Metin KARABAŞOĞLU
Oruç Kur’ân içindir
Ramazan'ın henüz gelmemişse de gölgesinin üzerimize düştüğü zamandan itibaren, her sene, Bakara sûresinin 185. âyetini tekrarlamaya başlar dilim. Bu hal, Ramazan boyu devam eder. Yolda, beride, otururken bu âyeti terennüm eder halde bulurum kendimi. Ramazan ortamında bu âyeti hatırlamanın, bu âyetle düşünmenin ruhuma huzur, kalbime sevinç yerleştiren bir tarafı vardır.
Bu âyet, oruca dair üç âyetin üçüncüsü olarak, bir belagat incisidir aynı zamanda.
İlgili âyetlerin ilki, ‘iman edenler’ olarak ‘bizden öncekilere farz kılındığı gibi, bize de orucun farz kılındığını’ bildirirken, ikincisi bu orucun miktarının ve zamanının müphem ve mutlak bırakılmadığını, belirli bir zamanda belirli bir gün sayısınca orucun bize farz kılındığını bildirmektedir. İki âyet de, verdikleri bu mesajla, bir büyük hakikat dersini taşırlar dünyamıza.
Orucun ‘bizden öncekilere’ de farz kılınmış olmasıyla, hele ki ilgili âyetin son cümlesinde ‘ola ki takvâya erersiniz (ola ki korunursunuz)’ kaydını düşüyor olmasıyla anlarız ki, insan oruç ile kemalini bulur, oruç ile kâmilen insan olur. Hakikat-ı halde, namaz başta olmak üzere bütün ibadetler; bütün emir ve yasaklar insanın kemalini bulması, âlemler Rabbinin bir insan olarak onu yaratışındaki sırrı tahakkuk ettirmesi, ona verilmiş bütün cihazları maksad-ı aslîsi için çalıştırıp menzil-i maksûduna terakki ettirmesi içindir zaten. İşte, insan için ‘oruçsuz’ bir kemal yolculuğu mümkün olmadığı içindir ki, âlemlerin Rabbi, önceki ümmetlere orucu farz kıldığı gibi, Hâtemü’l-enbiyanın ümmetine de orucu farz kılmıştır.
İkinci âyetin, oruç için ‘sayılı günler’ takdir etmesi de manidardır. Çünkü insan, mutlak ve müphem kalan bir hususta, velev ki bu husus âlemler Rabbinin bir emriyle ilgili olsun, kaypaklığa ve erteleyici olmaya meyleder. Oruç ona farz kılınmış bile olsa, vakti ve miktarı belirli değilse, bugün değil yarın, yarın değil ertesi gün, bu ay değil gelecek ay, yazın değil kışın derken, nefsin zoruna giden her ibadette geçerli olduğu gibi, koca bir seneyi pekâlâ oruçsuz geçirip gidebilir. Oysa âlemlerin Rabbi, oruç için bir vakit tayin ve takdir etmektedir. “Oruç tutun” genel emri, böylece, yıl içinde belirli bir vakte tahsis edilerek, erteleyici ve kaypak nefsin kaçamaklarının önü baştan kesilmektedir. Ayrıca, oruç için belirli bir vaktin tayin edilmesiyle, mü’minlere ‘ferd’ olmaktan öte ‘ümmet’ olduklarını hatırlama imkânı da verilmektedir. Orucun vakti tayin edilmemiş olsa, bu belirsizlikten dolayı erteleye erteleye yılı oruçsuz geçirenler olabileceği gibi; yılı oruçla geçirenler de, oruçlarını yılın farklı aylarına yayacakları için, yeryüzünün hangi tarafında yaşıyor olurlarsa olsunlar bütün mü’minlerin bütün yeryüzünü âdeta bir mescid, bir mâbed haline getirmeleri sırrı tahakkuk etmeyecektir. Halbuki belirli bir vakte tahsis edilmiş oruç, ırk, cinsiyet, toprak, milliyet, devlet kalıpları içerisinde belki birbirlerine uzak düşmüş, hakikat-ı halde ‘ancak kardeş’ olmasına karşılık birbirine yabancılaşmış bütün mü’minlere içinde gaflete düştükleri bütün daha alt düzeydeki ‘toplumsallıkları’ aşıp yeryüzünde beraberce ‘halife-i arz’ olma, bütün fikrî, hissî ve fiilî sınırların ötesinde ve üstünde ‘ümmet olma’ şuurunu bilfiil hissettirecektir.
İşte böylesi çok sırlar ve hikmetler yüklü iki oruç âyetinin ardından gelen üçüncü âyet, bir açıdan iki âyetin verdiği mesajı buluşturur, bir açıdan da bu mesajı daha üst bir mertebeye taşır ve daha geniş bir daireye doğru genişletir.
Gelen bu üçüncü âyet, daha öncekilere olduğu gibi Hâtemü’l-enbiya’nın ümmetine de farz kılınan orucun ‘sayılı günler’inin vaktini ‘Ramazan ayı’ olarak belirler: “O Ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, apaçık hidâyet delillerini taşıyan, hak ile bâtılın arasını ayıran Kur’ân o ayda indirilmiştir. Kim bu aya erişirse, orucunu tutsun...” (bkz. Bakara sûresi, âyet: 185)
Bu âyetle, açıkça öğreniriz ki, farz kılınan orucun vakti, Ramazan ayıdır. Aylar içinde Ramazan’ın orucun vakti olarak seçilmesi ise, âyetin daha en baştaki Ramazan’a dair tarifinden öğrenildiği üzere, Kur’ân bu ayda indirildiği içindir. Demek ki, oruç ile Ramazan ilişkisinin merkezinde Kur’ân vardır. Kur’ân Ramazan ayında indirildiği için âlemlerin Rabbi Ramazan’da orucu emretmektedir.
Bu ise ilk âyetin ders verdiği ‘insanın kâmilen insan olabilmesi’ için orucun vazgeçilmezliği sırrı ile bir arada düşünüldüğünde, son âyetin Kur’ân’la ilgili tariflerinden de anlaşıldığı üzere, şu gerçek çıkar karşımıza: İnsan, ancak Kur’ân’a kulak vermekle kâmilen insan olur. İnsanın Kur’ân’ı gereğince anlayacak bir kıvama kavuşması ancak oruçla mümkün olduğu için, âlemlerin Rabbi Kur’ân’ın indirildiği ayda insana orucu emretmiştir ki, aklı, ruhu, kalbi Kur’ân’ı anlamaya açık; fikriyatı ve hissiyatı Kur’ân’la hemhal olmaya hazır olsun.
Yani, oruca asıl değerini, bizi Rabbimizin kitabına ve hitabına hazır hale getirmesi veriyor. İnsan, asıl, Kur’ân’la kıymetleniyor; ve insanın Kur’ân hazinesinden hakikat incileriyle kıymetlenir hale gelmesi gibi, âlemlerin Rabbi ona orucu emrediyor.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.