünya, dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir. Hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve her bir saati bir gün ibadet hükmüne getiriyor, ömür sermayesini kazançlı kılıyor. Bu minvalde hastalık ve sair musibetlerin, bir nâsih ve ikaz edici bir mürşit; lezzet, ücret ve mükâfat saklı birer define olduğunu ifade edebilirim. Bu mürşit ve define, kıymettar hayatı sâfileştirir, kuvvetleştirir, terakki ettirir ve bizlere Sâni-i Hakîmin ayrı ayrı isimlerinin nakışlarını gösterir. Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar.

Sâni-i Âlem olan şu kâinatın ustası, iş başında olarak şems ve kameri hangi çekiçle yerlerine çakıyorsa, aynı çekiçle, aynı anda zerreleri yerlerine yerleştiriyor. Hem Sâni-i Zülcelâl, mânevî kudretin hangi mânevî çekiciyle yıldızları göklere çakıyorsa, aynı o mânevî çekiçle, beşerin simasındaki hadsiz alâmet-i farika noktalarını ve zâhirî ve bâtınî duygularını yerlerine nakşediyor.

Sâni-i Zülcelâl, bir kaya parçası olan kâinata ve insana, çekiç darbeleri ile şekil veriyor, bir sanat eseri olan heykele tebdil eyliyor. Çekiç darbeleri sanatçının dokunuşlarıdır. Çekiç darbeleri sanatçının sanata dair sesidir. Çekiç darbeleri, kaya parçasının sanat eseri olma yolunda ilerlemesinin ayak sesleridir.  Hastalık ve sair musibetler de bu minvalde çekiç darbeleridir. Bir Rabıta-i mevttir, nefs-i emmarenin ve kör hissiyatın tehlikelerinden kurtulmadır. Dünyanın zevalini ve insanın fâni olduğunu hatırlatmadır. Dünya hayatı karşısında güç kuvvet kazanmadır.

Ey Arkadaş! Sabret, belki şükret.

Kendimizi sanatçıya bıraktığımız ölçüde huzur buluruz.

Kendimizi sanatçıya bıraktığımız ölçüde sanat eseri oluruz.

Karanlık bir oda ve mum tasavvur edelim. Karanlık bir oda musibetleri;  yanan mum da gönlün (ilahi) aşk ile dolmasını ve odanın aydınlanmasını sembolize etsin.

Bu kurguda ilk ve en önemli olay, mumu tutuşturacak kıvılcımdır. Kıvılcımın ardından mum yanmaya başlar ve yanan mum; baştan ayağa doğru erir, yandıkça da odaya ışık saçar. Bazen bir rüzgâr eser, bazen bir su damlası düşer, mumum ışığı cılızlaşır ya da söner ve tekrar karanlığa düşer oda.

İlahi nurun kıvılcımı ile mum alevlenince odaya yıldızlar yağar, mumun değil musibetlerin eridiğine şahit oluruz. Mum söndüğünde İlahi nur, o mumu yeniden tutuşturur. Mumun ışığı cılızlaştığında ziyâsı artsın diye o mumun başını keser ve oda hiç karanlığa düşmez. Aydınlıktaki istikrar, musibetlere karşı sabır, tevekkül ve teslimin bir neticesidir. “Ey musibet! Eğer Rabbimin izin ve rızasıyla gelmişsen, merhaba, safa geldin.” dememizin neticesidir. Şafi-i Hakiki tarafından bizlere gönderilen bir hediye, bir ihsan veya bir ikaz olarak telakki etmemizin neticesidir.

Hepimize emanet edilen ömür sermayesinin kurgusudur bu. Bu kurgu mumun ışık ile buluşmasını, odanın aydınlanmasını arzu eden, muhatap alan, seven ve değer veren bir varlığın tecellisine bizleri ulaştırır. Odada yalnız olmadığımızı bilmek, bize yardımcı olmak isteyen, bize değer veren, bizi seven bir varlıktan haberdar olmak bizi güçlü kılar; gafleti dağıtır, bizleri ümitsizliğe, korkuya ve şikâyete düşürmez, huzur verir.

Biliriz ki rüzgâr da esse bir damla su da düşse o İlahi nur, bu mumu ışık ile buluşturacak, eğer perde açılsa, tevahhuş ve nefret ettiğin hastalık perdesi arkasında sevimli, güzel mânâları bizlere gösterecek, musibetlerin ihsân-ı ilahiye, hediye-i Rahmani olduğu hakikatini gözler önüne serecek;  şer’i hayra, şikâyeti şükre inkılap ettirecek, musibetleri manevi bir ibadete tebdil eyleyecektir.

Ey kardeş!

Beni dinledin!

O halde musibetlerden neden korkarsın!

Senin cüz'î elemin, bu manevî lezzetlere karşı seni şekvaya değil, teşekküre sevketmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum